AŞURA: CENNET İLE CEHENNEM’İN YOL AYRIMI 2.DERS

Aşura gündemli konumuza girmeden önce vahyin oğlu, Kuran’ın konuşan hali Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s)’dan bir hadis nakletmek istiyorum.

 İmam Sadık (a.s) bu hadislerinde onların adına tertiplenen meclislerin nasıl olması gerektiğini beyan buyuruyorlar.
Ravi diyor ki: "Efendim İmam Cafer-i Sadık (a.s)'ın huzuruna vardım. Kendilerine saygılarımı arz ettim ve selam verdim. İmam selamımı aldıktan sonra buyurdular:
 "Acaba biz Ehlibeyt için biz Âlullah için bir vakit ayırıyor musunuz?"
Günlerinizin, haftalarınızın, aylarınızın içinde biz Âlullah için ayırdığınız bir vakit var mı? Bizi birbirinize anlatıyor musunuz?
Bizi bilenleriniz, bilmeyenlere anlatıyor mu? Yada herkes biliyorsa birbirinize tekit etmek amacıyla bizim emirlerimizi birbirinize te'kiden vurguluyor musunuz?
Arz ettim:
Evet, Ey Resulullah’ın oğlu! Canım ve kanım size feda olsun! Sizin için vakit ayırıyoruz ve sizin emirlerinizi ve hakk ve hukukunuzu anlatıyoruz.
Canlar Kurban olsun O İmam Cafer-i Sadık (a.s)'a ki buyurdular:
Ben, Resulullah'ın oğlu Cafer-i Sadık sizin o meclislerinize aşığım.

Canlar kurban olsun o İmam Cafer-i Sadık (a.s)'a ki kendileri için ayrılan vakite ve o vakti ayıran kişiye aşıktırlar.
Veliyyullah, Allah'ın Nuru, tepeden tırnağa kadar hatalı olan kullara aşık olabiliyorlar.
İmam devamında buyurdular ki:
"Ehyu Emrena."
O meclilerde sloganik olmayın; kendinizi tatmin etmeyin. O meclislerde kalbinize, nefsinize ve işinize hoş gelenleri anlatmayın. O meclislerde bizim emrimizi ihya edin, bizim emrinizi ikame edin.
"Ehyu emrena" emri aynı "Egimus Selat" emri gibidir.
Hem kendin amel edeceksin hem de başkalarının amel etmesine ortam hazırlayacaksın.

Bu meclisler böyle meclislerdir. Hiç kimse radikalliğinden veya aşırı hevâ ve hevesinden dolayı toplumun çizmiş olduğu kutbun ekseninin dışına çıkıyor değildir. Mevlamız, Efendimiz, İmamımız, İmam Cafer-i Sadık (a.s) ve diğer İmamlarımız emretmişlerdir ve bu meclisler onların adına tertiplenmektedir, ve onların adına tertiplenen bu meclislerde O Hazretlerin emirlerinin ihya edilmesi gerekmektedir.

Bunu bilin ki! Resulullah'ın ve Ehlibeyt'inin emirleri nefse, egolara, menfaatlere terstir. İnsanların arzu ve hevesleri, Ehlibeyt'in emirlerinden hoşlanmaz çünkü İblis insanların arzu ve isteklerine hitap eder ama Allah ise insanın ruhuna ve realiteye hitap eder.

Bizim büyük alimlerimizden biri buyuruyordu (buna benzer hadislerde vardır):

 Eğer ki bir emir bir yerde size, menfaatinize, dünya hayatınıza, sizin özünüze ve arzularınıza ters ve acı geliyorsa o haktır, ona sarılın! Onun acılığı size acı görünür ama onun acılığı kendi içinde bir iksirdir.

Bu bizim konumuz değildir ama konumuz böyle gelişti.

Bir takım meyveler ve sebzeler vardır ki bunların kabukları hem çok acı ve hem de çok serttir. Tıpkı Hindistan cevizi gibi; hem üstü tüylüdür ve hem de çok sert ve çok acı bir kabuğu vardır ama o acı kabuğu olmayacak olursa içindeki o iksir korunamayacak hâle geliyor.

Allahın kuralları da aynen böyledir.
Hindistan cevizi zahiren çok acıdır; bizlere çok acı görünüyor ama o acılığa rağmen sen onu çiğneyecek olsan dilinde bir acılık hissinin uyanması mümkündür ama yutkunduğun zaman onda emsali görülmemiş tarifi olmayan bir lezzet mevcuttur.

Hak da böyledir. Hak bizim güncel yaşantımıza terstir. Allah'ın ve Resulü'nün emirleri bizim güncel hayat ve yaşantımıza terstir; aykırıdır; menfaatimize terstir; zordur ama itaat edince hayat veriyor:

 Çünkü bu emirlerin içinde bulunan iksir insanları bela ve musibetlerden koruyor. 
 Çünkü bu emirlere itaat etmek insanlardan bütün dertleri def ediyor. 
 Bunların hepsinin ötesinde ise insana ölümsüzlük bahşediyor.

Eğer ki hayat yoksa, hayatın içinde aydınlık (nuraniyyet) yoksa bir kişi yaşasa dahi ölüdür. Bir kişi karanlığım (zulümatın) içinde ıstıraptadır ve ölüdür. Ama bu kişi nuraniyyetin bağrında yaşıyorsa/yaşamışsa o fiziken ölmüş olsa dahi yaşıyordur! Ölümsüzdür!
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)'in risaletinin mübelliği Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s)'ın şahsında, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)'in ve Ehlibeyt'inin pâk ve Mutahhar huzurlarına SALAVAT.

.اللهم صلى على محمد و آل محمد وعجل فرجهم

AŞURA: CENNET İLE CEHENNEM’İN YOL AYRIMI konulu ilk dersimizde dedik ki:

“Bizlerin Aşura ve benzeri E’zem olayları idrak edip, teslim olup içinde var olan sırra vakıf olabilmemiz için hayal ederek canlandırmamız lazım.”

Bizler Aşura ve benzeri E’zem olayların yaşandığı dönemde yaşamıyorduk bu sebepten dolayıda o olayların içinde yaşamadık. Bunun için de bizler bu olayları günümüze kadar gelen yazılardan, hadislerden ve sözlerden öğrenmiş bulunuyoruz. Bizlerin o dönemde yaşanmış olayları yaşama imkanımızda yoktur. Çünkü:

Aşura Vakası, hem hacim ve hem de adet bakımından tektir.

Aşura’nın eşi ve benzeri yoktur.

Gök kubbe yere inecek olsa, yeryüzü göğe çıkacak olsa dahi Aşura gibi bir olay bir daha vuku bulmayacaktır.

Aşura Vakası, özünde tektir.

Aşura Vakası, zaman bakımından tektir.

Aşura Vakası, musibet bakımından tektir.

Aşura Vakası ,azamet bakımından tektir.

Aşura Vakası, teslimiyyet bakımından tektir.

Aşura Vakası, ders bakımından tektir.

Aşura olayı, her açıdan emsalsizdir.

Bir kişi hangi dönemde yaşarsa yaşasın, Aşura gibi önemli konuları idrak etmesi üzerine farzdır çünkü bir kişi Allah’a ve Resulüne iman etmişse o kişinin, Resulullah’ın ve Ehlibeyt’inin seyri sülükünü bilmesi ve idrak etmesi farzdır.

 Bu mesele tıpkı şehadeteyn gibidir. Bir kişi dili ile şehadeteyni ikrar etmezse ve ikrar ettikten sonra her açıdan teslim olmazsa Müslüman olmayacağı gibi Ehlibeyt'in seyri sülüküne de teslim olmadığı zamanda aynı şekilde dini kamil olmaz; böyle bir kişinin dini eksiktir, kamil değildir.

 Peki bizler ki o gün yoktuk, yaşamıyorduk. Bizler o vakaların yaşandığı günleri ve zamanları nasıl idrak edeceğiz? Bizler, İmam'a o gün teslim olanlar gibi nasıl teslim olabileceğiz?

 Hiçbir kimsenin ama hiçbir kimsenin, hangi zaman diliminde yaşıyor olursa olsun bu konudan muafiyyeti söz konusu dahi değildir.
MUAFİYYETİMİZİN OLMAMASI DEMEK NE DEMEKTİR?
Yani bizler bugün bu konjonktürde yaşıyoruz ve vazifemiz vardır; vazifemiz nedir?

Vazfemiz: "Hz. İmam Huseyn (a.s)'ın nidasını ve feryadını o gün duyduklarında İmam'a kimler nasıl Lebbeyk diyerek teslim olduysalar aynı şekilde teslim olmaktır."

Bu vazifede de, zenginin/fakirin, açın/tokun, hastanın/sağlıklının, herkesin vermesi gereken cevap aynıdır.

Peki, bizler Aşura ve benzeri olayların sırrını ve hikmetini nasıl anlayacağız?

Anlamamız farzdır çünkü anlayamadığımız sürece bizler İmam'a teslim olamayacağız. 
Teslim olabilmek için idrak etmemiz gerekir.

Burada ki idrak farziyyatı sadece Aşura için değildir. Aşura’nın benzeri olan Gadir-i Hum Vakası için de böyledir; Hz. Zehra (s.a)’nın ve 6 aylık Muhsin adlı bebeğinin şehadet olayı da böyledir; Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in Vasiyetinin yazdırılmaması olayı ve benzeri musibetlerinde tamamı da böyledir ve bizim buralarda teslimiyet ehli olabilmemiz için de öncelikle idrak etmemiz lazımdır.

Bu olayları ve hadiseleri anlayabilmemiz için öncelikle:
1- Aklımızda canlandırmamız gerekir.
2- Tarafsız bir şekilde canlandırmamız gerekir çünkü ancak tarafsız bir şekilde canlandırma yaparak o tarafa doğru gidebiliriz.

 Eğer ki bizler bugüne kadar (hepimiz kendi ölçümüzde) İmam Hüseyin (a.s)'a fersah fersah uzak isek bunun tek sebebi: bizlerin bugün (aklımızda) canlandırma yapmamamızdan kaynaklanmaktadır. Tek sebebi budur!

Bir alim ki alimdir; kitap yazmıştır; hutbe vermiştir; beyanat vermiştir eğer bu alim bunları yapmasına rağmen Aşura’dan fersah fersah uzak ise bunun tek sebebi: Aşurayı kafasında canlandırmamasıdır.

Bir alim içtihad makamına ulaşmıştır; müçtehid olmuştur; Onbinlerce/yüzbinlerce kişi kendisine taklid etmiştir ama buna rağmen Aşura'dan fersah fersah uzak olduğu için Siyonizm'in filan uşağının kölesi ve sözcüsü olabilmiştir. Tarih böyle Alimler ile doludur. Bugün günümüzde de böyle olan kişiler vardır. Bunun içinde Siyonizm'in Müçtehidi diye meşhurdurlar. Amerika’nın Müçtehidi diye meşhurdurlar. İsrail'in Müçtehidi diye meşhurdurlar. Bugün günümüzde de halen yaşıyorlar.

 Bu sadece Alimler için değil diğer insanlar içinde böyledir. Sinezenler, Nohehanlar, Aşuraya ağlayanlar veya matem saklayanlarda böyledir.

Bir işi duymak ve o işi yapmak, o işin hakkına teslim olmak demek değildir.

BİZLER NEDEN BÖYLE OLMUŞUZ?

Bizler, hepimiz 20-30-50-70 Aşura yaşamışız. Aşura’nın sene-i devriyesini görmüşüz. Matem tutmuşuz; karalar giymişiz; evlerimizde radyo, televizyon açmamışız, ihsanlar dağıtmışız.

PEKİ, BİZLER NEDEN AŞURA’YA TESLİM OLAMAMIŞIZ?

Çünkü bizler Aşura’yı kendimizde hakim kılacak olan boyutu, bizi Aşura’ya teslim kılacak olan boyutu kendimizde hakim etmemişiz ve bu boyutun adı canlandırmaktır.

Örneğin, sizler musibet gören çocuğunuzun musibet görme halini gözlerinizin önünde canlandırıp, aklınıza ve kalbinize hem yazmaz ve hem de kazımazsanız o musibetin içine giremezsiniz.

CANLANDIRMAK İÇİN:
1-Olaya katılanları canlandırmanız gerekir.
2-Olaya katılmayanları, canlandırmanız gerekir.
3-Söz söyleyenleri, canlandırmanız gerekir.
4-Söz söylemeyenlerin hepsini bütün unsurları ile aklınızda canlandırmanız gerekir. 

Daha sonrada:
1- Yaptıkları işler pozitif (doğru) ise pozitiflerini aklımıza ve beynimize kazımamız gerekir.
2-Yaptıkları işler negatif (yanlış) ise negatiflerini aklımıza ve beynimize kazımamız gerekir.

 Bir işi canlandırmak: O işi kalbe kazımaktır. Bizler bunu yapmadığımız için bugün Aşura'ya fersah fersah uzağız.
Aşurayı anlamak istiyorsak:

1- Aşura olayının taraflarını tanımamız gerekir.

2- Aşuranın taraflarını aklımıza ve beynimize kazımamız gerekir.

Bu canlandırmanın nasıl olması gerektiğini, nasıl canlandırma yapılacağını merak edenler ilk dersi okusunlar.

1. Derste de işlediğimiz gibi Aşura Vakasında 4 farklı grup vardı.

Aşura’nın taraflarına bir bakın ve kendinizi de tartın. Tartın ki hangi grubun içerisinde olduğunuzu görebilesiniz.

Aşura
Aşura

Aşurada olan ilk grup:

Hz. İmam Hüseyin (a.s)'ın karşısına çıkarak direkt olarak harp ilan etmişlerdir.
 İbn-i Ziyad Kufe'yi fethinden sonra Kufe'nin hemen dışında bir askeri kışla (kamp) kurdu. İbn-i Ziyad bu kampın adını Nehliyye koydu. Binlerce, onbinlerce kişi Nehliyye kampına gönüllü olarak gittiler ve orada toplandılar. İbn-i Ziyad bu kampa gelenleri, grup grup asker sevk edercesine Kerbela'ya sevk etti.
Bir grup böyleydi ki gönüllü olarak gelmişlerdi ve İmam Huseyn (a.s)'ı öldürmek için and içmişlerdi.

Aşura’da ki ikinci grup: VURDUMDUYMAZLAR

Bu grup bizlere ne kadar da çok benziyorlar değil mi? Yada şöyle söyleyelim: “Bizler bu gruba ne kadarda çok benziyoruz değil mi?” Çünkü bu daha doğru olur.

Bunların ne Huseyn’in ne de Yezid’in dedikleri ile işleri dahi yoktu. Bunlar sadece aşlarının ve işlerinin peşine düşmüşlerdi. İmam Hüseyin (a.s)’da, Yezid’de bunların hiç mi hiç umurunda dahi değildi.

Bu grupların hepsi Kerbela Vakasında ortaktırlar. Sevap cihetinde olanlar sevabına ve günah cihetinde olanlar ise günahına ortaktırlar.

Aşura’da ki üçüncü grup:

Bu gruptaki kişilerde acabaların peşine düşmüştü.

“Acaba, ama, lakin, bu mu olacak? Şu mu olacak? Gitsem mi? Gitmesem mi? Bugün mü? Yarın mı?”

“İstihare ediyorlardı. Namaz kılıyorlardı. Namazın özü (İmam Hüseyin (a.s)) tehlike altındaydı!

HÜSEYİN Namazın özüdür.

HÜSEYİN Kuranın özüdür.

HÜSEYİN Orucun özüdür.

HÜSEYİN Emri bil Marufun ve Nehyanil Münkerin özüdür.

HÜSEYİN Sevginin ve Buğzun özüdür.

Huseyn o gün tehlike altındaydı ama bu grup ise o gün secdeye yatmışlardı ve diyorlardı ki:

“Ya Rabbel Alemin! Xirli” Ey Alemlerin Rabbi olan Allah! Hayırlı olanı bizim önümüze çıkar.

İstihare ediyorlardı ve diyorlardı ki: Ya Rabbel Alemin! En çok hayırlı olanı benim önüme çıkar ki; Ben Huseyne mi katılayım? Yoksa Yezide mi katılayım?

Bunlar O gün yaşanan olaylardır.

Bugün bizim için önemli olan şey:

Bizler hangi grubun içindeyiz?

Eğer ki Kerbelayı, Aşura Vakasını canlandıracak olursak (ki canlandırmak vazifemizdir) buraya geleceğiz ve burada hoplamadan ve zıplamadan kimin tarafında olduğumuzu kabulleneceğiz.

Çünkü vicdan: Muhakeme, hakim ve yargıçtır.

Vicdan, seni rezil etmeden, yüzüne bağırmadan seni yargılıyor.

Adnan Hoca dediği zaman hoplayıp zıplayabilirsiniz; gerçi ona da hakkınız yoktur ama neyse… Sizler yatın kalkın ve dua edin ki sizi burada hoplatıp zıplatan birisi var.

Peki ya sizleri hoplatıp zıplatan birisi olmasaydı?

Sizlere afyon niteliğindeki bir dini anlatarak sizleri uyuştursaydı?

O zaman ne yapacaktınız? O gün kim olacaktınız?

Acaba o gün ölüm anındaki şehadeteyniniz kim olacaktı?

Zannetmeyin ki! Öldüğünüz zaman rahatlık ile diyebileceksiniz ki: Eşhedu en La İlahe İllallah. Ve Eşhedu enne Muhammeden Resulullah. Böyle bir şeyi zannetmeyin!

İsfehanlı bir Ağa anlatıyor:

Bizlere haber geldi ki zamanın meşhur müçtehidi can veriyor. Ailesi haber gönderdi: “Ağa, muhtezirdir; Gelin! Ağa telkin verin!”

İsfehanlı bu Ağa diyor ki:

“Gittik. Ağanın yanına oturduk. Biz dedik: “Ağa de ki: “Eşhedu en La İlahe İllallah.” Ağa tekrar etti. Duvarın köşesinden bir ses geldi ve dedi ki: “Seddegte Ya Ebdi” Yani: “Kulum sen doğru diyorsun.” Biz dedik, o tekrar etti. O ne kadar dedi ise: “Eşhedu En La İlahe İllallah.” Duvarın dibinden buna benzer bir ses tekrar etti.

Müçtehid can veriyor. Biz Ağaya telkin veriyoruz. Duvarın köşesinden o ses geliyor.

Ağa sonra dedi ki:

İblis de bir müçtehitti ama teslim olmamıştı. Can veren o müçtehid şehadet getirdikçe İblis de cevap veriyordu ve diyordu ki:

“Evet kulum. Ben senin Rabbinim.”

O diyordu ki:

“La İlahe illa ente.”

İblis cevap veriyordu:

“Evet kulum! Sen bir ömür benim yolumdan gittin.”

Eğer ki bir ömür boyunca İblisin yolundan gittiysen, ölüm vakti Eşhedu En La İlahe İllallah, diyebileceğini zannetme!

Kelime olarak Eşhedu En La İlahe İllallah diyebilecek olsanız dahi İblis için diyeceksiniz ve o da size “Seddegte”; “Doğru diyorsun” diyecek!

Bizim hangi gruptan olduğumuzu bilmemiz lazım.

Biz geç mi kalanlardanız?

Umursamıyarak, Huseyin ile de Yezid ile de işi olmayan Vurdumduymazlardan mıyız?

İmama açıkça harp mı ilan edenlerdeniz?

Yoksa o 72 aşık gibi aşık mı olanlardanız ?

Aşura’da ki dördüncü grup: İmam Hüseyin (a.s)’a divanevar Aşık Olanlar:

Bu derste Hür b. Yezid Er Riyahi’nin olayını anlatacağım. Anlattıktan sonrada buradan bir netice alacağım.

Çünkü bizler Ehlibeyt’in (a.s) emirlerini ihya etmek durumundayız.

HÜR B. YEZİD ER RİYAHİ:

Hür b. Yezid Er Riyahi, Yezid b. Muaviyenin komutanlarından birisi idi. Kufe ordusunun en önde gelen korkusuz, cengaver komutanlarındandı. Generaldi ve muharrib komutandı.

İbn-i Ziyad, Hürrü binlerce askere komutan atıyarak Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın karşısına öncü birlik olarak gönderdi.

Hürr ile İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’nın yakınlarında bulunan bir mevzide karşı karşıya geldiler Hürr burada Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın önünü kesti.

Hürrün babasının da adı Yeziddir ama o güne kadar Yezid Vakası vuku bulmadığı için kötü karşılamamak gerekir. O günlerde Yezid adı araplar arasında kullanılan bir isimdi.

Onlar bâtının ehli olmadığı için İmam zahiri olarak hücceti tamamlamak istiyordu ki tamamladı da.

Hürrün ordusu (ve bizler) bâtının ehli değiliz ki İmam iki parmağının arasından bize ne var ne yok nereye gideceğiz hepsini göstersin.

Hz. Emirelmüminin İmam Ali (a.s) buyuruyor ki:

“İnsanlar ile akıllarının ölçüsünde konuş. Fazla yüksekten konuşma seni anlamazlar. Marifet ehli değiller ise onlar ile Marifet ehlinin dili ile konuşma. Yoksa sana Mecnun yada şair derler.”

Bilahare onlar zahiri oldukları için İmam (a.s)’da onlara zahiri muamele yaptı çünkü İmam Hüseyin (a.s) hücceti tamamlayacaktı ve onların anlayabilecekleri de bu kadarı idi.

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:

“Beni bırak, ben Yemen’e doğru gideyim.”

Hürr dedi ki:

“Bırakmam!”

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:

“Beni bırak. Ben Mekke’ye doğru geri döneyim.”

Hürr dedi ki:

“Bırakmam!”

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:

“Ne yapacaksın?”

Hürr dedi ki:

“Sen burada muhasara olacaksın!”

Bilahare İmam Hüseyin (a.s)’ı kanalize ettiler. En sonunda o meşhur olay ki hepiniz biliyorsunuz.

İmam (a.s) buyurdu ki:

“Buranın adı nedir?”

İlâ nihaye… İmam orada çadırların Kerbela’ya kurulmasını emretti.

Bakınız buraya çok dikkat edin çünkü burada çok püf bir nokta var. “Ali Ali” demek ile Alevî olunmuyor! Bizler, hepimiz Aleviyiz. Belli bir grup ki bu adı kullanıyorlar ben onları kast etmiyorum.

ALEVÎ NE DEMEKTİR?

Alevî, yani İmam Ali (a.s)’dan başka bir Emir tanımamak demektir. Alevî, Yani İmam Ali (a.s)’ın hükmettiği kişi demektir.

Alevî yani kişinin evine Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Fikrine, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Zikrine, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Eline, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Ayağına, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Siyasetine, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak! Diyanetine, Ali b. Ebu Talib (a.s) hakim olacak!

Alevi olmak budur! Kuru kurusuna “Ali! Ali!” demek ile Alevî olunmuyor.

Alevî= Şibhi Ali= Alinin benzeri.

Alevi olmak: İmam Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın gölgede fotoğrafının çekilmiş hâli demektir ve bu şekilde olmayanlar Alevî değildir. Bu şekilde olmayanlar yalnızca Alevilik iddiasında bulunuyorlardır.

İŞTE O PÜF NOKTA:

İmam Hüseyin (a.s), Hürr ile bu şekilde mübahese edip, tartışınca İmam (a.s) çok gazaplandılar.

Burada çok püf bir nokta var. Bir bakın bu özellik bizde var mıdır? Bu özellik, Hür b. Yezid Er Riyahi’nin özelliğidir. Hürr Yezidin komutanıydı ve Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın önünü kesen ilk kişiydi ve İmam’ı ölüme mahkum eden kişidir.

(Biz bu olayı zahiri manada ele alıyoruz. Elbetteki bu işin bâtînî manadaki sırrı farklıdır.)

Bu Hürr İmam Hüseyin (a.s)’a zorluk çıkarınca, İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki:

“Sekiletke Ümmük” (Bu söz Arap gramerinde hakarettir. Beddua etmektir. Nifrin etmektir.” İmam Huseyn (a.s), Hürrün annesine beddua etti.

İmam Hürre dedi ki: “Annen mateminde otursun.”

Bir insana yapılabilecek en büyük beddua, en büyük nifrin, nefret nedir?

Budur ki, Azizin doğransın sende onun mateminde oturup ağlayasın. Bundan da daha büyük bir nifrin yoktur.

“Sekiletke Ümmük” yani “Allah seni paramparça etsin ve sen ki annenin azizisin; Allah, senin annene öyle bir bela versin ki matemlere dalsın; ezaya dalsın.”

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’a cevaben dedi ki: Ya Huseyn! Senden başka hiç kimse benim annemin adını ağzına alamazdı.

“Buradaki ince ve püf olan noktaya bakın. Hürr burada ne diyor? Hürr de ne var? Hürr Yezidin komutanıdır ama ağzından bir cümle çıkıyor; bu cümle nasıl bir cümledir?”

Hürr diyor ki: “Ya Huseyn! Benim annemin adını senden başka hiçkimse ağzına alamazdı. Yani siz Ehlibeytten başkası alamazdı. Eğer ki alacak olsaydı bende onun annesinin adını ağzıma alırdım.”

Bu Hürr, Hzçİmam Hüseyin (a.s)’ı ölüme mahkum eden komutandır.

Hürr’ün bu sözünün karşısında o hengamede, o savaş arefesi ortamında (ki bir kaç gün içinde Âlullah’ın başına bela yağacak.) Hz. İmam Hüseyin (a.s) Hürre lütuf gözü ile baktı.

Bakın enteresan bir şeydir İmam, Hürre kerem gözü ile baktı.

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ı ölüme mahkum ediyor; Hürr, Hz. imam Hüseyin (a.s)’ı, Yezid (l.a)’e teslim edecek ve Ehlibeyt’in çocuklarını ve hanımlarını esir edilecek ama Hürr, o esnada bile Hz. Fatimet’üz-Zehra’nın (s.a) adını ağzına saygı ile aldığı için Hz. İmam Huseyn (a.s), Hürr’e keramet gözü ile bakıyor.

Hürr, Yezidin komutanıdır ama İmam Hüseyin (a.s)’ın da, babasının da kim olduğunu biliyor.

İmam Hüseyin (a.s)’ın, Hürr’e olan bu bakışını şimdi bir kenara ayırın.

Sizler bu olayı gözünüzün önünde canlandırdınız mı?

1- Eğer ki biz o halde olsaydık İmam Hüseyin (a.s)’ın annesine ne tür bir saygı gösterirdik?

2- Acaba saygı gösterir miydik?

Yada bugün ki halinize bakın ki canlandırmanız daha kolay olsun. Allah size emir vermiştir ve yapmamışsınız; şu veya bu işi yapmadığınız içinde üstünüze belalar yağdırıyor; hastalıklar, belalar ve çıkmazlıklar veriyor acaba o belaların içinde başınızı kaldırıp diyebiliyor musunuz ki:

“Esselamu aleyki Ya Fatimet’ez-Zehra!”

Bu belaların içinde Hz. Fatimet’ez-Zehra (s.a)’ya teslim olabiliyor musunuz?

Bakın burada kendiniz ile kıyaslayın! Hürr, İmam’ın önünü o gün kesmişti ve bugünde bizler bir şekilde İmam’ın önünü kesmişiz.

Bakın bizim hiç birimiz İmam Hüseyin (a.s)’ı tanımıyoruz! Bizim hiçbirimiz İmam Hüseyin (a.s)’ın anne ve babasına Hürr kadarı saygı göstermiyoruz!

Hürr, burada bizden öndedir.

Hürr ile olan ortak noktamız ise: “Hürr de bizler de bir şekilde İmam Hüseyin (a.s)’ın düşmanlarına hizmet ediyoruz.”

Bizler de Hürr gibi bir şekilde tağutun borazancılarının yanındayız.

Eğer ki bu saydıklarımın hiçbiri sizde yoksa dahi hepimiz nefsimizin kontrolü altındayız.

Hepimiz, nefsimizin emri altındayız.

Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), nefs ile savaş halindedir.

Nefis, İblisin sadece tek bir silahıdır ama İblisin silahıdır ve Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ile İblis savaş halindedir!

Bunu da bilin ki! 124.000 Peygamberin içinde sadece Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) Mebus olduğu zaman, İblis bütün askerlerini bütün teçhizatları ile sahaya çekti.

İblis var olan bütün gücü ile sadece Nebiyyi Kibriya (s.a.a) ve Ehlibeyti ile savaşmıştır. Yine aynı şekilde Bütün Enbiyaullah’ın içinde, Tağutî ve İblisi sistem ile bütün gücü ile savaşan tek kişi:

“Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’dir.”

Bu sistem, bu Mekteptir.

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ı tanıyordu.

Hürr, Huseyn’in kim olduğunu biliyordu.

Aşura gününe baktığımız zaman Hürrün, Ömer b. Sad ile olan konuşmasında da bunu görebiliyoruz; biz bunu çok açık ve de çok net bir şekilde görüyoruz ki:

“Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ı tanıyordu; İmam Hüseyin (a.s)’ı kabul ediyordu ve hatta İmam Hüseyin (a.s)’a muhabbeti de vardı. Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ı seviyordu.”

Hürr, Ömer b. Sad’a dedi ki:

“Siz, gerçekten Huseyn ile savaşacak mısınız? Barışmayacak mısınız?”

Ömer b. Sad dedi ki:

“Hayır! Barışmayacağız! Savaşacağız!”

Hürr bir taraftır:

“Hem de düşmanın tarafıdır. İmam’ın yolunu kesmiştir; hem de İmam’ın yolunu, Allah’ın namusunun kalbini titretme pahasına kesmiştir.”

Ama Hürr, bir şey yaptı:

(Bizler kendimize bir bakalım acaba bizler, bugüne kadar böyle bir şey yapmış mıyız? Herkesin ömrü kendisi için mukaddestir. Bugün hepimiz için son gün olabilir. Ömür dediğimiz şey bu kadardır. İster 10 yıl olsun, ister 50 yıl ,isterseniz de 70 yıl olsun. Hepimiz uzun bir saltanat sürmüşüz. Bizler bugüne kadar iyi veya kötü Kerbela’yı, Aşura’yı duyduk. Hepimiz vicdanımız ile baş başa kaldığımız zaman biliyoruz ki İmam Hüseyin (a.s) ile dostane bir ilişkimiz yoktur. Bunu biliyoruz.)

Peki kendimizi hiç arada gördük mü?

Hürr, kendisini arada gördü. Hürr, Yezid’in komutanı olarak İmam Hüseyin’in önünü kesti. İmam’ı, ölüme mahkum etti ama kendisini arada da görebildi.

Burada aklımıza bir soru daha geliyor.

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ı bu kadar çok sevmesine rağmen İmam’ın önünü neden kesti? Neden, İmam’a engel oldu? Hürr, bunu neden yaptı?

Acaba, Hürr, Emeviler’in propagandası altında kalmıştı?

Çünkü bugün bazıları böyle söylüyorlar:

“Bizi aldattılar.”

“Şu düzen, şu parti veya şu molla bizi kandırdı.”

Acaba Hürr’ü. Emevi müçtehidleri mi kandırmıştı?

Çünkü Emevi müçtehitleri diyorlardı ki:

“Emevi müçtehitlerine karşı gelen, Resulullah’a karşı gelmiştir. Resulullah’a karşı gelen ise dinden çıkmıştır.”

Acaba Hürr, Emevî padişahları olan Muaviye ve Yezidi Halifetullah mı görüyordu?

“Hayır! Onları kabul etmiyordu.”

Peki Hürr. hem Emevileri kabul etmemesine ve İmam Hüseyin’i de tanımasına rağmen neden İmamın düşmanlarının safında yer aldı?

Bu sorunun cevabını birazdan açıklayacağız ama bize faydalı olup olmayacağı kendimizi muhasebe ve muhakeme etmemize bağlıdır.

Bakınız:

“Hürr, İmam Hüseyin’i tanıyordu; hemde çok iyi tanıyordu ve İmam Hüseyin (a.s)’ın annesini de tanıyordu. İmam Hüseyin (a.s)’ı da seviyordu, annesini de seviyordu, babasınıda seviyordu.”

“Bu böyledir, haktır, doğrudur.”

Ama aynı zamanda da, İmam Hüseyin (a.s)’ın azılı düşmanlarından da birisi idi.

NİYE?

Ne olmuştu ki böylesine iki tezat bir araya toplanmıştı?

Bizlerin de hayatı aynen bu şekildedir. Bizlerde, İmam Hüseyin (a.s)’ı çok seviyoruz. Hz. Zehra (s.a)’yı, çok seviyoruz ama;

Hayatımız (yaşantımız), Huseyn’e düşmandır.

Tefekküratımız, Huseyn’e düşmandır.

Yolumuz, İmam Hüseyin (a.s)’a düşmandır.

BU TEZATIN SEBEBİ NEDİR?

Bu tezeetın sebebi:

“Hürr, hem dünyayı hem de ahireti bir arada istiyordu ve bundan dolayı da Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ın kim olduğunu bilmesine rağmen Yezidin ordusunun komutanıydı.”

“Hürr, hem İmam Hüseyin (a.s)’a karşı gelerek cehennemlik olmak istemiyordu; hem de Yezide rest çekip, İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında olarak dünyevî menfaatlerden, makamdan, aldığı paradan, oturduğu saraydan mahrum olmak istemiyordu.”

Kendinizi tartın, kendinizi eleştirin göreceksiniz ki: “Aynısı bizlerde de var.”

İmam Caferi Sadık (a.s) buyuruyorlar:

“Ehyu Emrena!” “Bizim emirlerimizi ihya edin!”

Yani buyuruyorlar:

“Bizim emirlerimizi insanların beyninde ve kalbinde vücuda getirin ki insanlar yanıl yolda olduklarını ve gitmiş oldukları yolun Ehlibeytin yolu olmadığını bilsinler.”

Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), bizlerin böyle yaşaması için öldürülmedi!

Haydi sen söyledin, bizde inandık; İmam Hüseyin (a.s) kendisi geldi ve öldürüldü (bu bir tarafa.)

“El Euzubillah! El Euzubillah! El Euzubillah! İmam Hüseyin (a.s), ahmak birisi değildi ki ideolojisi bizim bu hayatımız gibi bir şey olsun! İmam Hüseyin (a.s) böyle bir yaşam tarzı için eşini, çocuğunu ve bütün ailesini (yani Allah’ın namusunu) getirip esarete ve ölüme teslim etmez!”

İMAM HÜSEYİN (A.S), HERŞEYİNİ BİZİM YAŞAMAKTA OLDUĞUMUZ GİBİ BİR YAŞAM TARZI İÇİN FEDA ETMEMİŞTİR!

DÜNYA İLE AHİRET BİR ARADA TOPLANMAZ.

Hürr: “Hem İmam Hüseyin (a.s) ile savaşarak ahiretinden olmak istemiyordu; hemde Yezid’e muhalif olarak tacından, tahtından ve rütbesinden mahrum kalmak istemiyordu.”

Hürr bunu bizzat Ömer b. Sad ile konuşmasında kendisi kullanmıştır. Hürr bunu kendi ağzı ile kendisi söylemiştir.

Hürr, baktı ki barış olmayacak. Aşura günü sabahın köründe kalktı ve Ömer b. Sad’ın yanına giderek dedi ki:

“Ya Emir! Siz, Hüseyin ile sulh etmeyecek misiniz? Barışmayacak mısınız? Anlaşmayacak mısınız?”

Ömer b. Sad dedi ki:

“Hayır! Sulh yoktur! Barış yoktur! Anlaşma yoktur! Huseyn anlaşma yapmak isterse dahi biz onunla anlaşmayacağız! Bir tek şey var: “ÖLÜM!” Huseyn, öldürülecek. Bir tek şey var: “Huseyn’in yanında olan erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan taarruzda bulunanların tamamı öldürülecek ve taarruz göstermeyenlerde esir edilecekler.”

Hürr savaşın kaçınılmaz olduğunu görünce sarsıldı ve titredi.

Hürre sordular: “Sen, niye titriyorsun?”

Hürr, dedi ki:

“Ben, kendimi Cennet ile Cehennemin arasında görüyorum. Kendimi, ateş ile kurtuluşun arasında görüyorum. Ben titremiyeyim de kim titresin? Ben, bir yol ağzındayım.”

Bunları iyi alın; bunlar Hürr’e mahsus olaylar değildir! Bizler, hepimiz bunun ile muvaccihiz (karşı karşıyayız.) Bu teklif, hepimizin üstündedir.

Bakın ben bunları kendimden çıkarmıyorum.

Hani başlarınızı, taşa duvara vurup “Ya Huseyn!” diyerek ağlıyorsunuz ve sonrada bu hayatı yaşıyorsunuz ya, işte uğruna kendinizi vurduğunuz o İmam Hüseyin (a.s), bunu buyuruyor!

İMAM HÜSEYİN (A.S) AŞURA GÜNÜ KERBELADA KAÇ KONUŞMA YAPTI?

Bazıları diyor ki: “10-20 filan”.

böyle bir şey yoktur. İmam Hüseyin (a.s) sadece ama sadece 2 Hutbe okudu. Doğrudur, İmam Recez okuyordu, kısa sözleri vardı ama İmam, Aşura günü konuşma (Hutbe) olarak sadece 2 konuşma yaptılar.

İmam Hüseyin (a.s), Aşura günü savaş meydanının ortasında sadece 2 Hutbe okudular. Aşura günü, sadece 2 konuşma yaptılar ve her iki hutbesinde de sadece tek bir hususu beyan buyurdular.

İmam Hüseyin (a.s), bu iki konuşması ile o günden kıyamı kıyamete kadar var olan ve var olacak olan bütün herkese itimami huccet ettiler; hucceti tamamladılar ve buu sebepten dolayı da hiç kimsenin mazereti yoktur, hiç kimse “Ben duymadım.” diyemez!

Herbiriniz birazdan İmam Hüseyin (a.s)’dan nakledeceğim hadisi en az 10.000 defa duymuşsunuzdur.

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:

“Herkes beni duysun! Herkes bunu çok iyi bilsin! Hem dünyaya ve hem de ahirete aynı anda sahip olmak asla mümkün değildir.”

Sen, hem dindar olacaksın hemde dünyanın peşinden koşacaksın, böyle bir şey mümkün değildir! Dindarlığını ilan edip namaz kılacaksın sonra da dünya için yanıp tutuşacaksın; bu şekilde bir namaz yoktur! Bu sebepten dolayı biz buna namaz kılmak demeyelim:

“EĞİLİP EĞİLİP KALKACAKSIN” diyelim.

Dünya için yanıp tutuşurken eğilip eğilip kalkacaksın adını da namaz koyup, Ahirette Allah’tan alacaklı olacaksın; böyle bir şey yoktur!

Kendinizi aç ve susuz bırakacaksınız (adına da oruç koyup) Allahtan alacaklı olacaksınız; böyle bir şey yoktur!

Helal veya haram demeden necaset üstüne necaset, leş gibi kokan 2 kuruşunuzu vereceksiniz (adına da humus koyup) Allahtan alacaklı olacaksınız ve sonra bir de diyeceksiniz ki:

“Ya İmamı Zaman, sende ver! Ben verdim! Senden alacaklıyım!”

İmam Huseyn (a.s) buyuruyor ki:

“Hem dünyaya hem de ahirete sahip olmak asla mümkün değildir.”

İmam Hüseyin (a.s) şöyle devam buyurdular:

“Hiç Şüphesiz olmasın! Herkes, bunu çok iyi bilsin! Alçak oğlu alçak, beni iki şeyin arasında koymuştur. Ben alçaklığı seçemem!”

Alçaklığı seçemem! = Dünyayı seçemem!

Alçak oğlu alçak, beni dünyayı yada ahireti seçmenin arasında koydu.

Hepiniz dünyayı veya ahireti seçmenin arasındasınız. Tek yolunuz budur. Bundan başka alternatif bir yolunuz yoktur. Hem dünyayı hem de ahireti aynı anda seçmek gibi bir olayınız olamaz. Böyle bir şey yoktur.

İmam buyruğuna şöyle devam etti:

“Allah buna düşmandır, Resulullah (s.a.a) bundan beridir….”

Bakın İmam ben kılıcı seçtim buyurmuyor!

İmam Hüseyin (a.s) buyuruyor ki:

“Ben, alçaklığı seçmedim!”; “Ben, dünyayı seçmedim!”

Ben dünyanın sarayını, yatını, katını, şatosunu v.b şeyleri seçmedim!

(Vaktimiz kısıtlı olduğu için konunun tamamını aktaramıyacağım.)

İmam bu 2 konuşmasında savaşın hakikatlerini beyan buyurdular.

Savaş, hayat için verilir.

Savaş, yaşam için verilir.

Hayatın içerisinde itikad varsa hayattır.

Yeme, içme, zevk, şehvet ve lezzet ile hayat olmaz!

Eğer bunlar hayat bahşetseydi Allah’ın insan gibi asi bir mahlukatı yaratmasına ne hacet vardı?

Öbür mahlukatlar her şeyi alenen yapıyorlardı.

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular ki:

Hayatın hakikati, inancın hakikati budur ki:

Hem dünyayı ve hemde ahireti seçemezsin! Aynı anda ikisine birden müşteri olamazsın; birisine müşteri olacaksın.

Sizler, ya İblis’in ve Yezid’in safında yer alarak dünyaya müşteri olacaksınız.

Yada ukbaya müşteri olarak Allah’ın ve Resulü’nün safında yer alacaksınız.

Bakın, Hürr b.Yezid Er Riyahi, hem dünyayı ve hem de ukbayı istediği için İmam Hüseyin (a.s)’ın yolunu kesti!

Peki bizler de hem dünyayı ve hem de ukbayı isterken buna rağmen kendimizi nasıl Huseyn’in yarenleri olarak görebiliriz?

EN BÜYÜK KAHRAMAN HÜRRDÜR, HÜRR!

Öyle ki Hürr’ün önüne dünyayı verdikleri zaman eline kılıcını alarak Kerbelay’a İmam Hüseyin (a.s)’ın başını kesmeye geldi.

Sen mi, dünyayı seçerek Huseynin mübarek başını kesmeyeceksin? Yada ben mi dünyayı seçerek Huseyn’in başını kesmeyeceğim?

Bizler neyin sloganını atıyoruz?

Bizler hangi Aşurayı yaşıyoruz?

Kuru kurusuna “Huseynim vay! Huseynim vay!” demek ile Aşuraî olunmuyor!

Sizin, dünya peşinden koşarak, “Huseynim vay! Huseynim vay!” demenizin lisan-i hâli şöyledir:

“Yezidim Vay! Yezidim vay! Huseyn kıyam etti ve senin saltanatını senin başına yıktı!!!”

Bunu böyle bilin ki çoğu kişi: “Huseyn vay!” diyerek aslında “Yezid Vay!” diyor.

Eğer ki bu dersleri duyduktan (okuduktan) hemen 1 saat sonrasındaki hayatınız:

1-Hâlen İmam Hüseyin (a.s)’a muhalif olmaya devam ederse;

2-Her türlü fıskı fucur hayatınıza hakim olmaya devam ederse;

3-Her türlü fıskı fucur ailenizde, fikriniz de, zihninde ve ekmeğinizde var olmaya devam ederse bunun anlamı şöyledir:

SEN KORKUNDAN DOLAYI: “YEZİD VAY! DİYEMİYORSUN!”

BUNUN İÇİN DE: HUSEYN VAY! DİYORSUN.

Yani sen, “Huseynim Vay!” diyerek Yezid’e matem tutuyorsun.

Çünkü:

  • Sarayı yıkıldı!
  • Saltanatı yıkıldı!
  • Hükümranığı yok edildi!

Bugün, 1400 yıl sonra bir Adnan Hoca çıkmış ve bunu bağırıyor!

Eğer İmam Hüseyin (a.s), Kerbela kıyamını gerçekleştirmeseydi bugün kim bunları haykırabilirdi?

O gün, 1400 yıl önce “Benim!” diyen adam bu hakikatleri bağıramıyordu.

İmam Caferi Sadık (a.s) yarenlerinden birine buyurdu:

“Babam Huseyn’in mezarı size yakın mıdır?”

O kişi dedi ki: “Yakındır.”

İmam (a.s) buyurdu ki: “Babamın Ziyaretine gidiyor musun?”

O kişi dedi ki: “Gitmiyorum çünkü deşifre olmaktan korkuyorum.”

Sonra devam etti ve dedi ki: “Ama ben geceleri oturup, sabahlara kadar Huseyn’e ağlıyorum.” (GİZLİ BİR ŞEKİLDE)

Hürr, esaret bağları ile bağlıydı!

Kendinize bakın, sizde de esaret bağları var mı?

Hürr, kölelik zincirlerine bağlıydı ve bundan dolayı İmam Hüseyin (a.s)’ın önünü kesti.

Ama Hürr de bir şey vardı ki bizde yoktur!

Hürr de olan ama bizde olmayan şey nedir?

Hürr’ün aklı vardı.

“Hürr, akıllıydı.”

“Hürr, düşünüyordu.”

Bizler ise, düşünemiyoruz; daha doğrusu düşünmüyoruz! Bizler, düşünmemek için adeta Sadr-ı İslamdaki putperestler gibi kulaklarımıza pamuk tıkıyoruz.

Meclise gitmiyorsun!

Derse gitmiyorsun!

Bahse gitmiyorsun!

Niye gitmiyorsun?

Çünkü senin bu işin Sadr-i İslamdaki putperestlerin yaptığı gibi hakikatleri duymamak kulağına pamuk tıkamaktır!

Sen, meclise gitmeyip, Allah’ın ahkâmını duymadığın zaman, Allah’ın senin üstündeki mesuliyetleri kaldırdığını zannediyorsun ve Allah’a da: “Ben, duymadım; ben, bilmiyorum.” diyeceğini zannediyorsun.

Ama bunu bil ki! “Böyle bir şey yoktur! Böyle bir şey olmayacak.”

Hürr esirdi! Hürr; egolarının, arzularının, isteklerinin, dünyevi menfaatinin, zevkinin, sefasının ve çocuklarının esiriydi ama aynı zamanda da akıllıydı.

Hür, Âlullah’ı 10 gün boyunca esaret zincirinin altına bağlamıştı ama bunu yapmasına rağmen akıllıydı. Akıllı oldu, düşünerek silkindi ve kendisine geldi ama maalesef ki bizlerde düşünmede yoktur!

Hürr, ahireti seçti ve kendisini alçaklıktan âzâd etti.

Hürr b. Yezid Er Riyahi, bu hürriyeti ile öyle bir makama geldi ki:

“3 saat öncesine kadar İmam Hüseyin (a.s)’ın önünü kesen o korkusuz silahşör, 3 saat sonra İmam Hüseyin (a.s)’ın etinin bir parçası oldu.”

Acaip bir sözdür!

Hürrün aklı vardı.

Hürrün idrakı vardı.

Şimdi sizlere Hürr’ün kurtuluşunun aşamalarını sayacağım. Bakınız, sayacağım bu aşamaları herkes kendisinde uygulamaya koymak zorundadır çünkü bu aşamalar bizde hayat bulmayacak olursa İmam Hüseyin (a.s)’a doğru gitmemiz mümkün değildir! Çünkü Huseynî olmak, imtihanlardan geçmek ile olur. Huseynî olmayı herkese vermiyorlar. İmtihan vermeden Huseynî olmak gibi bir şey yoktur!

Neden, imtihan vermemiz gerekir?

Çünkü İmam Hüseyin (a.s), Hüseyin olabilmek için her şeyini verdi!

Hiç kimse bunu diyemez ki:

“Bir insan her şeyini veremez!”

Hz. Eba Ebdillah El Huseyn b. Ali (a.s), herşeyini verdi!

  • İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’ya gelene kadar yolda 400.000 dinar sadaka dağıttı ve geriye kalan parası ile de Kerbela toprağını satın aldı. (Bugün ki Kerbela şehrinin belli bir fersah kısmıdır.)

İmam Hüseyin (a.s) herkesin (yeğenlerinden bazılarının, Ehlibeyt’in hanımlarının ve kervandaki diğer esirlerin hepsinin) öldürülmeyeceğini bilmesine rağmen bütün malını verdi. İmam, bir dirhemi dahi kalmayacak şekilde bütün malını dağıttı! Öyle ki “benden sonra, Ehlibeytimden geriye kalanlar için en azında şu kadar para ayırayım” dahi demedi. İmam, malının hepsini verdi.

  • İmam Huseyn (a.s), kardeşlerini feda etti.
  • İmam Hüseyin (a.s), yarenlerini feda etti.
  • İmam Hüseyin (a.s), evlatlarını feda etti.
  • İmam Hüseyin (a.s), namusunu verdi namusunu! Huseyn, namusunu kurban etti!

İnsan nasıl her şeyini veremiyor?

Nasıl veremez?

Huseyn, bunların hepsini verdi ve bu şekilde “Huseyn” oldu!

Huseynîliği de (yani Husey’nin benzeri olmayı da) herkese vermiyorlar! Huseynî olabilmek için imtihan vereceksin. Sınanacaksın. Sen, Ahmed’in veya Mehmed’in duası ile Huseynî olamazsın.

Hürr, bu kadar hatasına rağmen, bu kadar esaretine rağmen akıllı bir adamdı. Hürr, bu kadar olumsuz boyutuna rağmen akıllı bir adamdı.

Hürr düşündü ve azad oldu.

HÜRR, KURTULUŞU İÇİN HANGİ AŞAMALARDAN GEÇTİ?

1-) ESARET:

Hürr, esirdi ve hepimizde Hürr gibi esiriz. Ben, burada hiçbirinizi tenzih etmiyorum! Ben, burada “kimse kusura bakmasın, ben kendimi kast ediyorum” demeyeceğim. Ben, kendimi hepinizin önüne koyuyorum ama hiçbirinizi de tenzih etmiyorum. Eğer ki benim Aşura kıyamından anladığımı siz bilmiyorsanız (ki bilmiyorsunuz) bu İmam Huseyn maarifetsizliğinin delilidir ve İmam Hüseyin (a.s)’ın maarifetine sahip olmayan kişi de tenzih edilmez bunun için de ben hiçbirinizi tenzih etmiyorum. Hiçbirinize de “kusura bakmayın” demiyorum!

“Eğer ki Sizler, esir değilseniz bu haliniz neyin nesidir?”

Tamam, anladık; yabancıya gücün yetmiyor ama kendine de mi gücün yetmiyor?

“Tamam anladık, çocuğuna gücün yetmiyor, özüne de mi yetmiyor?”

Hürr esirdi; Esaretten silkindi ve esaret bağlarını koparmak için “direndi, direndi, direndi” ve sonunda kopardı. Böylece yeni makama geldi.

Ömer b. Sad’a dedi ki:

“Huseyn ile sulh etmeyecek misin?”

Ömer b. Sad dedi ki:

“Etmeyeceğiz.”

Hürr, bu ana kadar hem dünyayı ve hem de ahireti istiyordu.

Hürr, hem İmam Huseyn (a.s)’ın öldürülmesini istemiyordu ve hemde kendisi ölmek istemiyordu.

Hürr savaşın olmasını istemiyordu.

Ömer b. Sad ise dedi ki: “Savaş kesindir; hettan’nihaye (olacağı yere kadar).”

Hürr, silkindi ve esaret zincirini kopardı ve böylece yeni bir makama geldi; bu makam:

“Tartıp değerlendirme” makamıdır.

2-) TARTIP/DEĞERLENDİRME:

Hürr, artık tartıp değerlendirme makamına (konumuna) geldi. Hürr, artık tartıp değerlendiriyordu, muhakeme ve muhasebe edebiliyordu.

Bizler, neden esaret bağlarımızı kıramıyoruz, biliyor musunuz?

Bizler, esaret bağlarımızı kıramıyoruz çünkü bizler kendimizi muhakeme ve muhasebe etmiyoruz!

Mesela:

Adam ömrü boyunca tek bir ayet okumamış; adam ömrü boyunca Kuranın tek bir harfini görmemiş. Sen böyle bir adama bir hükmü açıklıyorsun, bu adam başlıyor ve (yalan/doğru) 52 tane ayet okuyor.

Geçen gün eve gidiyordum; yolun üstünde bir sütçü var. Bu adamın dükkanının önünde her gün, her türlü fıskı fucur cereyan ediyor. Bu adam bir tarikata/gruba bağlıdır. Birisini yoldan çıkarmaya çalışıyordu, karşısındaki adam ne derse desin bu sadece “hadis var” diyerek cevap veriyordu.

Beni gördü dedi ki:

“Hocamıza soralım!”

Bende dedim ki:

“Hocan, hadis bilmiyor!”

Adam hadis diye bir şey bilmiyor ve sadece: “Hadis var.”

Herkes: “Bu böyledir; o böyledir; öyle olamaz; bence…” diyor.

Bu neden böyledir?

Çünkü bizler, kendimizi tartıp muhakeme ve muhasebe etme durumda değiliz. Hürr, bu makama (duruma/konuma) geldi.

Hürr, kendini tartıp yargıladığı zaman ufku açıldı ve dedi ki:

“Ey Hürr! Nereye gidiyorsun? Ey Hürr! Sen, Zehra’ya (s.a) düşman mı oluyorsun? Aliyyel Murteza’nın (a.s) karşısına nasıl çıkacaksın?”

Hürr, bunları kendisine söyledikten sonra dünyanın çirkefliğini gördü. Hürr, artık dünyayı muhakeme etmeye başladı ve dünyayı muhakeme etti.

Hürr bu sefer 3. Makama geldi.

3-) ŞAŞKINLIK:

Hürr, şaşkınlık makamına geldi! Hürr, şaşırdı kaldı ama bizler ise hiç şaşkın bile değiliz.

Günah işliyoruz ama hiç umurumuzda bile değil, şaşırmıyoruz! Her gün farklı farklı cinayetler işliyoruz ama hiç şaşırmıyoruz; silkinmiyoruz; rengimiz kaçmıyor; sararmıyoruz; solmuyoruz!

4-) UBUDİYYET MAKAMI:

Hürr 4. bir makama geldi; o makam, ubudiyyet makamıdır. Hürr, hayatının her ânında, her noktasında Veliyyullah ile birlikte olması gerektiğinin farkına vardı. Hürr, hemen atına bindi ve döndü ve İmam Hüseyin (a.s)’ın safına/ordusuna katıldı.

Hürr daha 1 saat önce İmam Hüseyin (a.s)’ın başını kesmek için ant içen bir adamdı.

Hürr inançsız değildi.

Hürrü, İmam Hüseyin (a.s)’ın mübarek başını kesmek için Kerbela’ya getiren şey:

“Dünyayı ve ahireti birlikte istemesiydi.”

Hürr b. Yezid Er Riyahi, İmam Hüseyin (a.s)’ın önünü kestiği zaman İmam Hüseyin (a.s) ile mütareke etti ve İmam da kabul ederek Kerbela’da kaldı.

İmam Hüseyin (a.s), Hürre sordu:

“Ey Hürr! Sen, askerlerine namaz kaldırmayacak mısın?”

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’a döndü ve dedi ki:

“Ya Huseyn! Yebne Resulallah! Ben askerlerime namaz kıldırmayacağım; kıldıramam; hepimiz, senin arkanda namaz kılacağız.”

Hürr, İmam Hüseyin (a.s)’ın kim olduğunu biliyordu.

Hepiniz/Hepimiz İmam Hüseyin (a.s)’ın kim olduğunu biliyoruz.

Herkes, İmam Hüseyin (a.s)’ın kim olduğunu biliyor.

Bizler ile İmam Hüseyin (a.s)’ın arasına mesafe koyan şey:

“Bizler, hem İmam Hüseyin (a.s)’ı ve hem de Muaviye’nin sofrasını istiyoruz.”

Ama buda olmuyor! İkisi, bir arada mümkün değildir!

Hürr, hayatının her ânında Veliyyullah’ın, Hüccetullah’ın (14 Masumun) yanında olması gerektiğini anladı.

Peki İmam Hüseyin (a.s)’ın tabiri ile, alçaklık sıfatları olan ve Hürr’ü, İmam Hüseyin’in (a.s) karşısına getiren, İmam’ın katline kadar götüren o esaret bağları bizlerde de var mıdır?

Eğer ki varsa bizler, biliyor muyuz; farkında mıyız?

1- İnsanlar, acaba ömürlerinin sonlarında mı dünya ve ahiret arasında seçim yapması gerekir?

“Ben daha çok gencim.”

“Yaşlanınca Hacca giderim.”

“Namazımı 40 yaşımdan sonra kılarım.”

“Yaşlanınca hallederiz.”

Ben, bu ve bunu gibi cümleleri çok duyuyorum ve Allah şahittir ki bu cümleyi duyduğum kişilere selam dahi vermek istemiyorum.

O, “Selamun aleykum” dediği zaman da (Bugün İslam zahire hükmettiği için) bende mecburen “aleykum selam” diyerek selamını alıyorum. Ben bu ve bunun gibi cümleleri duyduğum kişilere selam vermek istemiyorum. Normal pozisyonda olsam selam vermem. Hatta bazen bu tür adamları gördüğüm zaman yolumu değiştiriyorum ki beni görmesin ve ona selam vermeyeyim.

Acaba insanlar ömrünün sonlarında mı dünya ile ahiret arasında seçim yapmak durumunda kalıyor?

Acaba insanlar ömrünün sonlarında mı Huseyn’in yolunu yada Yezidin yolunu seçmek durumunda kalıyor?

Yoksa bir insan dünyaya gözünü açtığı ilk günden itibaren bu iki yoldan birisini seçmek durumunda mıdırlar?

Yani birisi genç iken vazifesini yapmayarak İmam’a/Veliyyullah’a sırtını çeviriyorsa bu adam Veliyyullah’a karşı sorumluluk sahibi değil midir?

Bir kişinin Veliyyullaha karşı sorumluluk sahibi olması için yaşlanması mı gerekir?

Bir insan ömrünün sonunda mı Cennetlik veya Cehennemlik oluyor?

Bir kişi, ömrünün sonunda mı Huseyn b. Ali’ye taraf gitmesi gerekir?

Bu birinci boyuttur.

2- İnsan, sadece İmam’ın zahiri bedeni meydanda olduğu zaman mı Cennet veya Cehennemden birisi ile yüz yüzedir?

Eğer İmamın mukaddes vücudu meydanda değilse (gaybette ise) bizler Cennet veya Cehennem ile yüz yüze değil miyiz?

İmam Mehdi (a.f)’un gaybeti dönemindeki Şiîler/Caferîler/Alevîler sorumluluk sahibi değiller midir?

Sorumluluk sahibi olmamız için illa İmam Hüseyin (a.s)’ın savaş meydanına mı çıkması gerekir?

Bizler; “Cennete iman ederek, Cennet için iş yapabilmemiz için”; “Cehennem haktır diyerek ondan uzaklaşabilmemiz için” illa ki Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın Kerbela meydanında başının kesilmesi olayının gerçekleşmesi mi gerekir?

Kerbela vakası vuku bulmadan bizler mesuliyet sahibi değil miyiz?

BÜTÜN BU SORULARI CEVABI TEKTİR!

CEVAB:

Xilqet (yaratılış) aleminin evvelinde, Allah’ın emri ile Masum İmamların vücutları, Allah’ın nurunu yansıtmaya başladığı ilk günden beri; vazife ile vazifelendirilmiş mahlukatkarın tamamı Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedirler.

İnsanlar, yaratıldıkları ilk günden beri Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedirler.

Melekler, yaratıldıkları ilk günden beri Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedir.

Taşlar, var edildikleri ilk günden beri Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedir.

Topraklar, var edildikleri ilk günden beri Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedir.

Kıyamı kıyamete kadar; İmamın vücudu ister zahir olsun, isterse de zahir olmasın insanlar, Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedirler.

İmam’ın vücudu mutahharı (tertemiz vücudu); ister ölüm ile yüz yüze olsun, ister olmasın insanlar, Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedir.

İmam’ın mutahhar vücudu; ister ged elem ederek ilâni vücudiyyet etsin, isterse de yerinde otursun, insanların hepsi Cennet ve Cehennem ile yüz yüzedir.

Cennet: “Veliyyullahın yanında olmaktır.”

Cehennem: “Veliyyullahtan teberri etmektir, uzak durmaktır.”

Hz. Emirel Müminin İmam Ali (a.s) Nehcü’l-Belâğa’nin 16. hutbesinde, insanları 3 gruba ayırmaktadırlar.

İmam Ali (a.s) buyurdular:

“İnsanlar, bu 3 gruptan birisindendir.”

1. GRUP:

“İnsanlardan bir grup vardır ki onlar Cennet ile Cehennemi gözlerinin önünde görürler.”

Onlar; hiçbir işlerinde, hiçbir nefeslerinde, hiçbir adım atışlarında ve hatta hiçbir tefekkürlerinde dahi kendilerini Cennetten ve Cehennemden uzak görmezler. Onların, kendilerini Cennet ve Cehennemden uzak görmeyişleri, hem şahsi bakışlarına hem de umumi bakışlarına hakimdir.

Onlar, hem nefes alırken hemde nefes verirken bu haldedirler. Onlar, her zamanda ve her mekanda kendilerini ya Cennette ya da Cehennemde görmektedirler. Onlar, çok hızlı davranırlar. Onlar, kendisini Cennette veya Cehennemde görmeyi geciktirmezler. Onlar, kendilerini Cennette veya Cehennemde görmeyi zamana yaymazlar. Onların, bu bakışları onların her ânına hakimdir. Onlar kurtuluş ehlidirler. Kurtulacak yegane grup onlardır.

Her zamanda, her mekanda, her nefes alışlarında ve her nefes verişlerinde kendilerini Cennet ve Cehennem ile yüz yüze görenler vardır. Onlar, buna göre tedbir alırlar. Onlar, hiçbir zaman kendilerini Cehenneme götürecek bir iş yapmazlar. Onlar, işlerine mazeret (ama, lakin, fakat, ancak) uydurmazlar. Onlar, işlerini geciktirmeden hemen uygularlar. Cennete girmek, onların neyine mâl olacak olursa olsun, onlar hemen o dem kabul ederler. Cennete girmek için bütün mal varlıklarını feda etmeleri gerektiği zaman her şeylerini feda etmeye razı olurlar ama bu fedakârlığı yapmayarak Cehenneme gitmeye asla razı olmazlar.

Bunlar asla gecikmeden karar verirler.

2.GRUP:

Bir diğer grup ise;

Onların, uzun uzun arzuları var; tükenmek bilmeyen, bitmeyen projeleri var.

Mesela; önce oğlunu evlendirir; sonra torununu evlendirir; daha sonra torununun torununu evlendirir; dedesini Cennetten çıkarır, Cehenneme gönderir; Cehennemden çıkarır, Cennete gönderir; tarlalar alır, arsalar alır. Adam nefes alamaz ama gider kendisine tarla alır. Adam nefes alamaz ama kendisine ev alır. Adam nefes alamaz ama gider kendisine bağ-bahçe alır.

Bu kişilerin, sonu gelmeyen uzun uzun arzuları vardır. Bu kişilerin hesabı da uzun uzun olacak, sonu gelmeyecektir. Bunların hesabı bitene kadar belki de inkirazı alem olacaktır. Bunlar da böyle bir gruptur.

3. GRUP:

Bunlar öyle bir grupturlar ki asla ama asla Cennet ve Cehennemi gözlerinin önünde görmezler. Bunlar, heva ve heveslerinin esiridirler. Arzuları, onları çekmek istediği yere doğru sürükler. Bunlar, arzuları yolunda amansızca harb ederler.

Bir adam, Cennet ve Cehennemi gözlerinin önünde görmüyorsa yaptığı her işin onu Cennete veya Cehenneme götüreceği tefekkürü onun tefekküratına hakim değilse bu kişi YALANCIDIR!

Bu adam diyorsa: “Ben bunları ailemin/çocuklarımın menfaati için yapıyorum.” Bu adam YALANCIDIR. Eğer ki ben bunları oğlum için yapıyorum diyorsa veya ben oğlum için dinimi feda ediyorum diyorsa bunu bilin ki: Bu kişiye, iğnenin ucu dokunduğu gibi o kişi ilk olarak oğlunu feda edecektir.

Tıpkı o kadın gibi:

“Bir kadın varmış. Bu kadının sadece tek bir oğlu varmış. Oğlu da çok hastaymış. Kadın, oğlunun şifa bulması dileğiyle adak adamış, nezir vermiş, sadaka dağıtmış, ihsan dağıtmış ama oğlu şifa bulmamış. Anne yüreği artık dayanamamaya başlamış ve Allaha dua ederek demiş ki:

“Ya Rabbel Alemin, ben bu kadar uzun bir ömür yaşadım. Ben dünyamı gördüm; devranımı sürdüm. Benim canımı al, oğlumun canını alma! Benim ömrümü al ve ona ver!”

Bu kadın bu zimzimeyi tekrar ederek ahıra gidiyor, eve gidiyor, tandıra gidiyor.

Bilahare bir gün yine ahıra giderken bu duasını tekrar etti, dedi ki:

“Ya Rabbel Alemin! Oğluma acı! Benim ömrümü al ve ona ver. Ona acı!”

Kadın bunu tekrar ederken tam o anda örtülü birisini görür, aklına da Azrail gelir ve şöyle sorar:

“Sen, Azrail misin? Canımı mı almaya geldin? Ben hasta değilim; benim oğlum hastadır. Bak, oradaki odada yatıyor! Benim canımı alma! Onun canını al!”

2.DERSİN SONU.

DEVAMI GELECEK…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir