İmam Hasan (a.s)

ADI: Hasan.

KÜNYESİ: Ebu Muhammed.

LAKAPLARI: Müçteba, Seyyid, Sıbt-ı Ekber…

BABASI: Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s)

ANNESİ: Hanımların Efendisi Hz. Fatıma-i Zehra

DOĞUMU: Hicret’in 3. yılı ramazanın 15. gecesi, Medine-i Münevvere’de.

İMAMET SÜRESİ: Hicrî Kamerî 40 ila 50 arası (10) yıl.

ÖMRÜ: 47 yıl.

ŞAHADETİ: Hicrî Kamerî 50, safer ayının 28’i.

TÜRBESİ: Medine’de, Cennetül’-Baki kabristanında.

ÇOCUKLARI: 8 oğlu 7 kızı vardı. Kasım ve Abdullah gibi bazı çocukları Kerbela’da İmam Hüseyin’in (a.s) safında yer alarak şahadete nail oldular. İmam Zeynelabidin’in (a.s) eşi ve İmam Bâkır’ın (a.s) annesi olan Fatıma Hatun da, İmam Hasan’ın (a.s) kızıdır.

DOĞUMU

İki cihan serveri Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ilk torunu ve İmam Ali (a.s) ile Hz. Fatıma Zehra’nın (s.a) ilk yavruları, Hicret’in 3. yılı Ramazan’ın 15. gecesi dünyaya geldi.1

Resulullah (s.a.a) İmam Ali’nin (a.s) evine gelip onu kutlayarak Allah’ın emriyle bebeğe “Hasan” adını verdi.2

  1. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.169; Tarihu’l-Hulefa, Suyutî, s.188, Mısır basımı. Şeyh Kuleynî İmam Hasan’ın (a.s), Hicretin 2. yılında dünyaya geldiğini yazar.
  2. Biharu’l-Envar, c.43, s.238, yeni baskı

İMAM HASAN (a.s) VE HZ. PEYGAMBER (s.a.a)

Bu bebeğin hayatının yedi yılı sevgili dedesi Hz. Resulullah’la (s.a.a) geçti.1 Şefkat ve sevgi sembolü dedesi onu pek sever, omuzlarına alıpAllah’ım! derdi, “Ben onu çok seviyorum, sende sev!”2

Hasan’ı ve Hüseyin’i seven beni sevmiştir, onlara düşmanlık eden bana düşmanlık etmiştir.3

Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.4

Kıyam etseler de, otursalar da, bilin ki benim şu yavrum, imamdır.5

İmam Hasan (a.s) fevkalade büyük bir ruh ve değere sahipti; nitekim yaşça çok küçük olmasına rağmen Hz. Resulullah (s.a.a) İmam Hasan’ı (a.s) bazı antlaşmalarda şahit tutmuştur.

Vakıdî şöyle yazar:

Resulullah (s.a.a), Sakif için zimme antlaşması yaptı, bu ahitnameyi Halid b. Said yazdı; Allah’ın selâmı her ikisine de olsun, Hasan’la Hüseyin de şahit olarak kaydedildiler.6

Hz. Resulullah (s.a.a), Allah’ın emriyle Necran Hıristiyanlarıyla “Mübahele”ye giderken yine Allah Teala’nın emriyle yanına İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma (a.s), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’i (a.s) almış ve Tathir ayeti bu büyük insanlar hakkında nazil olmuştur.7

  1. Delailu’l-İmame, Muhammed b. Cerir Taberî, s.60
  2. Tarihu’l-Hulefa, s.138
  3. Biharu’l-Envar, s.43/264
  4. Tarihu’l-Hulefa, s.189
  5. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.181; Biharu’l-Envar, 43/278
  6. Tabakat-ı Kebir, c.1, 2. böl. s.33
  7. Gayatu’l-Meram, s.287

İMAM HASAN (a.s) VE BABASI

İmam Hasan (a.s), babasına karşı fevkalade itaatkârdı, daima onunlaydı; zulmedenleri eleştirir mazlumları desteklerdi.

Resulullah’ın (s.a.a) pek sevdiği sahabesi Ebuzer’i, halife Osman Rebeze’ye sürgün etmiş, bununla da yetinmeyerek, Ebuzer’in uğurlanmasını yasaklanmıştı. Fakat İmam Hasan (a.s) kardeşi İmam Hüseyin (a.s) ve babası İmam Ali (a.s) ile birlikte Resulullah’ın yiğit, dürüst ve takvalı sahabesi Ebuzer’i uğurlamaya gitmiş ve bu zalim uygulamasından dolayı Osman’ın hükümetini eleştirerek Ebuzer’e Allah yolunda sabırlı olmasını öğütlemişlerdir.1

Talha, Zübeyr ve Aişe’nin İslâm ümmetinde nifak yaratarak başlattıkları Cemel Savaşı’nın alevini söndürmek amacıyla Hicretin 36. yılında babasının komutasında Basra’ya gitti. İmam Ali’nin (a.s) emri ile Basra’ya gitmeden Hz. Resulullah’ın (s.a.a) takva sahibi büyük sahabesi Ammar’la birlikte Kûfe’ye giderek orada halkı toplamış ve hazırladığı ordu ile Basra’da İmam’a katılmıştı.2

İmam Hasan (a.s), Abdullah b Zübeyr’in İmam Ali’ye (a.s) attığı iftiraları, -ki Osman’ı İmam’ın (a.s) öldürtdüğünü söylüyordu- açık ve sağlam konuşmalar yaparak ortaya çıkardı. Daha sonra savaşa da katılarak bu savaştan muzaffer olarak geri döndü.3

İmam Hasan (a.s), Sıffin Savaşı’nda da büyük yararlılıklar gösterdi. O günlerde Muaviye, İmam Hasan’ı (a.s) kandırması için Ubeydullah b. Ömer’le ona bir mesaj göndererek: “Babanı desteklemekten vazgeç” dedi ve şunları ekledi: “Bunu yaparsan senin halife olmanı sağlayacağız. Bilirsin ki baban, Kureyş’in önde gelenlerinin çocuğunu öldüren kimsedir ve onların çocukları ve akrabaları aslında bu yüzden babana kin ve düşmanlık beslemektedirler; ama sana karşı daha yumuşaktır onlar…”

