Kıyam ı Kerbela Hedefleri

Kıyam -ı İmam Huseyn (a.s) Müslümanların idaresini üstlenen yöneticiler, masum olmadıkları gibi meşru da değillerdi…

Tarihte büyük insanların hedefleri de hep büyük olmuştur. Özellikle yüce bir risaletin derinliklerinden fışkırdığı zaman yücelikleri ve üstünlükleri daha bir belirginleşir.

Çağının en büyük şahsiyeti, peygamberlik mirasını üstlenen, ölümsüz son risaletin yükünü sırtlanan, söz ve fiil olarak göğün himayesi ve desteğinde hareket eden İmam Hüseyin’in (a.s) şahsiyeti üzerinde durduğumuz ve canını, ailesini ve seçkin ashabını uğruna feda ettiği kutsal kıyamının hedeflerini belirlemek için hayatını gözlerimizin önüne getirdiğimiz zaman, bilgi olarak bu hedeflerin tümünü kuşatıp belirlemenin bizim için pek kolay olmadığı görülecektir.

Ancak doğal olarak aklımızın kapasitesi oranında idrakımızın ve bilincimizin kavrayabileceği ölçüde bazı gerçekleri tespit etmemiz mümkündür. Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın oğlu Hüseyin (a.s), Allah yolunda , Allah’ın dini için kendini feda etmiştir. Dolayısıyla, Allah’ın rızasını ve O’na itaati temsil eden hedefleri, geniş ve çok yönlü olduğu gibi ulvî idi.

İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının bazı hedeflerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Zalim Yöneticiye Karşı Meşru Bir Tavır Ortaya Koymak

Ümmet, ölümcül aynı bugün gibi bir hareketsizliğin kıskacındaydı. Zalim yönetime karşı pratik, fiilî bir tavır ortaya koyamayacak kadar iradesiz görünüyordu. Herkes Yezid’in kim olduğunu, ne kadar alçak niteliklere sahip olduğunu, bu yüzden kesinlikle ümmete önderlik edecek liyakate sahip olmadığını çok iyi biliyorlardı.

Böyle bir ortamda birçok kişi şaşkındı, karar vermek hususunda tereddüt ediyorlardı. İmam Hüseyin (a.s), zulüm ve bozgunculuğa karşı nebevî tavrı belirginleştirmek üzere kıyam başlattı. Bu, kıyam; özveriye, fedakârlığa dayanan güçlü ve net bir kıyamdı. Amaç, İslâm akidesini korumaktı, zulüm ve düşmanlığa
karşı ümmetin de aynı tavrı takınmasını sağlamaktı.

2-Ümeyyeoğulları’nın Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarmak

Müslümanların idaresini üstlenen yöneticiler, masum olmadıkları gibi meşru da değillerdi. Uygulamalarını, toplum nezdinde meşru gösterebilmek için  bir perde ile gizliyorlardı. Bu gibi yöneticiler içinde, sözünü ettiğimiz yanıltıcı, hileci yöntemden en çok yararlananlar, Emevî hanedanıydı. Örneğin Muaviye, yönetimini güçlendirmek için hadis uydurmakta en ufak bir sakınca görmemişti. Hatta ümmeti saptırmak için elinden gelen bütün çabayı sarf etmiş. Halkın genelini yanıltma hususunda da büyük bir mesafe kat etmişti.

Muaviye oğlu Yezid, İslâm’ın onaylamadığı bir yöntemle yönetimi ele geçirdiğinde ise. Durum daha da tehlikeli bir boyut kazandı. Bu nedenle Emevî hareketinin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak, asıl kimliklerini mümkün mertebede çıplaklığıyla gözler önüne sermek Her Mümin/Muvahhidin üzerine  farzdı. Ki İslâm âlemi tabloyu gerçek mahiyetiyle görsün, asıl rolünün ve risaletin bilincine varsın, sorumluluğunu ve görevini yerine getirsin.Ve Ümmetin Lideri olan İmam  Hüseyin (a.s), masum bir imam olarak yönetimin maskesini indirmek ve sapkınlığını ortaya koymak üzere tarihte benzeri bulunmayan bir kıyam başlattı.

Gerçekten Emevîlerin İslama ve İslam Peygamberine münafıkça beslediği  kini, Yezid’in , insanların en hayırlısı olan Cennet Gençlerinin Efendisi İmam Hüseyin (a.s)’ı, ashabını, ve Ehlibeyt hanedanının erkeklerini ve çocuklarını Kerbela’da katletmek suretiyle işlediği iğrenç cinayetle gizlendiği yerden kendini apaçık şekilde aleni etti ve münafıklığını tarihe yazdı.

Bunun ardından Harre olayı sırasında Kâbe’yi mancınıkla yıktı.

Bunun devamında Medine’yi üç gün serbest bölge ilân etti; öldürmek, yağma etmek; mallara, kadınlara, çocuklara tarihte eşi görülmemiş bir iğrençlikte saldırmak ve tecavüz etmeyi serbest ilan etti. (1)

Nihayet Müslümanlar, sapık yönetimin yoldan çıkmışlığının farkına vardılar. Yönetimin bozgunculuğunu ve Al-i Süfyanın gerçek yüzünü görmeye başladılar. Çeşitli vesilelerle yönetim mekanizmasını zulüm ve azgınlıktan arındırmak için girişimlerde bulundular. Böylece İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamı, zulüm ve fesat esasına dayanan bütün düzenlere karşı direnmenin. Onları devirmenin sembolü olarak İlahi,Nebevi ve Haydari bir konum elde etti.

İmam Hüseyin (a.s) bir yöneticinin hangi niteliklerle belirginleşmesi gerektiğini şu sözler ile ortaya koydu;

“Ömrüm hakkı için, İmam; Kuran’a göre amel etmek. Adaleti esas almak. Hakka boyun eğmek ve canını Allah için adamak zorundadır.” (2)

3-Sünneti İhya Etmek ve Bidatı Ortadan Kaldırmak

İlahi Hilâfet makamının, şer’i mecrasından sapmasından sonra ümmet, bir uçuruma doğru yuvarlanıyordu. Çünkü ümmet, Resulullah’ın vefatından sonra, yönetimde bilgisi yetersiz olan kişilerin sözüyle hareket eden, yanılıp sonra yanılgısından özür dilemek durumunda kalan kimsenin yönetime geçmesini kabul etmişti. İşte bunun sonucu: Resulullah’ın (s.a.a) ölümünden elli yıl sonra yönetime Allah’ın koyduğu haramları dikkate almayan, hatta İslâm’a ve Müslümanlara karşı derin bir kin besleyen, yöneticilerin yönetime gelmesi olmuştu. İslâm artık inanç, sistem ve ümmet olarak, gerçek bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Tahrif , bid’at ve fesad’ın hat safa’ya  ulaştığı bir süreci başlatmıştı. Tıpkı bundan önceki bazı semavî risaletlerin başına geldiği gibi.

Böylesine tehlikeli bir dönemeçte, yanında Ehlibeyt’i ve ashabı ile İmam Hüseyin (a.s) ortaya çıktı ve haykırdı. Bu haykırış; güçlü, onarıcı ve ümmeti uyarıcı bir haykırıştı. Pak kanını İslam  ve Ceddi Hz. Muhammed’in (s.a.a) ümmetinin ıslahı için feda etti.

Bundan önce dedesi Resulullah (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştu:

“Hüseyin, hidayet meşalesi ve kurtuluş gemisidir.” Çok kez de: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.” buyurmuştu.

İmam Hüseyin (a.s) ve kıyamı, gerçek İslâm’ın hakikî ve somut olarak dirilişiydi. Çünkü Muhammedî İslâm’ın gerçek çizgisini, Hüseyin (a.s), Ehlibeyti ve yarenleri temsil ediyordu. İmam Hüseyin (a.s), Basra halkına gönderdiği mektupta, bütün açıklığıyla, sapmanın , bidatlerin açığa çıkması ve etkin hayat tarzı olarak benimsenmesi boyutlarına varmasıyla birlikte Sünnet’in öldüğünü haykırmıştı.

4-Marufu Emretmek ve Münkerden Sakındırmak

Marufu emretme ve münkerden sakındırma yükümlülüğünün ortadan kalkmış olması, etkinliğini yitirmiş olması, sapkın önderliğin iş başında olmasının doğal bir sonucuydu. Bu sapma da değişik isimler altında etkin kılınmıştı: Yöneticiye itaat etmenin zorunluluğu, sapmış da olsa yapılan biati bozmanın haramlılığı, batıl eksenli olsa bile birliği bozmanın haram olması gibi… saçmalıklar ümmetin kafasını işgal etmişlerdi. 

İmam Hüseyin (a.s), bu durumu şu sözleriyle tanımlıyor:

“Hakkın uygulanmadığını ve batılın yasaklanmadığını görmüyor musunuz? Mümin olan, Allah’a kavuşmayı (şehit olmayı) arzulasın!” (3)

Bu yüzden ortam, Resulullah’ın (s.a.a) nur didesinin cihat meydanına çıkmasını, kılıcını alıp hakkı yeniden hak ettiği yere koymasını gerektiriyordu. Bunu yapmasının yolu da, marufu emretmek ve münkeri nehiy etmekti.


Nitekim İmam (a.s), kardeşi Muhammed b. Hanefiye’ye yazdığı vasiyetnamesinde bu gerçeğe şöyle işaret ediyor:

…Ben azgınlık, makam, fesat, ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, ceddim Rasulullah (s.a.a) ve babam Ali (a.s)’ın yolunda devam etmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa) Allah’ın yolunu kabul etmiştir; kim de reddederse, Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim); Allah hükmedenlerin en hayırlısıdır…”

Amaçlanan ıslah, dinin ve hayatın her alanında marufu emretmek ve münkeri nehiy etmekti. Nitekim İmam (a.s) gerçekleştirdiği görkemli kıyamla bu misyonu en üstün bir şekilde yerine getirdi. Onun kıyamı, yol gösterici oldu; insanlığın dinini, maneviyatını, insanlığını ve ahiretini koruyucu işlevini gördü. O, öldürülmesiyle, şehit edilmesiyle insanlığa ,bütün bunların anlamını öğretti. Bu görkemli kıyam, ümmetin nice nesillerini eğitti. Bu medreseden nice kahramanlar ve ulu şahsiyetler mezun oldular.

Ve bu medrese hâlâ bu işlevini görmektedir. Kıyamete kadar da aydınlatıcı bir meşale; hakkın, adaletin, özgürlüğün ve Allah’a kulluk etmenin yollarını aydınlatan bir ışık olarak yol göstericiliğini sürdürecektir.

5-Vicdanları Uyarma ve Duyguları Harekete Geçirme

Çoğu zaman inanç sahipleri ve dava adamları, inanç ve düşüncenin kitleler nezdinde derinlik kazanması için akıl ve zihni, duygusallık unsurundan soyutlanmış hâlde etkin kılma noktasında başarı gösteremezler.

İslâm ümmeti, İmam Hüseyin (a.s) zamanında ve Yezid’in iktidara gelmesinden sonra bir tür donukluğa, katılığa, kendisini saran tehlikeler karşısında duyarsızlığa ve İslâm inancına karşı gerçekleşen meydan okumalar karşısında irade yoksunluğuna duçar olmuştu. Bu yüzden İmam Hüseyin (a.s), İslami Kıyam ve İslami Cihat için harekete geçerken sadece tavrının şer’i dinamiklerini ve pratik argümanlarını ortaya koymakla yetinmedi. Bilakis, insanların vicdanlarını uyarmaya, duygularını harekete geçirmeye çalıştı ki, sorumluluklarını yerine getirsinler. Bunun için de inanç ve din uğruna her türlü fedakârlığı yapma yöntemini esas aldı.

Kitlelerin yüreklerine , sıcaklığı ve etkinliğiyle giren ve kalplerini en derin gözeneğine kadar yakan kendini feda etme (şahadet) yöntemini seçti. Kıyam edip sahneye çıkarken de bize göz kamaştırıcı bir örneklik sundu.

Fedakârlığın sadece belli bir grupla ve ümmetin belli bir katmanıyla sınırlı olmadığını anlattı. Gençlerin yanı sıra, kadınların ve yaşlıların, hatta çocukların dahi bu zulme karşı direniş kıyamında üstleneceği rolleri olduğunu gösterdi.

Çok geçmeden bu şahadetin mesajı Kûfe halkı üzerinde etkisini gösterdi. Pişman oldular, İmam Hüseyin (a.s)’a ve İslâm’a karşı vurdumduymaz davrandıklarını fark ettiler. Nitekim Kerbelâ faciasının ikinci senesinde gerçekleşen, Medine halkının ayaklanmasından sonra Tövbekârlar (Tevvabîn) Kıyamı gerçekleşti.

Kerbelâ olayı, zorluk ve baskıların, hak sözü söylemeyi ve İslâm risaletini korumak için harekete geçmeyi engelleyemeyeceğini ortaya koydu. Aynı şekilde, İslâm ümmetinin evlâtlarının yüreklerine Allah yolunda feda olma ruhunu yerleştirdi. İslâm ümmetinin evlâtlarının iradelerini özgürleştirdi, zulme ve zalimlere karşı kıyam etmeyi öğretti. Cihat sorumluluğunu üstlenmekten, inancı savunmaktan ve Allah’ın sözünü Hakim kılmak için direnmekten kaçış için bir bahane bırakmadı.

KAYNAKLAR

1- el-Futuh, İbn A’sem, 5/301; el-İmame ve’s-Siyase, ed-Dine-verî, 2/19; Murucu’z-Zeheb, 2/84
2- Tarihu’t-Taberî, 6/197
3-Tarihu’t-Taberî, 5/403

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir