İçindekiler
14 Masum (a.s)’ın vücutlarının hakikati konusunu işliyorduk. Geçen dersimizde arz ettik:
Ehlibeyt (a.s)’ın özlerinin hakikatini ve azametini beyan eden bu kadar senet, nas ve delil olmasına rağmen Ehlibeyt (a.s)’ın beyan buyrulmuş olan o makamlarını kabulde zorlananların, inkar edenlerin, kabul cihetinde olmayanların 3 gruba ayrıldığını söylemiştik:
1. Grup:
Bu grup, Ehlibeyt (a.s)’ın hakikatlerinin marifetinden uzak oldukları için Ehlibeyt (a.s)’ın varlık boyutunun kendileri gibi olduğunu ve Ehlibeyt (a.s)’ı kendilerinden yalnızca biraz daha kutsal, biraz daha mukaddes, biraz daha aziz ve biraz daha şerif gördükleri için; Ehlibeyt (a.s) ile kendileri arasında yalnızca şerafet farkının olduğunu düşündükleri için Ehlibeyt (a.s)’ın zatlarına ait bir hakikat denildiği vakit: “Bunlar kabul cihetinde olmuyorlar!”
2. Grup:
Bu grup, Ehlibeyt (a.s)’ın hakikatlerini hakikaten biliyorlar ve anlıyorlar ancak bu gruba ait kimselerin: “Dünyada başka bir hesapları, hedefleri ve gayeleri olduğu için bu kimseler Ehlibeyt (a.s)’ın hakikatleri denildiği zaman “Kabul etme ve teslim olma cihetinde olmuyorlar!”
3. Grup:
Bu grup ise, Ehlibeyt (a.s)’ın hakikatlerinin ve varlıklarının kendileri gibi olmadığını biliyorlar. Ehlibeyt (a.s)’ın, idrak dahi edilmeyecek bir vücut yapılarının olduğunu biliyorlar. (Ki hakikaten de Ehlibeytin vücut yapısını idrak etmek mümkün değildir ki bizlerde yalnızca kelime bazında açıklıyoruz.) Bu gruba ait kimseler ise muannettirler; bunlar Ehlibeyt (a.s)’a düşmandırlar. Bunlar Ehlibeyt (a.s)’ın o makamından dolayı Ehlibeyt (a.s)’a düşmandırlar; tıpkı babaları İblisin düşmanlığı gibi düşmandırlar çünkü İblisin de secde etmemesinin sebebi buydu!
İblisten, Hz. Adem (a.s)’a secde edilmesi istendiğinde Adem’in ötesinde olan o makam ve o nura (ki Adem (a.s) da o nurdan yaratılmıştı) secde edilmesi istenmişti. İblis, aslında o nura secde edecekti çünkü o nur, Allah’ın nuruydu ve Allah’ın nuru olduğu için İblis, aslında Allah’a secde etmiş olacaktı.
İblis’in o nurun önünde secde etmesi ne Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e, ne de 13 Masum (a.s)’a yapılacak olan secde değildi! O secde, Allah’a yapılacak olan secdeydi ki iblis o secdeyi gerçekleştirmedi.
اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Böbürlendi, kibirlendi ve kafirlerden oldu.
Bakara Suresi 34. Ayet-i Kerime
İnsanların da bir grubu bu şekildedir.
3. Gruptaki kimseler, Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in makamını hazmedemiyorlar/hazmedememektedirler.
Enbiyaullah (a.s)’ın öğretileri olmayacak olsaydı; eğer Enbiyaullah bizlere kendi varlığımızı öğretmeyecek olsaydı, bizler kendi varlığımız hakkında yalnızca bir boyutumuzu biliyorduk ve bilmiş olduğumuz bu boyutta maddi boyutumuzdu ve maddi boyutumuzun ise sadece nasıl meydana geldiği hususu idi ki:
•Nutfe cenin oluyor.
• Cenin dünyaya geliyor çocuk oluyor.
• Yiyor, içiyor, büyüyor ve daha sonra yaşlanıyor.
• Sonra da ölüp, izmihlal oluyor.
Biz insanlar, kendimiz hakkında sadece bunu biliyoruz ama bunun da künhünü bilmiyoruz. Biz insanın sadece nutfeden meydana (dünyaya) geldiğini biliyoruz ama ilim, bu nutfeninde içinde ne özellik olduğunu çözememiştir.
Birileri sürekli olarak “ilim, ilim, ilim” diyorlar; bakın, işte sizin ilim dediğiniz şey budur, bunun ötesi yoktur.
Sizler bilmeyebilirsiniz. Siz, bunu anlamayabilirsiniz ama sizin erbaplarınız ki bu işlerin içindedirler onlar, sadece nutfenin adını biliyorlar. Onlar, nutfenin içindeki özellikleri bilmiyorlar. Onlar, yalnızca nutfenin içindeki moleküllere bir takım isimler koymuşlardır. Sizin erbaplarınız suyun içindeki moleküllerin yalnızca “2 Hidrojen 1 Oksijen” olduğunu biliyor ancak ilim bu iki maddenin özelliklerinin ne olduğunu da çözememiştir. Biz, ilmin öz mihenginden bahsediyoruz yoksa ilim: “Bu bedenin hastalık boyutundaki bir takım şeyleri keşfetmiştir. İlim, bu bedenin vitamin boyutundaki bir takım şeyleri keşfetmiştir. İlim, bedeni ameliyat edip bedendeki illeti almayı keşfetmiştir.” ama bunlar hep cüz’i’dir. Bunlar ilmin temel ilkesi değildir. Keşfedilen bu şeyler bedene ait olan şeylerdir, önemli olan şey bedenin özünü teşhis edebilmektir. İlmin, bedenin özü hakkında bildiği tek şey beden hücreden, nutfeden meydana gelmiştir; ilim başka bir şey açıklamamıştır. İlim hücrenin ne olduğunu da açıklayamamıştır. Yeryüzündeki bu ilim bunu bilmiyor, bunu açıklayamamıştır. İlim, “Kan nedir?” sorusunun cevabını bilmiyor; kanın içerisindeki 2-3 tane molekülü teşhis edip ismini koymuşlardır ve başka bir şeyde bilmiyorlar! İlim, “Hidrojenin ve oksijenin özelliği nedir ki bu iki madde birbiriyle birleştiği zaman suyu meydana getiriyor?” sorusunun cevabını açıklayamıyor. İlim yalnızca bu maddelerin adını koymuş ve geçmiştir.
Enbiyallah (a.s) bize öğretilerini öğretmemiş olsaydı bizim kendimiz hakkında bildiğimiz tek şey nutfeden meydana geldiğimiz olacaktı. Enbiya’nın öğretilerini saymayacak olursak kendi varlığımız hakkında bildiğimiz başka hiçbir şey yoktur. Biz bu kadarız. Bizim ilmimiz bu kadardır. Beşer’in ilmi bu kadardır. “Biz” derken bizim ötemizdeki insanların başka şeyler bildiğini zannetmeyin; onlar aslen hiçbir şey de bilmiyorlar! Aslı zatında onlar bizim bildiklerimizi de bilmiyorlar çünkü bizim İlahî öğretilerden öğrenmiş olduklarımız vardır ki onlar o İlahî öğretileri de kabul etmiyor ve bilmiyorlar çünkü o tarafta tarakları yoktur.
Enbiya bize şunu öğretti:
“Ey insanlar! Sizin bu maddenin ötesinde bir boyutunuz daha var; sizin bu boyutunuz ruh boyutudur. Sizler fakat bedenden müteşekkil varlık değilsiniz! Sizin bu beden boyutunuzun yanında bir de ruh boyutunuz vardır.” Ruhun bedenden önce mi yoksa sonra mı yaratıldığı da ayrı meseledir. (Geçen dersimize de mutekellimlerin ruhun yaratılış zamanı hakkındaki görüşlerini arz etmiştik.) Ruhun ne zaman yaratıldığı bizim için o kadar da önemli değildir. Biz biliyoruz ki ruh, bedenden ayrı bir şeydir. Ancak bir takım insanlar Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e ve İmamlara da (a.s) bu fikirle bakıyor. Bir takım insanlar, Peygamberlere de bu gözle bakıyor ve diyorlar ki:
“Peygamberler bizim gibidir. Peygamberlerin bedeni vardır ve onların bedeni de nutfeden meydana gelmiştir (ki hakikat de böyledir.) Peygamberlerinde bedeni nutfeden meydana gelmiştir.
Çocuk olmuşlardır.
Süt içip mama yiyerek büyümüşler ve rüşd etmişlerdir.
Daha sonra yaşlanmışlar ve ölmüşlerdir. Evet bu beden bakımından doğrudur.
Ancak Peygamberlerin bir de ruhları vardır ki onların ruhu bizim ruhumuz gibi değildir.
Peygamberlerinde ruhları bizim ruhumuz türündendir ama bizim ruhumuz gibi değildir. Peygamberlerin ruhu bizim ruhumuzdan biraz daha azizdir, biraz daha şerif ve biraz daha mukaddestir. Böyle bir ruhtur!” diyorlar ve bu şekilde inanıyorlar.
Bu sözler, doğru sözlerdir; onlarında bedenleri bizim bedenimiz gibidir ve nutfeden meydana gelmiştir.
Doğrudur; onların ruhu bizim ruhumuzdan daha azizdir ama bir kişi Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e ve Ehlibeytine (a.s) bu şekilde bakıyorsa:
O kişiyle Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) hakkında hiçbir şey konuşmamanız gerekir çünkü sizler bu kişilere Hz. Peygamber (s.a.a) hakkında ne diyecek olursan olun bu kişilere göre şirk işlemiş olursunuz. Bu kişilere Allah’ın hiçbir Peygamberi hakkında hiçbir şey söylememeniz gerekir; hiçbir İmam hakkında hiçbir şey söylememeniz gerekir çünkü adamın kalıbı budur!
Çünkü adamlar diyor ki:
Eğer Peygamberlerde varsa ben de neden yoktur? Ben de aynı şeyden vücuda gelmişken Hüseyin (a.s) nasıl Rahmetullahi’l Vasie olabilir? Hüseyin (a.s) nasıl Bab-u Rahmetullah olabilir?”
Adam: “Nasıl olabilir?” diyor.
İlim, senin vücudun hakkında:
“Sadece nutfeden müteşekkil olduğunu” ortaya koyabilmiştir.
Onu da zaten zahiren ortada olduğu için koyabilmiştir ancak işin garibi budur ki o maddeye “nutfe” adını dahi Peygamber koymuştur, din koymuştur.
İlim bu maddeye bir ad dahi bulamamıştır. Beşer bu maddeye bir ad dahi bulamamıştır. Bu maddenin adını da Peygamber koymuştur. Ancak bizler (inananlar olarak) bakıyoruz ki:
Evet, Peygamberlerin iki boyutu bizim boyutumuz gibidir; ruhları bizim ruhumuz türündendir ama farklıdır; bedenleri ise bizlerin bedeni gibi meydana gelmiştir ama şekil, şemal, kudsiyet ve azizlik bakımından farklıdır. Zahiri boyutta başka bir şey yoktur ancak Peygamberlerin vücud yapısına yalnızca bu şekilde baktığınız zaman:
“Sizler, Peygamberlerin hiçbir makamını kabul edemezsiniz!”
Bizler, elimizdeki naslara baktığımız zaman; (beşer zaten bunu kat-î surette öğretemiyor) Peygamberlerin (a.s) öğretilerine baktığımız zaman bizler başka bir şey görüyoruz, bizler şunu görüyoruz:
Alemde, sadece 14 Masum (a.s) üçüncü bir farklı boyuta sahiptirler ve bu üçüncü boyut yalnızca 14 Masuma aittir.
Alemde Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in ve Ehlibeytinin dışında üçüncü bir boyuta sahip olan hiçbir mahluk yoktur.
14 Masum (a.s)’ın varlıkları 3 boyutludur.
Beşer bazında düşünecek olursak 14 Masum (a.s)’ın dışında (Peygamberlerde (a.s) dahil olmak üzere) hiçbir mahlukta bu üçüncü boyut yoktur.
Bizler, Allah’ın ayetlerine, Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman o ayetler ki Ehlibeyt (a.s) hakkında nazil olmuştur, o ayetler yabana atılacak ayetler değildir.
Bu ayetler bize sıradan hikaye anlatmıyor.
Bu ayetler bize sıradan bir muhtar anlatmıyor çünkü Allah’ın kendisi sıradan bir muhtarlık iddiasına sahip değildir ki kendi vekilini de muhtar gibi görsün ve anlatsın.
Biz bu ayetlere baktığımız zaman anlıyoruz ki:
Alemde yalnızca 14 Masum (a.s)’ın varlıkları 3 boyutludur.
14 Masum (a.s)’ın beden ve ruh boyutunun dışında bir boyutu daha vardır ve bu boyut: “Nur boyutudur.”
Allahu Tebareke ve Teala, 14 Masum (a.s) hakkında buyuruyor:
“Khelegekumullah Envara”: Allah, sizi nur yarattı!”
Allahu Tebareke ve Teala, bu sözünde: “Allah sizin bedenlerinizi nurdan yarattı” demiyor!
Ya da: “Allahu Tebareke ve Teala sizin ruhunuzu nur yarattı” demiyor!
Hem hadislere hem de ayetlere baktığımız zaman görüyoruz ki:
Allahu Tebareke Teala Ehlibeyt’in beden ve ruh yapısını ayrı işlemiştir ve bizim dersimizde anlattığımız şekilde işlemiştir.
14 Masum’un beden ve ruh yapısı hakkında hadis ve ayetlere baktığınız zaman göreceksiniz ki Allahu Tebareke Teala Ehlibeyt’in beden ve ruh yapısını benim size anlattığım şekilde işlemiştir.
Allahu Tebareke ve Teala burada, “Khelegekumullah envara” beyanı ile ayrı bir konuya giriyor.
Allahu Tebareke Teala buyuruyor:
“Allah sizleri nur olarak yarattı!”
“Allah sizi nurdan yarattı” çevirisi biraz eksik olabiliyor ama “Allah sizleri nur olarak yarattı” tam manayı veriyor.
Allah, “Allah, sizlerin ruhlarını nurdan yarattı” demiyor! “Ruhlarınız nurdur” demiyor! Ruh ile nur ayrı hakikatlerdir ki geçen haftaki dersimizde açıklamıştık. Allah, “Sizin bedeninizi nurdan yarattım” demiyor!
Allahu Tebareke ve Teala buyuruyor ki:
“Sizi nurdan yarattım.”
O halde buradaki maksat nedir?
Allahu Tebareke ve Teala burada yeni bir boyut ortaya koyuyor.
İlimde, Felsefede ve Kelamda bu böyledir ki:
Allahu Tebareke ve Teala, burada yeni bir boyut ortaya koyuyor. (Biz bunu anlamıyorsak bu bizim suçumuzdur; ilim budur!”
İlim buyuruyor ki:
Ey 14 masum! Sizin üçüncü bir boyutunuz var ve sizin bu üçüncü boyutunuz nurdur.
Bu hadis, “Allah sizi nur yarattı” hadisi insanın önüne ayrı bir boyut koyuyor.
Buyuruyor: “Ey İnsan! Ben ki sana Peygamberi ve 14 Masum (a.s)’ı Huccet olarak gönderdim; onların üçüncü bir boyutu daha (nur boyutu) vardır ki o boyut sende yoktur! Sadece sende değil hiç kimse de yoktur! Bu boyut (nur boyutu) yalnızca onlara (14 Masum (a.s)’a) mahsustur.” Ve elimizde hiçbir hadis yoktur ki Allahu Tebareke ve Teala bunu başka bir Peygamber için buyurmuş olsun. Allahu Tebareke ve Teala bunu, başka hiçbir Peygamberi için dahi buyurmamıştır.
Bir hadiste buyruluyor:
Bi evveli ma helegallah nuri Nebiyyi
Burada 14 Masum (a.s) kastedilmiyor demeyin! Buradaki maksat 14 Masum (a.s)’dır çünkü Allahu Tebareke ve Teala burada buyuruyor ki:
“Allah’ın kendi vücudunun haricinde yarattığı ilk şey (o zaman ki o zamanda yalnızca Allah’ın özü, zâtı vardı ve başka da hiçbir şey yoktu; ne gökler ve ne de yerler yaratılmamıştı; melaikikullahta dahil hiçbir mahluk yaratılmamıştı. Hiçbir şey yoktu.) Allahu Tebareke ve Teala’nın irade edip yarattığı ilk şey “nurun Nebiyyi” Peygamberinin (s.a.a) nurudur.”
Alemde yer ve gök yoktu ki yaratılan şey Peygamberin bedeni veya ruhu olmuş olabilsin. Allahu Tebareke ve Teala burada Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in üçüncü boyutundan bahsediyor. 14 Masum (a.s)’ın 3. boyutu (nur boyutu) vardır. Hadis de buyruluyor ki: “Peygamberi’nin (s.a.a) nurunu yarattı.” Bu hadisten neden cem (çoğul) kullanılmamıştır. Neden çoğul kullanarak 14 Masum (a.s) kastedilmemiş ve sadece Peygamberi’nin (s.a.a) buyurulmuştur.
Sebebi:
Çünkü Bunlar ilk yaratıldığında tek bir nur idiler ve daha sonra ayrıldılar.
14 Masum (a.s), ilk yaratıldıklarında tek bir nurdular. Allahu Tebareke ve Teala Ehlibeyt (a.s)’ı ezelde nur “tek bir nur” olarak yarattı ve bunlar daha sonra birbirinden aşama aşama, merhaleler ile ayrıldılar.
Bu hadisler bize Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in ve Ehlibeyti’nin (14 Masum (a.s)’ın üç boyutunun var olduğunu göstermektedir.
14 Masum’un (a.s) varlıkları 3 boyutludur.
1. boyut: Beden
2. boyut: Ruh
3. boyut: Nur
Beden ve ruh boyutu bizde de vardır. Bizler burada 14 Masum (a.s)’a müşterekiz (ortağız) ancak 3. boyutta (nur boyutunda) müşterek değiliz! Nur boyutu sadece onlara (14 Masum (a.s)’a) mahsustur.
Peki bu nur nedir?
Daha önce işlemiş olduğumuz derslerde ve işlemiş olduğumuz birçok hadiste de olduğu gibi mükerrer defa arz etmişti ki hadislerde buyruluyor:
Allahu Tebareke ve Teala Ehlibeyt (a.s)’ı azametinin nuru ile yarattı.
Nuri Azametillah (Allah’ın azametinin nuru)
Nuri Azametillah (Allah’ın azametinin nuru) denildiğnde Allahu Tebareke ve Teala’nın azametinin nurunun içerisinde, Allahu Tebareke ve Teala’nın Esmaül Hüsnası’nın ve Sıfat’ul Ulyası’nın tamamının var olduğunu bilmemiz gerekir. Allah’ın azamet nuru, öyle geniş ve kapsamlıdır ki Allahu Tebareke ve Teala’da olması gereken özelliklerin tamamı Nuri Azametillah’ta cem olmuştur.
Allahu Tebareke ve Teala’nın Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’i ve Ehlibeytibi ne ile yarattığını görüyor musunuz?
Ne ile yaratıyor?
-Azamet nuru ile yaratıyor ve Azamet nuru’nun içerisinde de Esma’ul Hüsna’sının ve Sıfat’ul Ulya’sının da tamamı vardır.
O zaman 14 Masum (a.s) Allah mı oluyor?
Yoksa (Allah’ın azamet nurundan yaratılmalarına rağmen) Allah’tan ayrı mı oluyorlar?
Bir haliç (bir denizin bir kolunu) düşünün. Haliç, denize bağlıdır ama denizden ayrıdır ve haliçtir. Haliç’in görünümü ayrıdır ama bir uçtan, bir koldan denize bağlıdır. Siz, denize bağlı olan bu haliç’in suyuna “Bu haliç’in suyu, denizin suyu değildir!” diyebilir misiniz?
-Diyemezsiniz.
Çünkü halic’in suyu denizin suyudur. Halic’in suyu denize muttesildir. Denizin suyunda var olan özelliklerin tamamı, bu halicin suyunda da var mıdır?
-Vardır.
Allah’ın azamet nurunun içerisinde rahmetinin tamamı var mıdır?
-Vardır
Allah’ın azamet nurunun içerisinde feyzinin tamamı var mıdır?
-Vardır
Allah’ın azamet nurunun dalında da var mıdır?
-Vardır
O halde, “Hüseyin (a.s) Allah’ın rahmetidir!” denildiğinde neden hoplanılıyor?
Hüseyin (a.s), Allah’ın azamet nurundan yaratılmıştır ve Allah, azamet nurundan yaratıp bir köşeye de atmamıştır! Hüseyin (a.s) Allah’ın özüne muttesildir, bağlıdır. Bunun misali tıpkı ana denize bağlı olan Halic’in misali gibidir.
Marmara Denizi, Karadeniz’e bağlıdır.
Siz, “Karadeniz’den akan su, Marmaray’a geldiği zaman Karadeniz’den gelen suyun özellikleri Marmara Denizi’nde kesiliyor ve bütün özellikleri ölüyor” diyebilir misiniz?
Nuri Azametillah, Allahu Tebareke ve Teala’nın Esmaül Hüsnası’nın ve Sıfat’ul Ulyası’nın tamamını içerisinde barındırıyor. Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’i ve Ehlibeytini kendisinin azamet nurundan yarattığı için ayrı bir boyutları (nur boyutları) vardır ve Allahu Tebareke ve Teala 14 Masum (a.s)’ın bu boyutunu (nur boyutunu) getirip bedenin içine de koymamıştır. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in ve Ehlibeyti’nin nur boyutu bedenlerinden ayrı bir vücuttur. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in ve Ehlibeyti’nin (a.s) bedeninde o nurun yalnızca bir şuası vardır; bedenlerinde o azamet nurunun özü yoktur.
Tenezzele! Nazil oldukça hafifleyerek iner.
O nur, o azametiyle yeryüzüne inmez çünkü alem o nurun azametini kaldıramaz.
Allahu Tebareke ve Teala bu şekilde irade etti. Allahu Tebareke ve Teala, Peygamberini (s.a.a) ve Ehlibeytini (a.s) bizim şeklimizde yaratmayı irade etti. Eğer Allahu Tebareke ve Teala alemi bu şekilde yaratmayı irade ettiğinde; bizim gibi insanları yaratmayı irade ettiğinde; melekleri bu şekilde yaratmayı irade ettiğinde; 7 kat göğü bu şekilde yaratmayı irade ettiğinde; levhi, arşı ve kürsiyi bu şekilde yaratmayı irade ettiğinde Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’i azamet nurundan yaratıp alemleri onun vasıtasıyla yaratmayı irade etmeyecek olsaydı alemler yaratılamazdı. Mümkün değildi!
Mutlak nur, mahlukun içine nasıl sığacak?
Aksi takdirde Allahu Tebareke ve Teâlâ’yı mahlukun içine sokmuş olursunuz.
Kanun: “O Nuru İlahî’nin, Rahmeti Mutlak-î İlahi’nin bana gelebilmesi için; sana gelebilmesi için; Cebrail’e gelebilmesi için; İbrahim’e gelebilmesi için; İsmail’e gelebilmesi için Allah’ın nuruna muttesil bir nurun olması; alemlerdeki mahlukatın, Allah’ın nurunun cüzü olan o nurun kanalı ile yaratılabilmesi ve yaratılan mahlukata rahmetin inebilmesi için mecburdur!
Kanun bunu gerektiriyor! Çünkü başka türlü gelemez!
Bir takım sapık tarikatlar var ve diyorlar ki:
Allah ete kemiğe büründü “….” kişi diye göründü.”
Bu şirki mutlaktır.
Yani bu söz iki Allah var demekten daha ağırdır çünkü “Allah, şekle şemala büründü filan kişinin şeklinde göründü.” diyorlar
Bu şirk, 2 Allah’a inanma şirkinden daha büyük bir şirktir çünkü iki Allah’a inanma şirkinde: İkincisine bir güç veriyorlar ve diyorlar ki bu 2 İlah birbiriyle anlaşmıştır.
İki İlah tezini savunan filozoflar diyorlar ki: “İki Allah vardır ve bu iki Allah birbiriyle anlaşmıştır ve bu sebepten dolayı da birbirleriyle ihtilaf etmiyorlar.” Bunu diyenler filozofturlar.
Bu batıldır ancak farz edin ki iki Allah’a inandığını söyleyenler inançlarını “İki Allah’ın birbiriyle anlaşmasına dayandırsınlar”; peki bu sapık tarikatların demiş olduklarına ne diyeceksiniz?
Bilahare bunu bilin ki Allahu Tebareke ve Teala böyle bir vesile ve sebebi yaratmayacak ve kullanmayacak olsaydı bu alemler bu şekilde yaratılamazdı!
Çünkü:
1- Alem, Allah’ın nurunu kaldıramaz!
2- Allahu Tebareke ve Teala da bu alemin içine sığmaz.
Allah, mahlukunun içine giremez. Allahu Tebareke ve Teala kendisini mahlukun kapasitesinde izhar-ı vücud edemez. Allahu Tebareke ve Teala, kendisini özü ile ortaya koyamaz çünkü eğer koyacak olsa herkes yok olur!
1- Hiçbir mahluk onu kaldıramaz, ona tahammül edemez ve onu idrak edemez.
2- O azamet indiği yerde, kendi altında hiç bir şey koymaz/koyamaz.
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), bu nurdan yaratılmıştır ve Allahu Tebareke ve Teala aleme bu nurdan vermiştir. Kanun budur! Allah, direkt olarak kendi nurundan veremez. Allah vermeyi irade edebilir ama olmaz! Allah’ın nurundan vermesi için nurunu cüz-i’leştirmesi ve hafifletmesi lazımdır ve hafifletmesi için de vesileye ihtiyacı vardır. Hafiften maksadımız, Allahu Tebareke ve Teâlâ’ya göre hafiftir yoksa alemlere göre Uzmâ’dır. Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in makamının azametini ve Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın o nur makamının azametini akıl idrak etmiyor! Yuhyi ve yumit’tir. Azrail onun emriyle gelip can alıp can bağışlıyor. Esma’ul Hüsna’nın ve Sıfat’ul Ulya’nın tamamı 14 Masum (a.s)’da vardır çünkü onlar Allah’ın nurudurlar. 14 masum bu görevi yapmaya mecburdur.
Bazıları diyor ki:
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Cebrail’e (a.s) nasıl emir verebilir?
Nasıl veremez?
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) hem Nuri Azametillah’tan yaratılmış olacak, Allah’ın nuru olacak ve hem de Cebrail’e emir edemeyecek?
Cebrail (a.s), Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in nuruyla yaratılmıştır. Cebrail’in (a.s) Haliki Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in nurudur. Cebrail’in varlığının sebebi O’dur. Melaiketullah’ın yaratılış sebebi Eimme’den (a.s) biridir.
Arş ve Kürsü, bir İmamın nuruyla yaratılmıştır.
Cennet, bir İmam’ın (a.s) nuru ile yaratılmıştır.
Levh-i Mahfuz bir İmam’ın (a.s) nuruyla yaratılmıştır.
Masiva (ki biz masiva’da nelerin var olduğunu bilmiyoruz) Hz. Nebiyyi Kibriya’nın (s.a.a) ve Aliyyel Murteza’nın (a.s) nuruyla yaratılmıştır.
Burada bağımsız olarak ayrı bir şey düşünmeyin! Bu nur, Allah’ın nurudur. Hz. Nebiyyi Kibriya’da (s.a.a) ve Aliyyel Murteza’da olan nur Allah’ın nurudur. Eğer Allah’ın nurunu taşımasalar Envarullah olamazlar ve üçüncü boyuttan mahrum olurlar.
Ama hadiste buyuruluyor ki:
“Helegekumullah Envara”
Allah, 14 Masum (a.s)’ı Envarullah’tan yaratmıştır.
Sünni kaynaklarını biraz inceledim ve aşağı yukarı 40’a yakın muhkem ve sahih hadis gördüm; eğer daha çok bakacak olsak İlâ Maşallah çoktur ve görmüş olduğum hadislerin tamamı bu demiş olduklarımı teyit ediyor. Şia kaynakları ise İlâ Maşallah doludur. ELHEMDULİLLAH
Bu hadislerden birinde buyruluyor ki:
“Allahu Tebareke ve Teala’nın yaratmış olduğu ilk şey (ilk varlık) kendi azamet nurundan yarattığı Hz. Nebiyyi Kibriya’nın ve Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib ‘in nurudur. Bunlar ilk olarak tek bir nur idiler…”
Elbette burada Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) ve Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s) baz alınmıştır ki bu da doğrudur çünkü bu nurun ayrılma silsilesine baktığımız zaman bu şekildedir.
İlk önce Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) ile Hz. Emirelmüminin İmam Ali (a.s)’ın nuru birbirinden ayrıldı.
Bunlar ilk yaratıldıklarında tek bir nur idiler ve aşama aşama ayrıldılar.
Maddi bedene girdikleri zaman (yani Allahu Tebareke ve Teala Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in dünyaya gelmesini irade ettiği zaman) bunların nuru tamamen ayrıldı.
Bu bize neyi gösteriyor?
Bakın görüyorsunuz ki fiziki bedeni ve ruhu hiç saymıyor bile; sadece nur diyor.
“Bunlar, aşama aşama her yerde vardır” diyor.
Bu aşamalar nedir? Ne aşamasıdır? Bunlar hangi aşamalardan geçiyorlardı? Bunlar ne yapıyorlardı? Geçmiş oldukları aşamalar nelerdi?
-Bu aşamalar, Hilgeti alemdir.
14 Masum (a.s)’ın geçmiş oldukları aşamalar, Hilgeti alemdir.
14 Masum (a.s)’dan:
Birinin nuruyla Cennet yaratıldı;
Birinin nuruyla melekler yaratıldı;
Birinin nuruyla levh-u kalem yaratıldı;
Birinin nuruyla kürsü, Arş yaratıldı.
Hepsi 14 Masum (a.s)’ın nuruyla, 14 Masum (a.s)’ın vasıtasıyla, yaratıldı.
Sebep olmak nedir? Sebep olmanın manası nedir?
Yani 14 Masum (a.s)’ın nuruyla, 14 Masum (a.s)’ın vasıtasıyla, 14 Masum (a.s)’ın sebep olmadığı, “Ol demediği” hiçbiri mahluk alemde yoktur.
Allahu Tebareke ve Teala, 14 Masum (a.s)’ı öz nuruna öyle bir şekilde bağladı ki Allah iradesini bunlar ile yapıyor.
Hepiniz Şia’nın hakkaniyeti ile ilgili hadis okuduğunuzda şu hadisi kullanıyorsunuz ve belki bin defa da okumuşsunuzdur.
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a), Hz. Fatime-i Zehra (s.a) için buyuruyorlar:
“Men azana feget azani ve men azana feget Azallah”
Kim Peygamberi (s.a.a) üzerse Allah’ı üzer ne demektir?
Bunun manası nedir?
Bunun manası: Hz. Fatime-i Zehra (s.a)’nın nuru, Allah’ın nurudur. Kim Fatime’nin bu bedenine eziyet ederse nur makamına, nur boyutuna eziyet ediyor ki o nur da Allah’ın öz nurudur.
Bakın bunu bilin ki! O nur boyutuyla yerdeki boyut bir değildir.
Haşa ve kella! Biz, “Ehlibeyt (a.s) Allah’tır” demiyoruz! Mahlukturlar. Haşa ve kella! “Bağımsızdırlar” demiyoruz!
Ama diyoruz ki: 14 Masum (a.s), Allah’ın nurundan mahlukturlar. Allah, nurundan cüz edip oraya koymuştur. Bir diğer tabirle nurundan haliç ayırmıştır ve alıp oradan veriyor.
Siz denizi tarlaya bağlayabilir misiniz? Nasıl bağlayabilirsiniz?
-Bağlayamazsınız!
Sünni veya Şii, hiç kimse bu hadisleri reddedememiştir, reddedemeyecektir ve reddedebilmeleri de mümkün değildir.
“Ma min şey’in illa entum ve entum lehu sebeb”
Biz, bunu kendi dilimizden diyoruz ve bunu bilin ki melekler de bunu diyor, göklerde bunu diyor, arş’da bunu diyor, bu hitap herkesin kendi vusat ve sorumluluğu çerçevesinde kendisi içindir ama bizler (beşer olarak) kendimizden sorumluyuz ve melekler adına konuşmuyoruz ama âla derecede böyle olduğunu da biliyoruz.
Bu söz, benim sözüm değildir; bu sözü nasıl inkar edebilirsiniz?
Bu söz masumun sözüdür, vahiydir.
“Ma min şey’in illa entum ve entum lehu sebeb”: Ey, 14 Masum! Bize verilen herşey, hatta bu beden “Ma min şey’in” yani “öyle bir şey yoktur ki o şey bize verilmiş olsun”; yani “bize verilmiş olan bütün herşey”, ruhtan tutun, vücuda kadar (çünkü ruhda 14 Masum (a.s)’ın rıza ve iradesi ile yaratılmıştır, ruhda 14 Masum (a.s)’ın o nur boyutu ile irade olmuştur.) Bize verilen her ne varsa, (rahmetten tutun feyze kadar aklınıza ne geliyorsa) tamamının sebebi sizsiniz. Yani sizin o vücudunuz olmasaydı, biz bunlara sahip olamayacaktık.
İşin acaibi budur ki: 14 Masum (a.s), hem sebeptirler ve hemde vesiledirler. Nur olma boyutu budur! Allahu Tebareke ve Teala 14 Masum (a.s)’ı getirip azametine bağlamış ve Allahu Tebareke ve Teala’nın zatı da hem sebeptir hemde vesiledir.
Birileri çıkıp nasıl Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) hakkında:
“Yok! Nebiyyi Kibriya o makamda değildir de siz abartıyorsunuz”;
“Yok! Nebiyyi Kibriya biraz daha iyi namaz kılıyordu”;
“Yok! Biraz daha iyi secde ediyordu” diyebilirsiniz.
O, diyenlere soruyorum:
“Peki sizler, bu hakikatleri nereye koyacaksınız?”
14 Masum (a.s) hakkında bir başka yerde ise buyruluyor:
“Ve istefeykum bi ilmihi”
“Allah sizi ilmine seçti.“
Allah’ın ilmini bu Ruh ve bedenle kim alabilir? Allah’ın nuruna muttessil olmayan hangi Peygamber, Allah’ın ilmi için seçilmiş olabilir?
“Ve istefeykum bi ilmihi” yani Allah onu seçmiş ve ilmini ona vermiş. Allah’ın ilmi beden ve ruha nasıl verilebilir?
Ama bu, beden ve ruh değildir! 14 Masum (a.s)’ın bir nur boyutu vardır ve o nur boyutunda Allah’ın ilmi vardır.
Allahu Tebareke ve Teala buyuruyor:
“Ve istefeykum bi ilmihi” Allah, ilmini size verdi.
Siz, Allah’ın ilmi ile amel ediyorsunuz. Siz, Allah’ın ilmi ile iş yapıyorsunuz. Siz, Allah’ın ilmi ile arşı idare ediyorsunuz. Siz Allah’ın ilmi ile göğü idare ediyorsunuz. Güneş ve Ay, sizin emriniz ile doğup batıyor. “Ve istefeykum bi ilmihi” buyruğu bize bunu anlatıyor. “Ve istefeykum bi ilmihi” bize, hikaye anlatmıyor!
“Ve istefeykum bi ilmihi” ne demektir?
Allah kimi ilmine seçer?
Yada buyruluyor:
“Vertedakum bi geybi”
“Allah gaybını, gayb ilmini, gaybında olanı size verdi.”
Allah’ın gaybı: Allah, kendisine mahsus olan ve başka hiç kimsenin bilmediği sırrını, sizde razı kıldı; size verdi.
Siz, Allah’ın razıdaşısınız. Siz, Allah’ını sırrını biliyorsunuz.
Bu nedir? Bu hangi makamdır?
Siz, buna sahip olan kişiye “Bab-ı Rahmetullah” denildiğinde nasıl hoplarsınız?
Yine bir başka vech ile buyruluyor:
“Ve ehtarekum li sırrıhi”
Elbette gayb ile sır ayrı şeylerdir ama bizim dilimiz (Türkçe dili) çok kısıtlı bir dil olduğu için ifade edemiyoruz.
Burada başka bir şekilde buyruluyor:
“Allah, sizi sırrına seçti. Allah, sizi sırdaşı yaptı.”
“Vectebeykum li kudretihi”
Acaip bir şeydir düşünün ki Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) Allah’ın kudret elidir yani Allah, kudretini Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) ile gösteriyor.
Allahu Tebareke ve Teala bizzat kendisi buyuruyor:
Ben, “Vectebeykum li kudretihi” Ben sizi kudretime seçtim. Ben kudretimi sizinle gösteriyorum.
Size soruyorum: “Allah kudretini nasıl gösterecekti?”
Hani bazılarınız var ya diyorsunuz:
“Böyle bir şey olamaz! Siz, bu adamları abartıyorsunuz.”
İşte, size soruyorum: “Allah, kudretini nasıl gösterecekti?”
14 Masum (a.s), Allah’ın kudret elidir ve bunu bizzat Allahu Tebareke ve Teala kendisi buyuruyor!
“Entum nurul ehyari:”
Ehyar: Seçilmiş.
Ne zaman seçilir; nerede seçilir?
-Bütün mahlukatın arasından seçilir.
Yani, Ey 14 Masum (a.s)! Siz, benim nuruma seçtiğim, seçip nurum yaptığım 14 seçilmişsiniz.
Nurun içinde de her şey vardır:
Nurun içinde, Rahmet, Feyz, Azamet, Heyy’lik, Yemut’luk vardır; Her şey vardır!
“Ve Hudatul Ebraru:”
Ben sizin ile hidayet ediyorum. Yani siz, benim adıma hidayet ediyorsunuz. Yani siz bana öyle bir şekilde bağlısınız ki ben sizin ile hidayet ediyorum. Sizler, hem benim hidayetimsiniz hem de benim hidayetimin vesilesisiniz.
14 Masum (a.s)’ın hakikati budur!
Ben Aşura ve Hz. İmam Hüseyin (a.s) konulu dersi işlediğimde Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) hakkında iki kelime kullandığımda (ki benim o iki kelimem Ehlibeyt (a.s)’ın makamına zulüm sayılmaktadır) Ben fakat dedim ki:
“Eğer ki Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın rahmeti olmasaydı alemde hiç kimse olmayacaktı.”
Ben bunu söylediğim zaman birileri bunu kabul etmedi.
Bunu, kim nasıl kabul etmeyebilir? Bunu ben mi diyorum?
Ve Hucecul Cebbari:
Bakın, Allahu Tebareke ve Teala Rahmanlığı ve Rahimliği, feyzinin ve bereketinin tamamını bir kenara koydu ve Ehlibeyt (a.s)’ın başka bir boyutunu açıklamaya başladı. Allahu Tebareke ve Teala buyuruyor ki:
Ben, Cebbar’ın Cebbar eli sizsiniz. Benim intikam alacak ve intikam alan elim sizsiniz. Aleme intikamda geliyor; bu dünyada birileri cezalandırılıyor ve birileri de mükafatlandırılıyor.
Allahu Tebareke ve Teala buyuruyor: Ey 14 Masum! Siz benim Cebbar elimsiniz. Bunu benim adıma yapan sizsiniz çünkü siz benim azamet nurundan yaratılmışsınız.
Hucecul Cebbar: Cebbar delilerim sizlersiniz.
Benden Cebbarlığıma dair delil mi istiyorsunuz?
Allahu Tebareke ve Teala Cebbarlığının delilini gösteriyor; kimdir?
Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’dır.
Kimdir?
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’dir.
Bir başka yerde ise buyuruyor:
“Bikumfetehellahu ve bikum yehtimu:”
“Allah, yaratılışa sizinle başladı ve sizinle son verecektir.”
Yani ben, sizi azamet nurundan yarattım; sizin iradeniz, benim irademdir. Siz, bunların olmasını irade ettiniz ve bunlar oldu ve siz bunların yok olmasını irade edeceksiniz ve yok olacaklar.
Ehlibeyt (a.s), Allah’ın nurundandırlar.
“Bikum yunezzilu el ğeyse:”
Emniyet, huzur ve asayiş yalnızca sizin kanalınız ile verilir. Siz, benim emniyet elimsiniz.
“Bikum yumsiku es semae en teqee elel erzi:”
Siz, o kimselersiniz ki gökyüzü sizin ile birlikte yeryüzüne çakılmıyor. Gökleri tutan sizsiniz. Eğer ki siz bu iradeye ve bu kudrete sahip olmasaydınız (ki benim nurumdan olmasaydınız bu iradeyi gösteremezdiniz) gökyüzü yere çakılırdı. Sizin bu iradeniz olmasaydı gökyüzü yere çakılacaktı.
“Bikum yuneffisul hemme veyekşifu ez zorre:”
Bütün gamlar ve kederler sizinle kaldırılıyor.
Bu, Rahmeten lil Alemin olmuyor mu? Bab-ı Rahmetullah olmuyor mu?
Siz olmazsanız hiç kimse cennet yüzü görmeyecek. Bakın, hiç kimse görmeyecek, filan grup hariç demiyor! Burada, 14 Masum (a.s)’ın dışındaki herkes kastedilmektedir. Sizler Arapça gramerini bilmediğiniz için bu kelimelerin Elif ve Lam’ların ve atifelerin ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz. Arap gramerini, nahiv ve sarf ilmini bilmeyen kimse ayetlere ve hadislere mana veremez!
Atakum ma la yu’ti eheden lil alemin:
Ben, size verdiğimi alemlerde hiçbir kimseye vermedim.
Meğer Allahu Tebareke ve Teala Enbiya’ya (a.s) çok şey vermemiş miydi? Meğer Allahu Tebareke ve Teala Evsiya’ya çok şey vermemiş miydi? Meğer Allahu Tebareke ve Teala Melaiketullah’a çok şey vermemiş midir? Allahu Tebareke ve Teala Melaiket’ul Mukarrebin’e çok şey vermemiş midir? Allahu Tebareke ve Teala Hemeletul Arş’a çok şey vermemiş midir?
Allahu Tebareke ve Teala bu hadiste onları saymıyor ve tabiri caizse onlar bir şey değil buyuruyor ve 14 Masum (a.s) için buyuruyor:
“Size öyle bir şey verdim ki size verdiğimi alemlerde hiç kimseye vermedim. Öyle ki sizin iradeniz benim irademdir. Ben size bunu verdim.”
Eşreqetil erzu bi nurikum:
“Siz olmasaydınız yeryüzü zulümatın içindeydi.”
Biz burada zulümatı birkaç şekilde mana edebiliriz.
1. Mana:
“Aslen mahlukat olmazdı. Hiçbir mahluk olmazdı. Ne dağlar olurd; ne taşlar olurdu; ne de denizler olurdu; hiçbir mahlukat olmazdı! İnsan da dahil olmak üzere hiçbir mahluk var olmazdı!”
“Allah’ın azamet nuru mutlak olarak hiçbir şeyi yaratamaz!” sözünü ben buna dayanarak söylüyorum. Siz olmasaydınız bunların hiçbirinin olması mümkün değildi, zulümat olurdu.
Zulümatın ilk manası: Yokluk ve hiçlik demektir.
2. Mana:
“Ben var ederdim ama tecelli ettiğim an yok olurlardı.”
Allahu Tebareke Teala, burada biz insanları muhatap alarak buyuruyor. Yoksa burada manayı geniş kapsamda alacak olursak gök ehli de bu şekildedir. Bu bütün mahlukat için geçerlidir.
Ey 14 Masum! Siz olmasaydınız hiçbir şey olmazdı!
Siz olmasaydınız ben, o mutlak (sınırsız) nurumla Cebrail’i (a.s) yaratmak isteseydim Cebrail olamazdı; Cebrail yaratılamazdı! Çünkü nur-i mutlak yakardı!
Sonuç
Biz bunları başlık ve delil olarak arz ettik. Zaten bizim hedefimiz de, o bir takım kimselerin Ehlibeyt (a.s) hakkındaki o bir takım sözleri söyledikleri için bu hadisleri şerh etmek değildi.
Bizler, İnşallah bu hadisleri ileride Velayet dersinde, Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın hutbesini şerhinde, Hz. İmam Seccad (a.s)’ın mübarek dualarının şerhinde ya da Eimme-i Ethar (a.s)’ın nur boyutu konulu dersimizde (ki biz bu derslerin hepsine başladık ama yarım kaldı) işlemeye devam edeceğiz. Biz, bu derslerde bunları bir şekilde dolaylı bir biçimde söylüyorduk ve biz bu yıl işlemiş olduğumuz Aşura derslerinde de Eimme-i Ethar (a.s)’ın azameti hakkında 1-2 kelime arz ettik.
Biz, bu alemde bizim dersimizi takip eden o onbinlerce kişinin içerisinde yalnızca tek bir kişinin dahi beyninde ufacık bir şüphe olsun istemiyoruz! Eğer beyinlerinde şüphe kalan kimseler yalnızca bir kişi dahi olsaydı biz bu dersleri bu şekilde işlerdik. Çünkü beyinlerinde şüphe kalan kimseler delil görmemişlerdi ve bizim onlara delil arz etmemiz gerekiyordu. Çünkü beyinlerinde şüphe kalan kimseler aslen delil olmadığını söylüyorlardı. Şüphesi olan kimseler var olan delillerin şerhini istemiyorlardı. Zaten şerhi de anlamak zor ve çetin bir iştir. Şerhini anlayabilmek için bu hadislerin her birini kelime kelime işlenmesi gerekir. Burada 10-15 dakika içerisinde 15 tane veriyi (nas’ı) okumak elbette zor bir şeydir. Eğer biz bu hadisleri ders olarak işlesek benim gibi bir biri her bir veriyi (nas’ı) 3-4 derste ancak açıklar. Alim olan birisi kaç derste açıklar ben bilmiyorum, herhalde 40-50-100 derste açıklar. Ama benim gibi biri bu hadislerin her birini ancak 3-4 derste açıklayabilir. Bizim hedefimiz insanların (sizlerin) önüne bu delilleri koymaktı.
Hedefimiz, “Bakın, bu deliller de vardır.” demekti.
Bu sözler, bizim İnkılabî oluşumuzdan; bizim Velayetmedar oluşumuzdan; bizim Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı çok sevmemizden ve aşkımızın bizim gözümüzü kör etmesinden dolayı söylediğimiz sözler değildir! Bu sözler, ya Allahu Tebareke ve Teala’nın ayetlerinde beyan buyurduğu, ya vahiy ile Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e beyan buyurduğu ya da Hz. Peygamber (s.a.a)’in İmamlara öğretmesi ile İmamlar’ın bizlere beyan buyurmuş olduğu Masumların sözleridir ve delildir.
İşin acayibi de budur ki bizim mektebimizin dışında kalan kişiler, Ehlibeyt (a.s)’ın İmametini kabul etmemelerine rağmen, başka kişileri onların yerine koymalarına rağmen bu hakikatleride inkar etmiyorlar. Bizim mektebimizin dışında kalan kişiler, bu hakikatlere karşı ya susuyorlar, ya tevcih ediyorlar ya da biz karışamayız ikisi de güzeldi, ikisine de selam olsun deyip aradan çıkıyorlar. Bu onların bileceği iştir! Biz onlara bir şey demiyoruz ama bizim elimizde veri vardır ve biz boş demiyoruz.
Size bu iki derste sadece şunu söylemek istedim:
“Bizim elimizde veri var ve bizim bunları söylememiz gerekiyor; eğer söylemeyecek olursak bizler Ehlibeyt (a.s)’ı:
“Kendimiz gibi ama bizden biraz daha kaliteli, bizden biraz daha iyi namaz kılan, kalpleri bizim kalbimizden biraz daha geniş, teveccühleri bizimkinden çok olan, namazı çok büyük bir teveccüh içinde kılan, oruçlarını çok büyük bir teveccüh ile tutan, ekonomilerine çok dikkat eden, haram lokma yemeyen, secdelerinde çok ağlayan, ruhu ayrı bir güzel olan (ruhları bizim ruhumuz türündendir ama ayrı da bir güzeldir çünkü Allah onlara aferin demiştir bu sebepten dolayıda ruhları ayrı güzel olan)” şeklinde bir Ehlibeyt hayal ederiz ve etmeye de devam ederiz.
Çoğu kişi, Ehlibeyt (a.s)’ı bu şekilde hayal ediyor. Bu şekilde hayal ettiğiniz için Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın bir musibeti anlatıldığı zaman, “Kutilel Huseyn” “Huseyn katledildi” denildiği zaman, yaptığınız en büyük iş başlarınızı önünüze eğmek oluyor; tabiki eğer bunuda yaparlarsa.. Eğer imanı çok kuvvetli ise yalnızca başlarını önlerine eğiyorlar.
Bunun içindir ki Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Zeynebine vurulan kırbaçların mersiyesi okunduğu zaman çok cesaret edecek olursanız “gömleğinizin ütüsünü dahi bozmayacak şekilde” sine vuruyorsunuz.
Siz, Ehlibeyt (a.s)’ı kendinizin bir tık üstü zannediyorsunuz ama Ehlibeyt (a.s), sizin zannettiğiniz gibi değiller.
Hata yapıyorsunuz!
Bizim varlığımız onların elindedir.
Onlar, bizim varlığımızın sebebidirler.
Bize ne iniyorsa onlar veriyor; bize verilenlerin tamamı onlardan gelmektedir; onlar, vesiledir; onlar, sebeptir.
Onların rızası, Allah’ın rızasıdır. Onların gazabı, Allah’ın gazabıdır. Onlar, özlerinden konuşmamaktadırlar, Allah’ın ilmi ile konuşmaktadırlar. Allahu Tebareke ve Teala, bizimle onların dili ile konuşuyor.
Meğer Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Musa (a.s) ile ateşten mi konuştu?
O ateşe tecelli eden, Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın nuruydu.
Bakın indi demiyorum! Tecelli etti! Yani milyonda bir, milyarda bir, trilyonda bir zerresi…
Hz. Musa (a.s) kiminle konuştu? Meğer Allah ile konuşmak mümkün müdür?
Bunların hepsinin delili vardır, bunlar boş şeyler değildir.
Biz, bunları Eimme-i Ethar (a.s) hakkında diyorsak ve de bu dediklerimiz millete şirk geliyorsa bunu bilinki gerçektende ben bunu size bu şekilde dediğim için (AZ DEDİĞİM İÇİN) şirk işliyorum.
Ben size delilleri açıkladım!
Sadece bu iki derste size 16 tane delil açıkladım.
Allahu Tebareke ve Teala’nın sırdaşı olmak ne demektir?
Bunu ne ile yorumlayacaksınız?
“Yalandır” mı diyeceksiniz?
VELHEMDULİLLAHİRABBİLALEMİN.
Adnan Turan Hocamızın 26.08.2023 tarihli 14 Masum (a.s)’ın Vücudunun Boyutları