İmam Hasan (a.s), Muaviye’nin bu küstah ve komplo amaçlı mesajına şu karşılığı verdi:

Kûreyş, İslâm sancağını yıkıp ortadan kaldırmak istiyordu. Ancak babam, Allah ve İslâm için onların asilerini öldürdü ve dağıttı. Onlar işte bu nedenle öteden beri babama kin ve düşmanlık beslemektedirler.4

İmam Hasan (a.s), bu savaşta bir lahza olsun sevgili babasını yalnız bırakmadı, daima onun yanında oldu. İmam Ali (a.s) ile Muaviye arasında belirlenen hakemlerin ihanette bulunarak doğru hüküm vermemeleri üzerine İmam Hasan yapmış olduğu etkileyici bir konuşmada şöyle buyurdu:

Bunlar. Allah’ın Kitabı’nı, kendi nefislerine tercih etmek için hakem seçildiler. Ancak bunun tam tersini yaptılar! Bu durumda böyle kimselere hakem değil, mahkûm denir.5

İmam Ali (a.s) son nefeslerini alıp verirken, Resulullah’ın (s.a.a) kendisine daha önceden emrettiği vasiyeti yerine getirerek kendisinden sonra İmam Hasan’ın (a.s) İmam olduğunu açıkladı; İmam Hüseyin’i (a.s), diğer evlatlarını ve önde gelen Şiîlerini de buna tanık tuttu.6

  1. Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ali, c.1 s.160-161
  2. Tabakat-ı Kübra, c.3, 1.böl. s.20
  3. Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ali, 1/396-399
  4. Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ali, 1/444-445
  5. Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ali, 1/479
  6. Usulu Kâfi, 1/297-298

HALİFELİK

Hicret’in 40. yılı ramazanının 21. gecesi İmam Ali (a.s) şahadete ulaştı. O gecenin sabahı, Kûfe halkı, şehrin büyük camiinde toplanmıştı.

İmam Hasan (a.s), minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı:

Dün gece, eşsiz bir insan ayrıldı aramızdan. Geçmiş ve gelecek nesiller arasında İlim ve amelde benzeri yoktu onun. Çok sevdiği Resulullah’ın (s.a.a) safında nice savaşlara katıldı, İslâm’ı ve Resulullah’ı savunmak için mücahitçe gayret gösterdi. Savaşlarda Peygamber (s.a.a) onu daima başkomutan yapar, o da daima zaferle dönerdi. Dünyanın beyazıyla sarısından (gümüş ve altın kastediliyor) geriye bıraktığı miktar sadece 700 dirhemdi ve bu da, ona düşen miktardı. Bununla, ailesine yardımcı olacak bir hizmetkâr temin etmeyi düşünüyordu.

İmam Hasan (a.s), bu cümleyi söylerken kendisi tutamayıp ağlamaya başladı. Onunla birlikte, camiiye toplanan cemaat de ağladı.

Ardından imametin gerçek çizgisinden sapmaması için kendisi hakkında da kısaca şunları söyledi:

İnsanları Allah’a davet eden, onları uyaran ve onlara müjdeleyici olarak gönderilen Resulullah’ın evladıyım ben! O parlak peygamberlik meşalesinden size vuran bir ışığım ben! Yüce Allah’ın her çeşit hata ve kötülüğü kendilerinden uzaklaştırıp tathir ettiği, tertemiz kıldığı ve bizzat Kur’an-ı Kerim’in emriyle sevilmesi farz olan o ailenin (Ehlibeyt’in) bir ferdiyim ben! Kur’an şöyle buyuruyor:

“Ey peygamber! Ümmetine de ki: Yaptığım elçilik görevine karşılık, ailemi sevmenizden başka bir ücret istemiyorum sizden!”1

İmam, “Meveddet” adıyla meşhur olup, Ehlibeyt’i sevmeyi emreden bu ayeti okuduktan sonra oturdu. Bu sırada Abdullah b. Abbas ayağa kalkarak: “Ey Cemaat!” diye haykırdı ve İmam Hasan’ı (a.s) göstererek: “Bu, sizin Peygamberinizin evladı, İmam Ali’nin (a.s) vasisi ve şimdi sizin imamınızdır işte! Ona biat edin!” dedi.

Camideki yoğun kalabalık, gruplar hâlinde gelip İmam Hasan’a (a.s) biat etmeye başladı.2

Bu olayı öğrenen Muaviye, gerektiğinde kolayca fitne ve fesat çıkarıp İmam Hasan’ın (a.s) yönetimini kendi içinden vurabilmek amacıyla, her şeyi anında kendisine rapor etmeleri için en mahir casuslarını Kûfe ve Basra şehirlerine gönderdi.

Bu casusları deşifre eden İmam Hasan (a.s), onları yakalatıp idam ettirdi ve Muaviye’ye bir mektup göndererek şöyle yazdı:

Gönderdiğin casuslardan ümidini kesebilirsin. Savaş çıkarmayı pek seviyorsun galiba? O hâlde yakındır! Hazır ol! Allah’ın dediği olur.3

İmam Hasan’ın (a.s), Muaviye’ye yazdığı ve ünlü tarihçi İbni Ebi’l-Hadid tarafından kaydedilmiş olan mektuplardan biri şöyledir:

Peygamber’in (s.a.a) ölümünden sonra Kureyşlilerin, onun kabilesinden olduklarını söyleyerek kendilerinin diğer Araplardan daha üstün ve Peygamber’in halifesi olmaya daha layık olduklarını söylemeleri ve Arapların da bunu kabul etmeleri çok şaşırtıcı ve düşündürücüdür! Çünkü aynı Kureyş, bu nedenin bizim için çok daha geçerli olduğunu gördüğü hâlde kendi arasında bizim daha lâyık olduğumuzu her nedense kabullenemedi. Peygamber’e onlardan çok daha yakın olduğumuz ve hakkımız olan bir şeyi istediğimiz hâlde bizi bir kenara ittiler ve bize zulmettiler.

Düşmanlarla münafıkların İslâm’ı tahrip yolunda ellerine fırsat geçmemesi için biz bu tartışmanın içine fazla girmeyip kavgadan uzak durduk. Bugün de sana şaşmaktayım; kesinlikle lâyığı olmadığın bir şeyin iddiasına girişmişsin! Ne dinde bir üstünlüğün var, ne de kendinden iyi bir eser bırakmışlığın. Sen Resulullah’la (s.a.a) her zaman savaşıp, ona karşı gelenlerin evladısın. Kureyşliler arasında Peygamber’e en fazla düşmanlıkta bulunanların soyusun. Ama bil ki, Allah var ve senin yaptıklarının karşılığını mutlaka sana gösterecek ve sonunda kazananın kim olduğunu göreceksin.

Yemin ederim göz açıp kapayıncaya ömrün gelip geçecek ve Allah’ın huzuruna çıkarılacaksın; O da, önceden işleyip göndermiş olduğun amellerinin cezasını teker teker verecek. Allah Teala, elbette ki kullarına zulmetmez, Ali (a.s) göçüp gitti şu dünyadan ve bilirsin ki Müslümanlar bana biat ettiler. Rabbimden, ahiretimde noksanlığa yol açacak bir şeyi şu dünyada bana vermemesini dilerim.

Bu mektubu yazmamın nedeni Rabbimle kendim aramda bir özrüm olması içindir. Sen de diğer Müslümanlar gibi bu işi kabul edersen, İslâm’ın yararına ve senin için de daha hayırlı olur. Batılı izlemeyi bırak, herkes gibi sende biat et.

Benim buna (hilafete) herkesten daha lâyık olduğumu sende bilirsin. Allah’tan kork, zalim olma; Müslümanların kanına saygı göster. Bunu yapmayacak olursan, ben diğer Müslümanlarla kalkıp gelir ve en güzel hakem olan yüce Allah’ın aramızda hükmetmesi için seni hesaba çekerim.

Muaviye, İmam Hasan’ın (a.s) bu mektubuna yazdığı cevapta şöyle dedi:

Benimle sizin durumumuz tıpkı geçmişte Ebu Bekir’le siz Ehlibeyt arasında yaşanan duruma benziyor. Ebu Bekir nasıl kendisinin daha yaşlı ve tecrübeli olduğunu bahane ederek halifeliği Ali’in elinden aldıysa, ben de kendimi senden daha lâyık buluyorum! Senin halkı benden daha iyi yöneteceğini ve düşmanla savaşacağını bilsem biat ederim; ama benim senden büyük ve daha tecrübeli olduğumu biliyorsun.

O hâlde senin bana biat etmen daha iyi olur, tabi bende bunu karşılıksız bırakmaz halifeliği kendimden sonra sana bırakırım, buna söz veriyorum. Ayrıca, Irak’ın beytülmalini da sana veririm; Irak’ta istediğin bölgenin gelirleriyle haracı da senin olsun! Vesselam.4

Kureyş’in İmam Ali’ye (a.s) sırt çevirirken ileri sürdüğü bahanenin aynısını, bu kez de Muaviye ileri sürdü ve o da aynı oyunu oynayarak İmam Hasan’a (a.s) biat etmedi. İmam’ın kendisinden daha lâyık olduğunu bizzat Muaviye de çok iyi biliyordu; ama mevki, makam ve dünyalık hırsı bu gerçeği kabullenmesine izin vermiyordu. Yaş farkının halifelik, imamet ve yönetim konusunda onunla İmam Hasan (a.s) gibi biri arasında belirleyici bir faktör olamayacığını herkesten iyi bilen, bizzat Muaviye’nin kendisiydi çünkü.

Nitekim yaş farkını ileri sürerek İmam’a halifeliği lâyık görmeyen Muaviye, iktidarı iyice ele geçirdiğinde bu söylediğini de unutmuş ve çok genç olan oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife ilan ederek, kendi sağlığında halktan onun için biat almıştır.

Muaviye sadece biat etmemekle kalmadı, İmam Hasan’ı (a.s) ortadan kaldırabilmek için terör yöntemine de başvurdu. onun İmam’ı terör ettirebilmek için kiralık katiller tuttuğu, tarihte kayıtlıdır. Bu nedenledir ki, İmam Hasan (a.s) gömleğinin altına zırh giymiş ve namaza böyle gidip gelmiştir. Hatta bir defasında Muaviye’nin kiralık katillerinden biri İmam’ı oklamayı başardığı hâlde, İmam (a.s) zırh giydiği için kurtulmuştu.5

  1. Şûrâ Suresi, 23
  2. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.169-170; Nehcü’l- Belağa Şerhi, İbn Ebi’l Hadid, 16/30
  3. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.170
  4. Nehcü’l- Belağa Şerhi, İbn Ebi’l Hadid, 16/35
  5. Biharu’l-Envar, 44/23

SAVAŞ KARARI

Muaviye, Müslümanların vahdetini sağlayıp anarşi ve ihtilafı önleme bahanesiyle çeşitli yerlerdeki adamlarını asker toplatarak kendisine gelmelerini emretti. Ordular gelince de İmam Hasan’la (a.s) savaşmaları için onları Irak’a gönderdi!

Vahdetten ve birlikten söz ederek Müslümanların vahdetini bozup onları parçalıyor; “anarşi ve teröre karşı savaş” diyerek anarşi ve terör estiriyordu.

Bunu duyan İmam Hasan (a.s) Hucr b. Adiy el-Kindî’yi, asker toplayıp halkı savaşa hazırlamakla görevlendirdi.

O günün geleneği gereğince tellallar sokaklarda “es-Salâh” diye bağırarak halkı mescide topladılar. İmam Hasan (a.s) minbere çıkıp bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:

Muaviye sizinle savaşmak için yola çıkmış bulunuyor. O hâlde siz de Nuhayle karargahına gidip silahlanın!

Cemaat susmuştu, kimse bir şey demiyordu. Ünlü Hâtem-i Taî’nin oğlu Adiy ayağa kalkarak şöyle dedi:

Ben Hatem’in oğluyum! Suphanallah! Bu ne suskunluktur ey cemaat?! Bu öldürücü suskunluğunuz niye? Peygamberinizin oğluna niye cevap vermiyorsunuz? Allah’ın gazabından korkmuyor musunuz? Alçaklık ve utanca düşmekten korkmuyor musunuz Allah aşkına?!

Sonra da İmam’a dönüp şöyle dedi:

Sözlerinizi duyduk efendim! Emirlerinizi canla başla yerine getirmeye hazırız! Ey cemaat! Ben karargâha gidiyorum, isteyen benimle gelsin!

Kays b. Sa’d b. Sa’saa et-Teymî de etkili konuşmalarıyla halkı savaşa hazırlayıp teçhizat ve asker hazırlıklarına giriştikten sonra askerlerle karargâha gittiler.1

İmam Hasan’ın (a.s) savaş karargâhında toplananlar arasında Şiîlerden başkaları da vardı:

  1. İmam Hasan’ı (a.s) desteklemek için değil, sadece Muaviye’yle savaşmak için gelen Haricîler.
  2. Ganimet toplamak için gelenler.
  3. Dinî bir kaygısı olmayıp da yalnızca kabile başkanının peşinden gelenler.2

İmam Hasan (a.s) bu ordunun bir kısmını “Hakem” komutasında Anbar şehrine gönderdi; ancak Hakem ve ondan sonra Onun yerini alan komutan, Muaviye’nin altın vaatlerine kanıp İmam’a ihanet ettiler ve Muaviye’nin safına geçtiler.

İmam Hasan (a.s) da Medain’in Sabat bölgesine gitmiş ve burada hazırladığı 12.000 kişilik orduyu Ubeydullah b. Abbas komutasında öncü kuvvetler olarak Muaviye’yle savaşa göndermişti. Ubeydullah’a bir şey olursa Kays b. Sa’d b. Ubâde el-Ensarî onun yerine geçecekti.

Muaviye, Kays’ı satın alabilmek için ona 1 milyon dirhem göndererek ya kendi safına geçmesini, ya da İmam Hasan’dan ayrılmasını istedi; ancak Kays gönderilen parayı geri çevirdi ve Muaviye’ye gönderdiği cevapta: “Benim dinimi para ve hileyle alamazsın! Git bu hileni başka kimselere yap! Ben İmam Hasan’ı senin karşında yalnız bırakacak kadar alçalmadım!” dedi.3

Ne var ki, ordunun birinci komutanı, yani Ubeydullah b. Abbas, aynı meblağın sırf vaadine bile kanarak gece yarısı yakın adamlarıyla birlikte karargâhtan ayrılıp Muaviye’nin saflarına katıldı! O günün sabahı, komutanın kaçtığı anlaşıldı. Ordu başsız kalmıştı. Kays, sabah namazını kıldırdıktan sonra komutayı ele aldı ve durumu hemen İmam’ (a.s) rapor etti.4

Kays, Muaviye’nin ordularını dağıtıyor, yiğitçe savaşıyordu. Onu oyuna getirmenin veya satın almanın mümkün olmadığını gören Muaviye, İmam’ın komutasındaki askerlerin arasına soktuğu casusları vasıtasıyla Kays’ı Muaviye ile gizlice anlaştığı söylentilerini yaydı. Bir başka grubu da Kays’ın karargâhına sızdırarak İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye ile barış yaptığı söylentisini aydı!5

  1. Nehcü’l- Belağa Şerhi, İbn Ebi’l Hadid, 16/37-40
  2. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.171
  3. Tarih-i Yakubî, 2/204-207
  4. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.172
  5. Tarih-i Yakubî, 2/204-207

SULH

Muaviye’nin psikolojik savaşı, beklenen sonucu vermiş ve sulha karşı olan Haricîleri kolayca oyuna getirerek beklenmedik bir isyan başlatmalarına sebep olmuştu. Böylece İmam Hasan’ın (a.s) çadırına saldırarak çadırı yağmaladılar, İmam’ın üzerinde namaz kıldığı seccadeyi bile çalarak İmam’a saldırıp bacağından ağır şekilde yaraladılar.

Aldığı yara, derin ve ağır olduğuna İmam’ın (a.s) durumu vahim bir hâl aldı.1

Yakın adamları İmam Hasan’ı (a.s), İmam Ali (a.s) tarafından Medain valisi tayin edilen Sa’d b. Mesud es-Sakafî’nin evine, Medaine götürdüler. Bir müddet İmam’ın tedavisini burada yaptılar. Bu arada İmam’ın (a.s) ordusundan olup da dinî kaygıları olmayan veya İmam’a içten içe düşmanlık besleyen bazı kabile reisleri, Muaviye’ye, mektup yazarak Irak’a gelmesi hâlinde İmam Hasan’ı (a.s) ona teslim edeceklerini bildirdiler.

Muaviye, İmam’a (a.s) bu mektupla birlikte sulh için koştuğu her şartı kabul edeceğini bildiren bir mesaj gönderdi.2

İmam (a.s), bu sırada ağır yaralıydı. Adamlarının çoğu onu paraya, makama, satmış ordudan ayrılan askerlerin her biri de bir yere dağılmıştı. Kaldı ki, bu askerler arasında inanç ve amaç birliği de yoktu; her grup veya kabile kendi bildiğini okumakta ısrar ediyordu.

Bu şartlar altında savaşın sürmesi İslâm’a ve dindar Müslümanlara kesinlikle zarar verecekti artık. Çünkü Muaviye savaşarak galip gelse, İslâm’ın kökünü kazımakta tereddüt etmeyecek, Ehlibeyt okulunun yetiştirdiğini nadide ve dindar insanlara hayat hakkı tanımayacaktı artık.

Bu nedenle İmam Hasan (a.s), hepsi inceden inceye hesaplanmış birçok şartlar öne sürerek sulh teklifini kabul etti.3

Bu şartlardan bazısı şunlardı:

  1. Şiîlerin kanı dökülmeyecek, hakları çiğnenmeyecek.
  2. İmam Ali’ye (a.s), küfredilmeyecek.4
  3. Muaviye, Darabgerd gelirlerinden 1 milyon dirhemi Cemel ve Sıffin Savaşı yetimlerine paylaştıracak.
  4. İmam Hasan (a.s), Muaviye’ye “Emirel Müminin” demeyecek.5
  5. Muaviye, Allah’ın Kitabı ve Resulullah’ın (s.a.a) Sünneti’ne göre amel edecek.6
  6. Muaviye, kendisinden sonra başkasını halife olarak atamayacak.7

Muaviye, dindar Müslümanların ve İslâm dininin esaslarını ve özellikle Şiîlerin canını korumaya yönelik olan şartların hepsini kabul etti. Böylece de savaş sona ermiş oldu.

  1. Tarih-i Yakubî, c.2 s.204-207; Taberî Tarihi, 7/0
  2. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.172-173
  3. Tarih-i Yakubî, 2/204-207
  4. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.173; Mekatilu’t-Tâlibiyyin s.26
  5. Biharu’l-Envar, 44/2-3
  6. Biharu’l-Envar, 44/65
  7. Biharu’l-Envar, 44/65

SULHLA İLGİLİ ELEŞTİRİLER

MÜSAMAHA VE GEVŞEKLİK YOKTU

Bazı müsteşrikler, yapmış oldukları araştırmalarda, bu olayın derinliklerini ve bütün boyutlarını kavrayamamaktadırlar. Tam oturmamış mukaddimelerden, kendi zanlarınca sağlam neticeler elde etmekte ve keyfî sonuç çıkarma hatasına duçar olmaktadırlar.

Bu güruha mensup bazıları, yaptıkları araştırmaların sığlığı ve bilgisizlikleri yüzünden İmam Hasan’ın (a.s) müsamaha gösterdiğini sanmış ve “Eğer ciddiyetle davransaydı, savaşı kazanırdı.” demişlerdir.

Bu şahıslar o dönemin sağlam tarih kitaplarını bütün teferruatlarıyla inceleyip olayları çeşitli boyutlarıyla değerlendirselerdi, gerçeklikten böylesine uzak bir sonuca varmaz ve hataya düşmezlerdi. Zira İmam Hasan’ın (a.s) baştanbaşa yiğitlik ve sevgi dolu hayatının en önemli kısmı, babasının yanı başında Sıffin, Cemel ve Nehrevan gibi savaşlarda at koşturmakla geçmiş, bu savaşlarda defalarca düşman ordularıyla yüz yüze gelmiş kılıç sallamış ve girdiği her çarpışmadan galibiyetle çıkmıştır ki, bunlar tüm tarih kitaplarında zikredilmiştir. O hâlde İmam Hasan (a.s), savaştan korkmuyordu.

Üstelik Müslümanları Muaviye’yle savaşmaya ve bu fitneyi yer yüzünden silip huzur ve güvenle yaşamaya teşvik eden, bir oda herkesten önce silahlanıp savaş meydanına koşan ilk kişi de yine odur.

Ancak o dönemde oluşan şartlar altında onun barış antlaşması imzalaması, İslâm’ın ve dindar Müslümanların kanlarının korunmasını sağlamak gibi iç politikada olduğu kadar, dış politikada da hayranlık uyandırıcı en isabetli karar olmuştur. Zira geçmişe defalarca Müslümanlardan ağır yenilgiler almış olan Doğu Roma İmparatorluğu, o günlerde Müslümanlar arasındaki bu çatışmalarla alevlendiğini görünce, geçmişin intikamını almak amacıyla savaş hazırlıklarına başlamış, Müslümanlara saldırmak için uygun fırsatı kollar olmuştu.

Nitekim İmam Hasan’la (a.s) Muaviye’nin orduları karşı karşıya geldiğinde, Romalılar ani bir saldırının hazırlıklarını başlatmış ve birliklerini alarma geçirmişlerdi. İmam Hasan’ın (a.s) savaşı sürdürmesi hâlinde Romalılar için bulunmaz bir fırsat doğacak ve beklenmedik ağır bir saldırıyla İslam’a çok büyük bir darbe indirebileceklerdi. İmam Hasan’ın (a.s), sulha “Evet” demesi, bu korkunç tehlikeyi frenlemiş, bunu gören Romalılar da saldırıdan vazgeçmişlerdi.1

  1. Tarih-i Yakubî, 2/206

İMAM HASAN (a.s) İLE MUAVİYE KIYASLANAMAZ

Yukarıda bazı müsteşriklerin kısaca özetlemeye çalıştığımız yanlış görüşlerinin dışında, kimi yazarlar da başka bir gaflette bulunmakta ve “İmam Hasan (a.s) Muaviye’yi kendisinden daha üstün ve liyakatli görmeseydi, hilafeti ona bırakmaz ve ona biat etmezdi.” demektedirler.

Bu da, yine tarihi yeterince bilmemekten kaynaklanmaktadır. Zira belgeleriyle de aktardığımız üzere, bu barış antlaşmasından önce de, sonra da İmam Hasan (a.s) Muaviye’ye yazdığı mektuplarda kendisinin halifeliğe lâyık ve en uygun kimse olduğunu, Muaviye’ninse böyle bir vazife için gerekli liyakate asla sahip olmadığını vurgulamıştır.

Muaviye, sulh olayından sonra Kûfe’ye geldiğinde, halka konuşmak için minbere çıktı. Burada cemaate konuşma yaparak: “Hasan kendisini değil, beni hilafete layık bulduğu için halifeliği bana bıraktı.” dedi. Bu sırada, İmam Hasan’da (a.s) orada bulunuyordu. Ayağa kalkarak: “Muaviye yalan söylüyor.” buyurdu. Kendisinin liyakati hakkında geniş ve çarpıcı bir konuşma yaparak Mübahale olayına katılmasından bahsetti. Daha sonra şöyle buyurdu: “Kur’an ve Peygamber’in Sünneti’ne göre biz (Ehlibeyt), üstünüz ve bu vazifeye daha lâyık olanlarız; ama ne var ki, bize zulümde bulundular ve hakkımızı elimizden aldılar!”1

Kaldı ki, İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye’yle yaptığı sulh anlaşmasına bizzat koyduğu şartlardan biri, Muaviye’ye asla “Emirel Muminin” olarak hitap etmeyeceği ve onu bu makamla tanımayacağıdır. Durum bu kadar netken nasıl olur da İmam’ın (a.s) Muaviye’ye biat ettiği söylenilebilir?!

Dahası, eğer İmam Hasan (a.s) Muaviye’ye biat etmiş olsaydı, onun emirlerine uyması ve ondan emir alması gerekirdi. Oysa tarihî belgelerin de ortaya koyduğu üzere İmam Hasan (a.s), ne Muaviye ve ne de bir başkasından asla emir almamıştır.

Nitekim bu sulh antlaşması sonrası Haricîlerin yine isyan etmesi üzerine Muaviye, İmam’dan (a.s) yine onlarla savaşmasını istemiş, ama İmam: “Ben eğer kıble ehliyle savaşmak isteseydim, önce seninle savaşırdım!” demiştir!2

Evet, bu açıklamalardan sonra, yukarıdaki yorumlara benzer görüşler belirten sözde aydın yazar takımının, tarihi hakikatlerden tamamen habersiz oldukları veya bazı gerçekleri kasten saptırmaya çalıştıkları kolayca anlaşılabilmektedir.

İmam Hasan (a.s), Muaviye’yle, liyakat sahibi biri olduğu için değil, İslâm dininin yüce maslahatlarını koruyabilmek için sulh antlaşması imzalamıştır.

  1. Biharu’l-Envar, 44/62
  2. Kâmil-i İbn Esir, 2/208; Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ali, 2/279

YERSİZ BİR İTİRAZ

Bazıları da: “Lider kimse, toplumun isteklerine göre hareket etmelidir. Oysa İmam Hasan (a.s) daha sonra Muaviye ile savaşmasını isteyen Şiîlerine neden olumlu cevap vermedi?” diye sorarak İmam’ı eleştirirler.

Oysa daha önce de açıkladığımız gibi, oluşan şartlar altında savaşa sürdürmek, kesinlikle İslâm’a ve Müslümanlara çok pahalıya mal olacaktı. İmam Hasan (a.s) gibi birinin bunu görmezden gelip halkın isteklerini yerine getirmesi mümkün değildi.

Diğer taraftan, Ehlibeyt (a.s) mektebi öğretilerinde toplumun yönetimi, tıpkı peygamberlerin yönetim metodu gibi ilâhî bir iştir. Zira masum İmam, kâinatın yaratıcısı olan Yüce Allah ile irtibat hâlinde olduğundan, toplumun maslahatını bu esasa göre teşhis eder. Bu esası gözeten bir teşhisini ise hatalı olmayacağı apaçık ortadadır.

Resulullah (s.a.a) veya Ehlibeyt İmamları’nın (a.s) yaptığı işlerin sırrına halkın akıl erdiremediği nice zamanlar olmuş, ancak bunların ne kadar yerinde ve gerekli olduğu zaman geçtikçe anlaşılmıştır. Buna bir örnek verelim:

Resulullah (s.a.a) Beytullah’ı ziyaret için bir grup Müslüman ile birlikte Medine’den yola çıkmış, ancak Mekke yakınlarındaki “Hudeybiye” denilen yere varınca, Kureyşliler onların şehre girmesine mani olmuşlardı. Müslümanların daha önce kendilerine haber verip izin almadan şehirlerine girmek istemesi, Kureyşlilerin gururuna dokunmuştu!

Arada epey elçiler gidip geldi, birçok görüşmeler yapıldı, gerginlikler yaşandı ve sonunda aşağıdaki şartlarla, 3 yıllık bir barış antlaşması imzalandı:

  1. Kureyşliler gelecek yıl Beytullah’ı 3 günlüğüne Müslümanlara bırakacak ve Müslümanlar bu sırada serbestçe dini inançlarını yerine getirebilecek.
  2. Bu süre zarfında Kureyşlilerle Müslümanlar birbirine dokunmayacak ve Müslümanlar serbestçe Mekke’ye girip çıkabilecek.1
  3. Mekke’de yaşayan Müslümanlar, dinî vecibelerini gizli değil, açıkça yapabilecek.
  4. Yukarıdaki maddeler ancak şu şartta geçerliliğini koruyabilecek: Eğer Mekkeli biri oradan kaçıp Medine’ye sığınırsa, Medineliler onları geri iade edecek; ama Medine’den Mekke’ye kaçan olursa iade edileyecek.2

Hz. Resulullah (s.a.a) bu antlaşmayı kabul edip mühürledi; ama Müslümanların çoğu bundan pek rahatsız olmuş, özellikle son maddeye çoğu Müslüman kabullenememişti.3 Burada Hz. Resulullah’ın (s.a.a) emrine en fazla itiraz eden, Ömer oldu.

Resul-i Ekrem (s.a.a): “Ben Allah’ın kulu ve O’nun elçisiyim. O’nun emrine asla muhalefet etmem. Bunun benim için zarar getirmeyeceğini ben biliyorum!” diyorduysa da, söz konusu grup Bunu bir türlü kabullenemiyor, içine sindiremiyordu!4 Nitekim neticede, onların değil, Hz. Resulullah’ın dediği gibi oldu. Çok geçmeden Hudeybiye Antlaşması’nın Müslümanların lehine sonuçlandığını herkes gördü. Çünkü müşriklerle Müslümanlar arasında artık savaş olmadığından Müslümanlar serbestçe Mekke’ye gidip gelmeye başlamış, Böylece Müşrikler İslâm’ın hak din olduğunu anlama fırsatı bulmuş ve çoğu Müslüman olmuştu. Nitekim Barış Antlaşması’nda belirlenen süre henüz tamamlanmadan, İslâm dini Mekke halkının genelinin dini denilecek kadar yaygın hâle gelmişti!5

Ünlü tarihçi Zührî: “Barışla geçen bu iki yıl zarfında Müslümanların sayısı, o güne kadarki sayının 2 katına çıktı.” der. İbn Hişam da şöyle yazar:

“Zührî’nin tespiti doğrudur. Zira Müslümanlar Resulullah’la (s.a.a) Hudeybiye’ye geldiklerinde 1400 kişiydiler; ama 2 yıl sonra Mekke’nin fethi için Resulullah’la (s.a.a) birlikte oraya gelen Müslümanların sayısı 10 bine ulaşmıştı.6

Evet Zührî: “Savaşla kazanılan hiçbir Zafer, Hudeybiye Barışı’yla kazanılan zaferle kıyaslanamaz!” demekte tamamen haklıdır.7

Yıllar sonra İmam Sadık (a.s) da şöyle buyuracaktı:

O yıllarda vuku bulan en faydalı ve bereketli hadise, bu olmuştur.8

O hâlde pak İmamlar’ın imametine inanan bir Ehlibeyt dostunun, Hudeybiye Barışı’na bakışı nasılsa, İmam Hasan’ın (a.s) barışına bakışı da aynı şekilde olmalıdır.

Bu nedenlerdir ki, bazı Müslümanların bir zamanlar Hz. Resulullah’ı (s.a.a) barışa imza attığından dolayı eleştirdiği gibi bazı Şiîlerin de kendisini eleştirmesi üzerine İmam Hasan (a.s), şöyle buyurmuştur:

İmam olarak tanıdığınız birinin işine karışmayın, bu konulardaki kararlarına müdahale etmeyin ve konunun kararlarını uyup itaat edin. Çünkü İmam’ın kararları Allah rızasına uygundur ve İslâm’ın maslahatları doğrultusundadır; başkaları Onların her işine akıl sır erdiremez.

  1. Tarih-i Yakubî, 2/44-45
  2. Biharu’l-Envar, 20/367-368
  3. Biharu’l-Envar, 20/350
  4. Sire-i İbn Hişam, 4/317
  5. Biharu’l-Envar, 20/368
  6. Sire-i İbn Hişam, 4/322
  7. Biharu’l-Envar,20/345
  8. Biharu’l-Envar, 20/368

MUAVİYE ANLAŞMAYI BOZUYOR

Muaviye ipleri istediği gibi ele geçirince İmam Hasan’la (a.s) yaptığı anlaşmaya sadık kalmadı ve gerçek yüzünü ortaya koydu.

Nuhayle’de yaptığı bir konuşmada açıkça şöyle dedi:

Ey Cemaat! Vallahi ben sizinle, rahatça namaz kılıp oruç tutmanız ve hacca gitmeniz (dinin vecibelerini yerine getirebilmeniz) için savaşmadım asla! Benim sizinle savaş nedenim sadece iktidarı ele geçirebilmekti ve bunu da şimdi tamamen başarmış durumdayım! Binaenaleyh, Hasan b Ali’yle yaptığım antlaşmaları çiğnediğimi hepinize de duyuyorum!1

Ancak İmam Hasan (a.s), halk arasındaki saygın yeri ve nüfuzu nedeniyle Muaviye ile yaptığı antlaşmaya sadık kaldı. Bu konuda İbn Ebi’l-Hadid şöyle yazar:

Muaviye’nin Kûfe’deki valisi Ziyad, İmam Hasan’ın (a.s) yakın adamlarından birini takibe almıştı. İmam Hasan (a.s) ona bir mektup yazarak şöyle buyurdu:

“Bizim Şiîlerimize dokunulmayacağına dair Muaviye ile ahdimiz var, neden bunu çiğniyorsun? Anlaşmaya uygun davran!”

Ancak Ziyad: “Senin etinle kemiğinin arasında olsa dahi onu takibe devam edeceğim.” cevabını verdi. İmam (a.s) bu cevabı olduğu gibi Muaviye’ye göndererek gerekenin yapılmasını istedi. Muaviye Ziyad’a çıkışarak: “Onun adamlarına dokunma. Bu konuda sana yetki vermiş değilim.” dedi.2

  1. Biharu’l-Envar, c.44, s.49
  2. Nehcü’l- Belağa Şerhi, İbn Ebi’l Hadid, 16/18-19

MEDİNE’YE DÖNÜŞ

Muaviye her fırsatta ve her şekilde İmam Hasan’a (a.s) eziyet etmeye çalışıyor, ona ve adamlarına sürekli baskı uyguluyordu. İmam Ali’ye (a.s) ve onun soyuna her fırsatta hakaret etmekten zevk alıyordu.

Bu arsızlığı öyle bir duruma gelmişti ki, bizzat İmam Hasan’ın (a.s) bulunduğu toplantılarda bile İmam Ali’ye (a.s) hakaretler yağdırılıyordu.1

Her ne kadar bu gibi durumlarda İmam Hasan (a.s) ona gereken cevabı hemen verse de, bu gidişat ve bu şartlar altında Kûfe’de yaşamak, İmam Hasan (a.s) için bir işkenceye dönüşmüştü artık.

Bu nedenle Kûfe’den ayrılıp kendi vatanı olan Medine’ye döndü. Ancak bu da söz konusu durumda olumlu bir değişikliğe yol açmamıştı. Çünkü Muaviye’nin en aşağılık ve soysuz uçaklarından biri olarak ün kazanan Mervan, Medine valisiydi.

Hakkında Hz. Resulullah’ın (s.a.a): “Köpek soylu köpek, melun soylu melun.”2 dediği biriydi Mervan. Bu soysuz insan, İmam Hasan’a (a.s) elinden gelen her türlü kötüyü yapıyordu; hatta İmam’ın yakın arkadaşlarının o Hazreti ziyaret etmesine bile izin vermiyordu.

Bu nedenlerdir ki, İmam Hasan (a.s) 10 yıl kadar bir süre Medine’de yaşadığı hâlde yakın dostları onun ilim deryasından faydalanamamış, yine aynı sebepten dolayı o hazretten pek az hadis ve rivayet nakledilmiştir.

Mervan, İmam Hasan’ın (a.s) huzurunda Emire’l-Mümin İmam Ali’ye (a.s) hakarette bulunmaktan zevk alır, hatta bazı adamlarını İmam Hasan’a (a.s) hakarette bulunmaya zorlardı.3

Bu 10 yıl müddetinde, Mervan’dan sonra da Medine’ye vali olarak atanan herkes aynı politikayı sürdürüp, İmam Hasan’la (a.s) onun Şiîlerine her nevi baskı ve eziyeti reva görmüştür.

  1. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.173
  2. Hayatu’l-İmami’l-Hasan b. Ebî Talib, 1/218
  3. Tarihu’l-Hulefa, Suyutî s.190

İMAM HASAN’IN (a.s) KİŞİLİĞİ

TAKVALI OLUŞU

İmam Hasan (a.s), yüce Allah’a gönülden bağlı bir kuldu; bu fevkalâde bağlılığı bazen yüzünden bile okunabiliyordu. Namaz vakti yaklaşıp da abdest aldığında, rengi sararır, hafifçe titreme tutar, bu hâlinin nedeni sorulduğunda: ” Rabbinin huzuruna çıkacak birine bundan başka hâl yakışmaz.” derdi. İmam Caferi Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edilir:

İmam Hasan (a.s) çağının en çok ibadet eden ve en faziletli olan insanıydı; herkesin hesaba çekileceği kıyamet gününü andığı zaman ağlar, kendisinden geçerdi.1

Yaya olarak, hatta bazen yalınayak, 25 kez Mekke’ye Beytullah’ı ziyarete gitmiştir.2

  1. Biharu’l-Envar, 43/331
  2. Biharu’l-Envar, 43/332; Tarihu’l-Hulefa, Suyutî, s.190

CÖMERT VE BAĞIŞLAYICIYDI

İmam Hasan (a.s), Kâbe’yi ziyaret ettiği sırada bir adamın: “Ya Rabbi! Bana on bin dirhem nasip et!” diye yakardığını duydu, hemen eve dönüp on bin dirhem gönderdi.

Bir gün İmam’ın cariyelerinden biri, hazrete bir demet güzel kokulu çiçek hediye etti. İmam (a.s) da buna karşılık onu azat ettiğini söyleyerek azatlık beratını mühürledi. Bir demet çiçek karşılığında bunu neden yaptığı sorulunca da: “Çünkü Rabbimiz bizi böyle eğitmiştir.” buyurarak şu ayeti okudu:

Size selâm verildiği zaman; karşılık olarak ondan daha iyisiyle selâm verin. Veya aynısıyla mukabele edin…”1

İmam Hasan (a.s) o günü de görülmemiş bir cömertlik sergileyerek, ayağındaki ayakkabıyı varıncaya kadar bütün mal varlığını ikiye bölmüş ve yarısını Allah yolunda yoksullara vermiştir. Hayatında 3 kez bunu tekrarlamıştır!

  1. Biharu’l-Envar, 43/342-343

SABIRLI VE METİN OLUŞU

Şam’dan gelen bir adam, Muaviye’nin tahrik ve kışkırtıcılıkları neticesinde İmam Hasan’ı (a.s) bulup ona küfretti, ağır hakaretlerde bulundu. İmam, susuncaya kadar onu sabırla dinledi. Adam susunca şefkatle gülümseyerek elini adamın omzuna atıp şöyle buyurdu:

İhtiyar! Sanırım bu şehirde yabancısın ve galiba seni birileri hataya düşürmüş. Benden rızalık istersen veririm. Bir isteğin varsa, yardım ederim. Danışacak birini arıyorsan buyur, sorununu söyle sana yol göstereyim. Bir sıkıntın varsa gidereyim, karnın açsa doyurayım, muhtaçsan ihtiyacını gidereyim. Her ne işin varsa, halletmeye hazırım ben. Eğer bizim eve gelirsen daha rahat edersin. Zira senin rahatını sağlayacak imkânlarımız mevcuttur.

Adamcağız, İmam’ın (a.s) bu sözleri karşısında dayanamayıp ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu:

Şahadet ederim ki, sen Allah’ın yeryüzündeki halifesisin ve gerçekten de Allah, halifeliği kime vereceğini çok daha iyi bilir. Sen ve baban, benim için dünyanın en kötü insanlarıydınız. Ancak şimdi en çok sevilen insanlarısınız benim için.

Yaşlı adam o gün İmam’a misafir oldu. Oradan ayrıldığında, İmam’ın yarenlerinden biriydi artık.1

Bulduğu her fırsatta İmam Hasan’a (a.s) hakaret ve eziyetlerde bulunan Mervan, o hazret şehit düştüğünde cenaze merasimine katılmıştı. İmam Hüseyin (a.s): “Ağabeyim hayattayken onu üzebilecek her şey yaptın, şimdi de cenazesine gelip ağlıyorsun, öyle mi?” diye sorunca, Mervan Medine’deki yüksek bir dağı göstererek: “Her ne yaptıysam öyle bir insana yaptım ki, sabrı bu dağdan daha büyük idi!” dedi.2

  1. Biharu’l-Envar, 43/344
  2. Tarihu’l-Hulefa, Suyutî, s.191

ŞAHADETİ

İmam Hasan’ın (a.s) yaşça genç olmasını bahane göstererek halifeliğini engelleyen Muaviye, tam anlamıyla ayyaş bir serseri olan toy oğlu Yezid’in kendisinden sonra tahta geçmesi için ortam oluşturmaya başladı. Ancak, İmam Hasan’ı (a.s) bu konuda ciddi bir tehlike olarak görüyordu.

Çünkü o öldükten sonra İmam Hasan (a.s) hayatta olursa, Emevî zulmünden sabrı tükenmiş olan halk, İmam Hasan’ın (a.s) etrafında toplanıp ona biat edebilirdi.

Bu nedenle İmam’ı ortadan kaldırmak için birkaç kez girişimde bulunup komplolar tertipledi ve sonunda hicrî 50. yılı safer ayının 28’inde İmam Hasan’ı (a.s) zehirleterek şehit ettirdi.

İmam Hasan (a.s) Medine’de, Cennet-i Baki mezarlığında toprağa verildi.1

Allah’ın ve meleklerin selamı o değerli insan olsun.

  1. Murucu’z-Zeheb, 2/427; Delailu’l-İmame, s.60; Tabakat-ı İbn Sa’d, c.5 s.24. İmam’ın şahadet tarihiyle ilgili farklı rivayetler: Tarih-i Bağdat, c.1 s.140; Tarihu’l-Hulefa, s.192; Delailu’l-İmame, s.60

İMAM HASAN’DAN VECİZ SÖZLER

  1. Alçak ve şerefsiz insanlar, iyiliğe karşılık teşekkür etmezler.
  2. İffetli ve dürüst olmak, rızkı ve geliri azaltmaz; hırs ve tamah da rızkı çoğaltmaz.
  3. İçinde zerrece şer ve kötülük bulunmayan halis hayır ve iyilik; nimete kavuşunca şükretmek, sıkıntı ve zorluğa düşünce de sabırlı olmaktır.
  4. Dünyada küçük düşüp horlanmak, cehennem ateşine atılmaktan yeğdir.
  5. En sağlam kalp, zan ve şüphelerden temizlenmiş olanıdır.
  6. Ahiret yolculuğunun ne kadar uzun olduğunu anlayan kişi, kendisini bu uzun yolculuğa hazırlar ve azığını temin etmeye başlar.1
  7. Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına da öyle davran.
  8. Ahiret yolculuğuna hazır ol, ölüm gelip çatmadan ahiretin için azığını hazırla.
  9. Birbirine akıl danışıp meşverette bulunanlar, mutlaka kendi hayırlarına olacak yolu görürler.
  10. Ölmeden önce, salih amel işlemeye çalışın.2
  1. Bir ila altıncı hadislerin kaynağı: Tuhefu’l-Ukul, s.168-170
  2. Yedi ila onuncu hadislerin kaynağı: Tuhefu’l-Ukul, s.7-9

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir