İçindekiler
İmam Seccad’ın Doğumu ve Özellikleri
Doğumu
Adı, Ali ve en meşhur lakapları, Zeynelabidin ve Seccad’dır.
Hicretin 38. yılı,1 cemaziyülevvelin ortasında Medine’de dünyaya geldi. Babası şehitler efendisi İmam Hüseyin (a.s) ve annesi de Şehribânu Hatun’dur.2
- Mesaru’ş-Şia, Şeyh Müfid s.34, h. 1315 basımı.
- Usul-i Kâfi, c. 1, s.467, Ahundî basımı.
Ahlakî Özellikleri
1- İmam Seccad’ın (a.s) akrabalarından biri bir grup insanın yanında ona yakışmayan sözler sarf etti ve çekip gitti. İmam Seccad (a.s) orada bulunanlara hitaben şöyle buyurdu:
Onun dediği sözleri duydunuz. Şimdi benimle gelmenizi ve benim ona vereceğim cevabı duymanızı istiyorum.
Orada bulunanlar şöyle dediler: “Sizinle geliriz fakat o adam size o sözleri söylediğinde biz ve siz onun cevabını verseydik daha iyi olmaz mıydı?”
İmam Seccad (a.s) sabretmelerini söyleyerek onlarla birlikte o adamın evine doğru yola koyuldu, yolda müminlerin sıfatlarını açıklayan bir ayeti okumakta ve şöyle buyurmaktaydılar:
Onlar… öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever.1
Oradakiler bunu duyunca imamın oraya o adamın yaptığının karşılığını vermek için gitmediğini anladılar.
Adamın evine vardılar ve imam onu çağırtarak şöyle demelerini istedi: “Ona Ali b. Hüseyin’in geldiğini söyleyin.”
Adam imamın ona yaptığının karşılığını göstermek için geldiğini zannetti ve buna hazırlıklı olarak dışarı çıktı.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
Kardeşim! Sen biraz önce bana geldin ve bana bazı sözler söyledin. Söylediğin sıfatlar bende varsa Allah’tan beni affetmesini istiyorum. Fakat eğer bende bunlar yoksa Allah’tan seni affetmesini diliyorum.
İmamın bu büyüklüğü ve yumuşaklığı adamı utandırdı ve adam öne çıkarak imamı alnından öptü ve şöyle dedi. “Söylediklerimin size değil kendime daha çok yakıştığını itiraf ediyorum.”2
2- İmam Sadık (a.s) şöyle buyururlar:
Medine’de palyaçoluk yaparak milleti güldüren bir soytarı vardı. Bu adamın kendisi şöyle derdi: “Ben bu ana dek Ali b. Hüseyin’i (a.s) güldürmeyi başaramadım.” Bir gün bu dalkavuk; imamın yanından geçerken onun abasını sırtından çekerek alır ve gider. İmam onun bu çirkin davranışına aldırmaz. İmamın yanındakiler abayı ondan alır ve geri getirirler. İmam: “Bu adam kim?” diye sorar. Orada bulunanlar: “Bu insanları güldüren bir soytarıdır.” diye cevap verirler.
İmam şöyle buyurur: “Allah’ın öyle bir günü vardır ki, o günde boş işler yapan ve boş konuşanlar, yaptıkları işlerin zarardan başka bir şey olmadığını anlayacaklardır.”3
3- Zeyd b. Üsame ölüm döşeğindeydi. İmam Seccad (a.s) onu ziyarete geldiler. Zeyd ağlıyordu. İmam: “Neden ağlıyorsun?” diye sordular. Zeyd dedi ki: “On beş bin dinar borcum var ve malvarlığım bunu ödemeye yetmiyor.” İmam şöyle buyurdu: “Ağlama, senin borcunu ödemek bana aittir, hepsini ödeyeceğim.” Öyle de oldu ve İmam (a.s) onun bütün borcunu ödedi.4
4- İmam Seccad (a.s) geceleri Medine yoksullarına ve fakirlerine kendini tanıtmadan gizlice yiyecek götürür ve onlara malî yardımda bulunurdu. Ancak onun ölümünden sonra, onlara gizlice yiyecek getirenin Ali b. Hüseyin (a.s) olduğunu anladılar. Yine onun ölümünden sonra yüz yoksulun onun tarafından idare edildiği ve kendilerinin onu tanımadığı anlaşıldı.5
5- İmam Seccad’ın (a.s) kız kardeşinin çocuklarından biri şöyle der: Annem daima bana dayım Ali b. Hüseyin (a.s) ile muaşerette bulunmamı tavsiye ederdi. Onun yanına her vardığımda yeni bir şeyler öğrenirdim; bazen onun Allah’ın huzurundaki korkusu ve alçakgönüllülüğü bende kalbî bir korku ve alçakgönüllülük uyandırırdı, bazen de onun sonsuz ilminden faydalanırdım.6
6- İmam Bâkır (a.s) şöyle buyururdu:
Babam namaz esnasında padişahın önünde duran bir köle gibi dururdu. Allah korkusundan titrer, rengi uçar ve namazını, kılacağı son namazmış gibi eda ederdi.7
- Âl-i İmrân Suresi, 134.
- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.240, Ahundî basımı.
- Emali, Şeyh Saduk, s.133.
- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.242, Ahundî basımı.
- Tezkiretu’l-Havas, İbn Cevzî, s.184, Ferhad Mirza Basımı.
- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.238, Ahundî basımı.
- el-Hisal, Şeyh Saduk, s.517, Gaffarî basımı.
İmam Seccad’ın (a.s) Azameti
Emevî padişahlarından Abdülmelik’in oğlu Hişam, Hac mevsiminde Mekke’ye gelmişti. Tavaf sırasında kalabalıktan Hacerü’l-Esved’e ulaşamayınca, bir köşede oturup, tavaf edenleri seyretmek zorunda kaldı. Tam bu sırada dördüncü İmam Zeynelabidin (a.s) Mescidü’l-Haram’a geldi ve tavafa başladı. Halk İmamı görünce ona yol açtı ve İmam gayet rahat bir şekilde Hacerü’l-Esved’e ulaştı, istilam1 etti.
Hişam, İmam’ın bu azamet ve büyüklüğünü ve halkın ona gösterdiği saygıyı görünce fevkalade rahatsız oldu. Bir Şamlı Hişam’a: “İnsanların bu kadar saygı gösterdiği bu adam kim?” diye sordu.
Hişam Şamlıların İmam’a ilgi duymasını önlemek için: “Onu tanımıyorum.” diye cevap verdi.
Orada meşhur şairlerden Ferezdak da bulunuyordu, Hişam’ın bu tavrı karşısında dayanamayıp: “Ben onu tanıyorum.” dedi ve İmamı metheden uzun bir kaside söyledi.
Ferezdak’ın bu güzel ve imamı hakkıyla tanıtan şiiri Hişam’ı vahşi bir hayvana çevirdi ve derhal Ferezdak’ın tutuklanıp hapsedilmesi için emir verdi.
İmam Seccad (a.s) Ferezdak’ın hapse girdiğini öğrenince ona bir miktar bağış gönderdi. İhlâs sahibi Ferezdak bu parayı geri çevirerek İmama şöyle bir mesaj gönderdi: “Ben o şiiri Allah ve peygamberi için söyledim.” İmam (a.s) onun ihlâsı ve doğruluğunu tasdik etti ve o parayı tekrar Ferezdak’a gönderip ona; Allah rızası için armağanı almasını ve ahiret ödülünün de mahfuz olduğunu bildirdiler. Ayrıca ona şöyle denilmesini istediler: “Biz iyilik ve ihsan soyundanız, bağışladığımız bir şeyi geri almayız.”
Ferezdak gönderilen armağanı aldı ve bundan memnun oldu.2
- İstilam: El veya dudakla dokunmak.
- Seyyid Murtaza’nın Emalî’sinden iktibasla, 1/69, h. 1378 basımı. Ferezdak kasidesinin tamamını elinizdeki eserin son sayfasına aldık.
İmam Müslümanları Uyandırıyor
Şüphesiz İmam Hüseyin’in (a.s) Ehlibeyti’nin esir alınmasının, İmam’ın (a.s) kıyamının hedefine ulaşmasında büyük payı vardır. Zira onlar bu esaret yolculuğunda Kerbela faciasını büyük bir sabır ve metanetle anlatmasalardı ve halk onları yakından görüp dinlemeseydi şüphesiz imam Hüseyin’in (a.s) şahadeti asla amacına ulaşamaz; Emevîler ve özellikle de Yezid bu derece rezil ve rüsva olmazdı.
İmam Hüseyin’in (a.s) ailesi diğer alışılagelmiş esirlerin tam tersine ve o zamanki halkın tasavvurunun aksine (ki onlar İmam Hüseyin’in (a.s) ailesinin yenildiğine inanıyordu) kendilerini muzaffer ve düşmanı yenilgiye uğramış olarak tanıtıyorlardı. Onların hedefi daima Allah’ın rızasını kazanmak olduğundan bunda şahadet veya yenilgi de bir zaferdi ve onlar Yezid ve Yezid taraflarının acınacak, zavallı ve yenik bir güruh olduğunu halka açıklıyorlardı.
Kerbela faciasında İmam Zeynelabidin ve Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) halkı bilinçlendirmede en büyük rolü oynamıştır.
İmam Seccad (a.s), babası şehit edilirken hastaydı ve bu hastalık tabiidir ki, bir süre onun vücudunda tesirini göstermişti. Babasıyla yarenlerinin şahadeti de onu fevkalade üzmüş ve kedere boğmuştur. Fakat bütün bu üzüntüler onu bir lahza dahi vazifesini yapmaktan geri bırakmamış ve her fırsatta halkı uyandırmaya çalışmıştır.
Kûfe’de Hz. Zeynep (s.a) ve kardeşi Fatıma-i Suğra’nın ateşli konuşmalarını duyan halk utançla ağlıyor ve çığlıklar atıyordu. Bu sırada İmam Zeynelabidin (a.s) halka susmasını söyleyince herkes sustu. İmam Allah-u Teala’ya hamd-ü sena ve Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) salât-u selamdan sonra şöyle buyurdular:
Ey insanlar! Ben Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib’im! Ben malı yağmalanmış, ailesi esir alınıp buraya getirilmiş bir insanın oğluyum; ben Fırat’ın kenarında şehit edilen ve kimsenin kanını dökmeyen ve boynunda kimsenin hakkı bulunmayan o büyük insanın oğluyum.
Ey İnsanlar! Allah aşkına babama sizlear mektup yazıp onu Kûfe’ye çağırmadınız mı? O size geldikten sonra da onu öldürmediniz mi?
Ey insanlar! O büyük günde peygamberin yüzüne nasıl bakacaksınız? O zaman Peygamber sizlere: “Benim soyumu, ailemi öldürdünüz ve bana olan saygınızı bozdunuz, o halde sizler benim ümmetinden değilsiniz.” diyecektir.
İmam Seccad’ın (a.s) bu sözleri Kûfe halkında büyük bir tufan yarattı. Ağlama sesleri duyulmaya başladı. Kûfe halkı hüngür hüngür ağlıyor ve birbirlerini suçlayarak; “Sizler artık helak oldunuz ve bunu bilmiyorsunuz.” diyorlardı.1
İmam böylece uyuyan vicdanları uyandırdı, Kerbela faciasının dehşetini insanların önünde tasvir etti ve Kûfelilere yaptıkları cinayeti anlattı.
İmam Hüseyin’in (a.s) ailesini İbn Ziyad’ın sarayına götürdüler. İbn Ziyad İmam Seccad’ı (a.s) gördüğünde onun kim olduğunu sordu:
– Ali b. Hüseyin’dir, dediler.
Ali b. Hüseyin’i Allah öldürmedi mi?! diye sorunca, İmam şöyle cevap verdi:
– Bir kardeşim vardı ve onun da adı Ali idi, onu öldürdüler.
İbn Ziyad dedi ki:
– Hayır, Allah onu öldürdü.
İmam şöyle buyurdu:
– Allah, kimseyi öldürmez, ancak ölüm vaktinde canları alır…2
İbn Ziyad öfkeyle:
– Benim önümde hâlâ cevap verme güç ve cesaretini kendinde buluyorsun demek? diyerek mağrur bir edayla askerlerine imamın katledilmesini emretti.
Bu sırada Hz. Zeyneb-i Kübra (a.s) öfkeyle ayağa kalkarak:
– Sen bizden hiç kimseyi sağ bırakmadın, dedi, Ali b. Hüseyin’i (a.s) öldüreceksen beni de onunla birlikte öldürmelisin.
İmam Seccad (a.s) Hz. Zeyneb’e (a.s) hitaben:
– Siz ona bir şey söylemeyin ben onun cevabını veririm, dedi.
Daha sonra İbn Ziyad’a dönerek şöyle buyurdu:
Ey Ziyad’ın oğlu! Beni ölümle mi tehdit ediyorsun ve korkutmaya çalışıyorsun? Bilmez misin ki ölüm bizim âdetimiz ve şahadet kerametimizdir.3
- el-Luhuf, İbn Tavus, s.144, h.1317 basımı.
- Zümer Suresi, 42.
- el-Luhuf, İbn Tavus, s.144, h.1317 basımı.
Şam Şehrinde
Şam’da, İmam’ı (a.s) iple Ehlibeyt’ten birkaçına bağlı olarak Yezid’in sarayına geldiler.
İmam büyük bir cesaret ve yüreklilikle Yezid’e hitaben şöyle buyurdu:
Ey Yezid! Resulullah bizi böyle eli kolu bağlı bir hâlde görürse, sizin hakkınızda ne düşüneceğini zannediyorsunuz?
Bu kısa ve derin söz oradakileri öyle etkiledi ki, oradakilerin hepsi hüngür hüngür ağlamaya koyuldu.1
Müslümanlardan biri şöyle anlatır:
Şam’daydım, Âl-i Muhammed’in (s.a.a) esirlerini getirdiler. şam pazarındaki caminin kapısının önünde, genelde esirlerin toplandığı yere oturttular.
Şamlı bir ihtiyar öne çıkarak şöyle dedi: “Sizi helâk eden Allah’a şükürler olsun; böylece fitneyi ortadan kaldırdı.”
Ve bu kabilden olmak üzere daha birçok kötü sözler sarf etti.
– Söylediklerini dinledim. Yüreğinde ne düşmanlık ve kin varsa kustun. Şimdi de sen beni dinle.
İhtiyar:
– Konuş, dedi.
İmam buyurdu ki:
– Acaba hiç Kur’ân okudun mu?
– Okudum, dedi ihtiyar adam.
– O halde: “De ki ey peygamber, ben yaptığım işe (peygamberlik) karşılık sizden Ehlibeyt’imi ve yakınlarımı sevmeniz dışında hiçbir şey istemiyorum.” ayetini okudun mu?2
İhtiyar adam:
– Evet okudum, dedi.
İmam şöyle buyurdu:
– İşte Peygamber’in Ehlibeyt’i ve yakınları bizleriz!
Sonra da şöyle ekledi:
– “Akrabaya hakkını ver.” ayetini de okudun mu?3
İhtiyar:
– Evet okudum, deyince İmam (a.s) şöyle buyurdu:
– Allah Teala’nın Peygamberi’ne “onların hakkını ver.” diye buyurduğu akrabası bizleriz.
Adam ne diyeceğini bilemiyordu. Hayretle:
– Gerçekten onlar sizler misiniz? diye sordu.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
– Evet. Humus ayetini okudun mu?4 “Bilin ki, ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri, muhakkak Allah’ın, Resulün ve yakınlarınındır.” denilmekte…
– Evet okudum.
– Burada da geçen yakınlar bizleriz. Ey Şamlı! Peki, Tathir Ayeti’ni okudun mu?5Hani Allah Teala: “Ey Ehlibeyt, gerçekten Allah, sizden kiri, günahı ve çirkinliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” buyuruyor ya…
Yaşlı adam ellerini göğe kaldırdı ve üç kez şöyle dedi:
– Allah’ım tövbe ettim. Allah’ım peygamberin soyuna yaptığım düşmanlıktan dolayı tövbe ediyorum ve onları öldürenlerden nefret ediyorum ben.
Evet, ben bundan önce de Kur’ân okumuştum fakat bu gerçeklerden habersizdim.6
- Tezkiretu’l–Havas, s.149. Ferhad Mirza basımı.
- Şûrâ Suresi, 23.
- İsrâ Suresi, 26.
- Enfâl Suresi, 41.
- Ahzâb Suresi, 33.
- el-İhticâc, Tabersî, s.167, Necef h. 1350 basımı.
İmam Şam Camiinde
Yezid, Şam’daki merkez camiinde bir hatibe minbere çıkmasını, Emirü’l-Müminin Hz. Ali (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) hakkında kötü sözler söylemesini emretti. Hatip minbere çıktı, Yezid ve Muaviye’yi övüp İmam Ali ve İmam Hüseyin’e (a.s) küfür dolu çok kötü bir konuşma yaptı.
İmam Seccad (a.s) da orada bulunuyordu. Yüksek sesle şöyle buyurdu:
Ey hatip! Yazıklar olsun sana! Yaratılmışın (Yezid’in) hoşnutluğuna karşın Yaradanın öfkesini satın aldın, böylece kendi yerini cehennemde hazırlamış oldun.
Daha sonra Yezid’e dönerek şöyle dedi:
Bırak minbere çıkayım da Allah’ın hoşuna gidecek ve burada bulunanlara da sevap olacak bir konuşma yapayım.
Yezid önce bunu kabullenmedi, fakat orada bulunanlar ısrar ettiler.
Yezid: “Eğer o minbere çıkacak olursa, ben ve Ebu Süfyan soyunu rezil etmeden inmeyecektir.” dedi.
“O ne söyleyebilir ki?!” dediler.
Yezid: “O öyle bir soydandır ki, ona bilgiyi ana sütüyle içirmişlerdir.” dedi.
Halk bunda ısrar edince Yezid kabul etti ve İmam (a.s) minbere çıktı. Allah’ı övüp Peygambere selam gönderdikten sonra şöyle buyurdu:
Ebedî ve ezelî olan Rabbime şükürler olsun. İlki olmayan ilk, sonu olmayan sondur O. Bütün mahlûkatın yok olmasından sonra O baki ve kalıcıdır.1
Ey insanlar! Rabbim bize ilim, sabır, cömertlik, güzel konuşma, yiğitlik, cesaret ve müminlerin gönlünde sevgiyi bağışlamıştır. Peygamber bizdendir. Bu ümmetin sadıkı Emirü’l-Müminin Ali bizdendir. Cafer-i Tayyar bizdendir. Seyyidü’ş-Şüheda Hamza bizdendir. Hasan ve Hüseyin peygamberin sevgili iki torunu bizdendir…2
Ben Mekke ve Mina’nın oğluyum, Zemzem ve Sefa’nın oğluyum ben, Hacerü’l-Esved’i mübarek abasında taşıyarak yerine koyan o kutlu insanın oğluyum…3
İhram bağlayıp tavaf eden, sa’yedip hacceden mahlûkatın en hayırlısının evladıyım ben. Bir gecede Mescidü’l-Haram’dan Mescidü’l-Aksa’ya götürülen o büyük insanın oğluyum ben.4
Ben yüceler yücesi Rabbimin vahiy gönderdiği kimsenin oğluyum. Ben Kerbela’da katledilen Hüseyin’in oğluyum. Muhammed-i Mustafa’nın oğluyum ben. Anam, Fatımatu’z-Zehra’dır benim. Haticetu’l-Kübra’nın evladıyım ben. Ve ben kanını son damlasına kadar Rabbi uğruna verip al kanlara boyanan o eşsiz yiğidin oğluyum…5
Cemaat heyecan içinde imamı dinliyordu. İmam söylediği her sözle soyunun yüceliğini ve İmam Hüseyin’in şahadetinin manasının derinliğini gözler önüne seriyordu. Artık yavaş yavaş gözlerde yaşlar birikmeye ve hıçkırıklar boğazlarda düğümlenmeye başlamıştı ve aniden ardı ardına her taraftan hıçkırık sesleri yükselmeye başladı. Bunu gören Yezid korktu, İmamın konuşmasını engellemek için müezzine ezan okumasını emretti.
Müezzinin: “Allah-u Ekber” sesi ortalığı çınlattı.
İmam konuşmasını sürdürerek şöyle dedi:
Evet, Allah-u Ekber, Allah her şeyden büyük, her şeyden aziz ve her şeyden daha üstündür; ben O’ndan çekinir ve O’ndan korkarım.
Müezzinin her cümlesiyle birlikte, İmam da gizlenenleri açıklamaya başladı:
“Eşhedü enla ilahe illallah”
Evet, şahadet ederim tüm şahadet edenlerle birlikte ki, O’ndan başka bir mabud ve Rab yoktur.
“Eşhedü enne Muhammeden Resulullah!”
Bu cümle müezzinin ağzından dökülürken bütün başlar aşağıdaydı. Cemaat ezanı ve İmam’ın buna karşılık vereceği harikulade cevabı dinliyordu. Hz. Muhammed’in (s.a.a) adı gelince gözler İmama kilitlendi, gözyaşları bir perde teşkil ederken gözler İmamın çehresinde Peygamberi arıyordu âdeta…
İmam başından sarığını çıkardı ve şöyle feryat etti:
Ey müezzin! Sözünü ettiğin Muhammed aşkına birazcık dur.
Müezzin susmuştu, ancak cemaat ondan da suskundu. Yezid’in rengi uçmuştu, çaresizdi, ezan da İmamı susturmayı başaramamıştı.
İmam Yezid’e dönerek şöyle buyurdu:
Ey Yezid! Bu aziz ve yüce Resul benim mi dedem yoksa senin mi? Eğer senin deden dersen herkes yalan söylediğini anlar, eğer benim dedem olduğunu söyleyecek olursan o zaman neden babamı öldürdün ve malını yağmalattın ve ailesini utanmadan esir aldın?!
Ey Yezid! Bize bunları yaptıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi kalkıp Muhammed’i Allah’ın peygamberi kabul edip, kıbleye dönüp namaz kılarsın öyle mi? Yazıklar olsun sana! Kıyamette dedem ve babam sana düşman olacaktır.
Yezid çaresiz kalmıştı, öfkeyle müezzine kamet okumasını emretti. Fakat bu durumdan cemaat o kadar rahatsız olmuştu ki, içlerinden bir kısmı namaz kılmadan camiyi terk etmişti.6
Bu yolculukta İmamın hutbelerinin ne kadar tesiarli olduğunu tarih ispat etmiştir. Nitekim Yezid Şam’da İmam Seccad’ı (a.s) öldürmeyi planlamıştı fakat bunu başaramadı. İmam ve Ehlibeyti’ne dokunamadan hepsini göstermelik bir saygı ve ikramla Medine’ye geri göndermek zorunda kaldı.
Bu olaydan kısa bir süre sonra Irak’da ve Hicaz’da Emevî rejimine karşı kıyamlar başladı. Binlerce insan şehitler efendisi İmam Hüseyin’in (a.s) intikamı için kıyam etti. İmam Hüseyin’in (a.s) ailesinin esir alınması olayı ve onların etrafındaki insanlarla olan konuşmaları ve özellikle de İmam Seccad’ın (a.s) her fırsatta Kerbela olayını ve Peygamberin Ehlibeyti’ne yapılan zulmü açıklaması İmam Hüseyin’in (a.s) şahadetinin hedefine ulaşmasını sağlamış oldu.
- Kamilu’z-Ziyarat, Şeyh Behai, 2/300.
- Nefsu’l-Mehmum, Muhaddis Kummî, s.284, İslâmiyye basımı.
- Âmu’l-Fil olayından 35 yıl sonra Haceru’l-Esved’in Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından yerine konulması.
- Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Miracı
- Kamilu’z-Ziyarat, Şeyh Behai, 2/300.
- Kamilu’z-Ziyarat, Şeyh Behai, 2/300.
Hasta İmam (!)
Tarihi iyi bilmeyen bazıları dördüncü İmam’ın (a.s) adına “hasta” lakabını da ekler ve İmam’ın daima hasta ve halsiz olduğunu zanneder. Onun için de zihinlerinde soluk benizli ve halsiz bir İmam tasavvur ederler. Fakat gerçekler bunun tam tersidir. İmam’ın hayatını bilenler onun hayatında sadece çok kısa bir zaman içinde ve babasının şahadeti sırasında Kerbela’da hasta olduğunu ve gerçekte büyük Allah’ın onu bu hastalıkla Kerbela faciasından koruduğunu ve böylece Yezid’in adamlarının ona zarar vermesini önlediğini bilirler. Böylece İmamet vazifesinin devamı ve İslâm ümmetinin geleceği garanti altına alınmış oldu.
Şimdi İmamın hastalığı konusunda birkaç rivayet aktaralım:
Şeyh Müfid’in el-İrşad adlı eserinde şöyle geçer:
Şimr bir grup askerle Kerbela’da İmam Hüseyin’in (a.s) ailesinin bulunduğu çadırlara saldırdığı sırada Ali b. Hüseyin hasta yatağında yatıyordu.1
Tezkiretü’l-Hevas’ta şöyle yazar:
Ali b. Hüseyin’i (a.s) hasta olduğu için öldürmediler.2
Tabakat’ta ise şöyle geçer:
İmam Hüseyin’in (a.s) şahadetinden sonra Şimr, Ali b. Hüseyin’e (a.s) doğru geldi. Ali ağır hastaydı. Şimr yanındakilere onu da öldürün emrini verdi. Oradakilerden biri dedi ki: “Suphanallah, savaşa katılmayan ve hasta olan bu genci ne diye öldürelim?!” Bu sırada Sa’d oğlu Ömer geldi ve “Bu kadınlarla bu hastaya dokunmayın.” dedi.3
Bazıları da İmam Seccad’ın (a.s) hastalığının veya onun tesirinin Kûfe’ye gidişine dek sürdüğünü yazarlar.4 Kerbela’da geçen bu birkaç gün dışında hiçbir tarih kaynağında İmam Seccad’ın (a.s) ömrünün sonuna dek veya ömrünün çoğunda hasta olduğu geçmiyor. Hz. İmam Seccad’ın (a.s) da diğer İmamlar gibi ömrünün sayılı günlerinde hasta olduğu ve ömrünün sonuna dek sağlıklı yaşadığına dair sağlam belgeler vardır.5
Bu belgelerde İmamet görevini tamamen sağlıklı bir şekilde sürdürdüğü bildirilmiştir.
- el-İrşad, Şeyh Müfid. s.226. –
- Tezkiretu’l–Havas, s.183, Ferhad Mirza basımı.
- Tabakaat, 5/157, Liden basımı.
- Luhuf, İbn Tavus, s.128, h. 1317 basımı.
- Usul-i Kâfi, 7/56.
İMAM SECCAD DÖNEMİNDEKİ YÖNETİCİLER
İmam Seccad (a.s) bütün İmameti boyunca zalim yöneticilerle karşı karşıya kaldı; Yezid, Abdullah b. Zübeyr, Mervan b.Hakem, Abdülmelik b. Mervan ve Velid b. Abdulmelik gibi zalim sultanlar halifelik adı altında İslâm ümmetine musallat olmuşlardı.
Söz konusu dönemin şartlarına daha iyi vakıf olabilmek için halife lakaplı bu zalim sultanların caniliklerinden bazılarını kısaca aktarmamız faydalı olacaktır.
Yezid b. Muaviye
Cennet gençlerinin efendisi İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da şehit edilmesinden sonra Medine halkından bir grup hicretin 62. yılında Şam’a giderek Yezid’i yakından görüp onun açıkça şarap içtiğini, köpekle oynadığını ve bütün gününü günah ve zevk-ü sefayla geçirdiğini gördüler. Bu grup Medine’ye dönerek gördükleri korkunç gerçeği şehrin ahalisine anlattılar. İmam Hüseyin’in (a.s) alçakça katledilmesinden zaten nefret dolu olan Medine halkı, Yezid aleyhine büyük bir isyan başlattı.1
Yezid, bu kıyamı bastırmak için gaddarlığıyla meşhur olan Müslim b. Ukbe komutasında büyük bir orduyu Medine’nin üzerine saldı.
Sözde halife olan Yezid’in katiller sürüsü Hz. Peygamber’in yadigârı olan kutsal Medine’yi tam üç gün boyunca yağmaladılar, acımasızca sahabeyi ve sahabe evlatlarını toplu katliamlara giriştiler. Neticede bu katliamda on bin masum insanın canına kıyıldı. Bu caniler Medine halkının namusuna dahi tecavüz etmekten çekinmediler.2
- el-Kamil, İbn Esir, 4/103.
- el-Bidaye ve’n-Nihaye, İbn Kesir, 8/221.
Muaviye b. Yezid
Hicretin 64. yılında Yezid’in ölümüyle birlikte oğlu Muaviye tahta geçip hilafetini ilan etti. Ancak kısa bir süre sonra (40 gün veya bir başka rivayete göre 3 ay sonra) minbere çıkıp tahttan çekildiğini açıkladı.1
- el-Kamil, İbn Esir, 4/130.
Abdullah b. Zübeyr
Yezid’in ölümüyle birlikte yıllardır halifeliği ele geçirmek için fırsat kollayan Abdullah b. Zübeyr, Mekke’de bir isyan başlatarak Hicaz, Yemen, Irak ve Horasan ahalisinden biat aldı. Bu sırada Muaviye b. Yezid’in tahttan feragatiyle Şam’daki iktidar da el değiştirmiş ve Mervan b. Hakem çeşitli komplolarla iktidarı ele geçirerek Abdullah b. Zübeyr’le mücadeleye başlamıştı. Mervan hile ve desiseyle Şam ve Mısır’ı ele geçirdiyse de kısa süre sonra öldü ve yerine oğlu Abdulmelik tahta çıktı.1
- Tarihu’l-Hulefa, Suyutî, s.212.
Abdulmelik b. Mervan
Hicri 65. yılda tahta geçen Abdulmelik iktidardaki konumunu güçlendirdikten sonra Şam ve Mısır’da egemenliğini güçlendirip Hicri 73. yılda Abdullah b. Zübeyir’i Mekke’de bir kuşatmayla ele geçirip öldürttü.1
Abdulmelik çok acımasız, cimri ve zalimdi. Bir gün Said b. Müseyyibe “Ben öyle bir hale geldim ki, iyilik yapmaktan hiç hoşlanmıyor ve kötülük işlemekten hiç rahatsızlık duymuyorum!” dedi. Said cevaben “Belli ki, kalbin tamamen ölmüş senin.” dedi.
Abdullah b. Zübeyir’i öldürttükten sonra bir hutbesinde halka “Beni dindarlığa ve takvalı olmaya davet edecek olanın kellesini uçururum, bilmiş olun!” dediği çok meşhurdur.2
Abdulmelik’in İslâm tarihinde işlediği en büyük caniliklerden biri Haccac b. Yusuf Sakafî’yi Basra ile Kûfe’ye vali tayin etmesiydi. Katil ruhlu Haccac, Emevî iktidarının en kan dökücü ve en aşağılık çehrelerinin başında gelir. Kan dökmekten hoşlanan bir sadist olan Haccac, vali olur olmaz halka akıl almaz işkencelerde bulunmuş, kendisine itiraz eden herkesi acımasızca öldürmüş, hatta birçoğunun ailesine bile kıymıştır. Bu sadist ruhlu adam özellikle Hz. Ali’yi (a.s) sevenleri ve onun Şia’sı olan müminleri takibe almış ve iktidarı boyunca yüz yirmi bin Müslüman’ı acımasızca katletmiştir.3
Abdulmelik İmam Seccad’ı (a.s) sıkı bir takibe almıştı. İmam’a (a.s) baskıda bulunmak ve İmam’ı küçük düşürmek için fırsat kolluyordu.
İmam Seccad (a.s) azat ettiği cariyelerinden biriyle evlenmişti. Casusları vasıtasıyla bunu haber alan Abdulmelik, hemen İmam’a bir mektup yazarak onu küçük düşüren ifadeler kullanıp şöyle dedi:
Azat ettiğin cariyenle evlendiğini duydum. Hâlbuki Kureyş’in tanınmış kadınları ile evlenseydin, senin için iftihar ve gurur kaynağı olurlardı. Onlardan asil ve liyakatli evlatlar edinirdin. Ama sen o kadınla evlenerek kendini düşünmediğin gibi, çocuklarına da büyük insanlar olmanın yolunu tıkamış oldun. Vesselam.
İmam, bu hakaret dolu mektuba şu cevabı yazdı: Mektubunu aldım. Cariyemle evlendiğim için beni kınıyor ve Kureyş’in ünlü kadınlarıyla evlenmiş olsaydım bunun bana iftihar vesilesi olacağını ve onların bana temiz ve büyük çocuklar verebileceğini yazıyorsun. Oysaki hiç kimsenin büyüklük ve iftihar konusunda Allah Resulü’nden (s.a.a) daha üstün olmadığını bilmeliydin. (yani: Biz peygamberlerin ailesiyiz ve kendileriyle evlenmemiz halinde bize daha fazla onur kazandırabilecek ve bizden daha üstün olan hiçbir aile yoktur.)
Bilesin ki, Allah’ın dininde temiz ve dürüst olanın kişiliğine hiçbir şey halel ve zarar getirmez. Yüce Allah bütün kötülük ve noksanlıkları sadece İslâm vasıtasıyla ortadan kaldırmıştır. (yani bir insanın büyük ve asil olması için Müslüman ve mümin olması yeterlidir. Bu durumda fakir veya köle olması hiçbir şeyi değiştirmez ve böyle biriyle evlenmenin de hiçbir sakıncası yoktur.)4
Abdulmelik bir keresinde, hem imama hakarette bulunup onu küçük düşürebilmek ve hem de halk arasında korku ve dehşet yaratıp muhaliflerine gözdağı verebilmek amacıyla İmam Seccad’ı (a.s) çok zor şartlarda ve gözetim altında Şam’a getirip aynı yöntemlerle Medine’ye geri gönderdi.5
- el-Kamil, İbn Esir, 4/348 ve sonrası.
- el-Kamil, İbn Esir, 4/521-522.
- el-Kamil, İbn Esir, 4/587.
- Usul-i Kâfi, 5/344.
- Tezkiretu’l–Havas, s.183.
Velid b. Abdulmelik
Hicri 86. yılda Abdulmelik’in ölmesiyle birlikte oğlu Velid onun yerine oturdu. Velid de zulüm ve ahlaksızlıkta babasından geri kalır değildi. Celaleddin Suyutî onun hakkında: “Velid son derece zalim ve zorba biriydi.” diye yazar.1
Velid tahta oturduğunda yaptığı ilk konuşmada, tam bir diktatörlük örneği sergileyerek şöyle dedi:
“Kim bana karşı çıkarsa, onu ben öldüreceğim; karşı çıkmayıp susanı ise, suskunluğunun derdi öldürecektir.”2
Halk arasındaki saygınlığıyla şöhret bulan İmam (a.s) zamanındaki diğer diktatörler gibi Velid’i de korkutuyordu. Zira İmam’ın manevi ve ilmi yönünün gücü karşısında kendisini çaresiz hissediyordu. Sonunda insanların İmam’ın etrafında toplanıp ona karşı kıyam etmesinden korkan Velid, İmam’ı zehirleterek şehit etti.3
Hz. İmam Seccad’ın (a.s) İmamet dönemine baktığımızda, birtakım toplumsal buhranların varlığı ve zalim yöneticilerin sıkı baskıları altında bulunması ayrıca mücahit, imanlı ve fedakâr dostların olmayışı yüzünden İmamın mümtaz öğrenciler yetiştirme, ilmî ve ahlakî eserler neşretmekten başka bir çaresinin olmadığını görürüz.
Bir gün Mekke yolunda haccetmek için giderlerken kervandakilerden biri İmam’a (a.s) dönerek şöyle bir itirazda bulundu: “Cihadı zorluğundan dolayı terk ettin de kolay bir ibadet olan haccı mı seçtin?”
İmam (a.s) o şahsa hitaben şöyle buyurdu:
Eğer etrafımda imanlı ve fedakâr insanlar bulsaydım cihadı ve mücadeleyi hacca tercih ederdim.4
Ebu Ömer Nehdî İmam Seccad’dan (a.s) şöyle rivayet eder:
Bizim Mekke ve Medine’de yirmi yarenimiz bile yoktur.5
- Tarihu’l-Hulefa, Suyutî, s.223.
- Tarih-i Taberî, 8/1178, Liden basımı.
- Menakıb, İbn Şehraşub, 3/311, Necef basımı.
- el-İhticac, Tabersî, s.171, Necef h.1350 basımı.
- Nehcu’l-Belaga Şerhi, İbn Ebi’l–Hadid, 4/104, 20 ciltlik baskısı.
İMAM MÜSLÜMAN HALKI EĞİTİYOR
Kerbela olayından sonra, İmam Seccad (a.s) Medine’ye döndü. İmam’ın burada başlattığı çalışmalardan biri hadislerin ve İslâmî ilimlerin belli bir grup tarafından yayılması ve Müslümanların eğitimi idi.
Şeyh Tusî İmam Seccad’ın (a.s) ashabından veya ondan hadis rivayet eden yüz yetmiş kişinin adından söz eder1 ki, biz bunlardan dördünün adını açıklamakla yetineceğiz:
1- Said b. Müseyyeb: Dördüncü İmam Hz. Seccad (a.s) onun hakkında şöyle buyurmuşlardır:
Said geçmiştekilerin yaptıklarını herkesten daha iyi bilen ve kendi zamanında anlayışı herkesten daha çok olandır.2
2- Ebu Hamza es-Sumalî:
Sekizinci İmam Hz. Ali Rıza (a.s) onun hakkında şöyle buyurmuşlardır: Ebu Hamza kendi zamanının Selman’ıdır.3
3- Said b. Cübeyr: İlimde o kadar ilerlemişti ki, onun hakkında şöyle denilirdi:
Yeryüzünde ilimde Cübeyr’in oğluna başvurmayacak kimse yoktur.4
Said b. Cübeyr’i yakalayıp Haccac es-Sakafî’ye götürdüler.
Haccac dedi ki:
– Sen, Şaki b. Kesir’sin, Said b. Cübeyr değilsin.5
Said dedi ki:
– Annem daha iyi bilirdi ve bana Said adını koymuştu.
Haccac:
– Ebubekir ve Osman hakkında ne düşünüyorsun, onlar cehennemde mi yoksa cennette midirler? diye sordu. (Bu soruyla Said’i öldürmeye bahane bulmak istiyordu.)
Said:
– Cennete gidecek olursam cennetlikleri ve eğer cehenneme gidecek olursam cehennemlikleri tanıyacağım, diye cevap verdi.
Haccac yine sordu:
– Halifeler hakkında ne biliyorsun?
Said:
– Ben onların vekili değilim, dedi ve aralarında şu konuşma geçti:
Haccac:
– Halifelerden hangisini daha çok seviyorsun?
Said:
– Yaratıcının en çok hoşnut olduğu kimseyi.
Haccac:
– Hangisinden daha çok hoşnuttur?
Said:
– Bunu, ancak sırları ve saklı olanları bilen Allah bilir.6
Haccac:
– Neden gülmüyorsun?
Said:
– Topraktan yaratılan ve ateşin onu yakabileceği bir yaratık nasıl gülebilir?
Haccac:
– O zaman biz nasıl sevinçliyiz ve gülebiliyoruz?
Said:
– İnsanların kalbi aynı değildir.
Haccac mücevherler getirilmesini ve Said’e sunulmasını emretti.
Bunu gören Said dedi ki:
– Bu serveti kıyamette zorluklardan kurtulmak için topladıysan seni kınayamam, zira kıyamet öylesine korkunçtur ki, anneler emzirdikler çocuklarını unuturlar. O halde çokça servet toplamanın hiçbir faydası yoktur, ancak temiz ve halis olan miktarı hariç.
Haccac içki sofrası ve çalgı aletlerinin getirilmesini emredince Said ağlamaya başladı.
Haccac:
– Seni nasıl öldürmemi istersin? diye sordu.
Said:
– Sen nasıl istersen, öyle yap, dedi, Allah’a andolsun ki sen beni nasıl öldürürsen, Allah da öteki dünyada seni o şekilde öldürecektir.
Haccac:
– Seni affetmemi ister misin? diye sorunca
Said:
– Affedilecek bir durum varsa o ancak Allah’tandır, senden asla bağışlanma dilemem, diye cevap verdi.
Haccac Said’in katledilmesi için gerekli olanın yapılmasını istedi.
Bunun üzerine Said şu ayeti okudu:
– “Gerçek şu ki, ben, bir muvahhit olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”7
Haccac:
– Onun yüzünü kıbleden çevirin, deyince, Said:
– “Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz dönün Allah’a dönmüş olursunuz.”8 dedi.
Haccac Said’in yüzünün yere yatırılmasını emredince, Said şöyle dedi:
– “Sizi topraktan yarattık, toprağa geri vereceğiz ve sizi bir kere daha topraktan çıkaracağız.”9
Haccac, başının bedeninden ayrılmasını emredince Said:
– “Eşhedü enla ilahe illallahu vehdehu la şerikeleh ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh” diyerek şöyle ekledi:
“Allahım, benden sonra onu hiç kimseye musallat etme!” Böylece Said b. Cübeyr’in tertemiz kanı Haccac’ın emriyle döküldü.10 Said b. Cübeyr İmam’ın gerçek izleyicilerindendi ve İmam onu çok severdi, Haccac’ın onu öldürmesinin asıl nedeni de onun İmam’a olan bağlılığıydı.11
- Rical, Şeyh Tusî, s.81 ve sonrası.
- Rical, Keşşaf, s.119, Meşhed Üniversitesi baskısı.
- Rical, Keşşaf, s.485, Meşhed Üniversitesi baskısı.
- Menakıb, İbn Şehraşub, 3/311.
- Şaki b. Kesir; zavallı oğlu zavallı ve Said b. Cübeyr; mesut oğlu mesut demektir. Haccac, bu kinayeyle Said’i aşağılamak istemiştir.
- Rical, Keşşaf, s.119.
- En’âm Suresi, 89.
- Bakara Suresi, 115.
- Tâhâ Suresi, 55.
- Ravzatu’l-Cennat, 2. eski baskı, s.310.
- Rical, Keşşaf, s.119.
İMAM SECCAD VE SAHİFE-İ SECCADİYE
İnsanın duaya, Allah’tan yardım istemeye ve O’nu çağırmaya olan ilgisi ve tutkusu fıtridir. İnsan her umudunu yitirdiğinde Allah’a ellerini açarak O’ndan yardım dilemekte, O’nun sonsuz rahmetine sığınmakta ve ne isteyecekse O’ndan istemektedir. Böylece İnsanın vicdanı ve yüreği tüm zorluklardan sıyrılıp durulmakta, ıstırap ve endişeler azalmakta ve ruhu sarsılmaz bir ipe sarılmaktadır.
Psikologlar ve insanın manevi yönünü inceleyen bilginler duanın insanın ruhsal gıdası olduğunu ve yorgun canları dirilttiğini belirtirler. Dua insanın maneviyatını tedavi eder ve zorlukların verdiği baskıyı azaltarak insanı yeniden hayata bağlar.
İslâm’da, insanı hidayet eden bu fıtri bulgudan faydalanılarak beşeriyetin talim ve terbiyesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. İslâm önderleri geride bıraktıkları dualarda birtakım gerçek ve sahih maarif ve inançları bizlere öğretmiş ve insanda olan birtakım menfi duygu ve hastalıklara şifa olacak yollar önermişlerdir.
Âlimlerden biri bu konuda şöyle buyurur:
İslâm’ın en büyük ilmî ve terbiye hazinesi Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) ve masum imamlardan günümüze ulaşan dualardır. Zira tevhit ve ilahiyat, nübüvvet ve imamet, hükümet ve yönetim nizamı, ahlâk ve medenî hukuk, ahkâm ve muhtelif adapların hepsi bizlere bırakılan bu dualarda vardır. Bizlere bırakılan bu dualar bir hazine ve bir ilim deryasıdır; bir üniversitedir. Fikrî, ruhî ve içtimaî yönden Müslümanları geliştirip ilerleten bu eğitimi görmeden bir Müslümanın İslâmî şahsiyeti asla kemale ermez.
Önderlerimizden bize kalan dualardan biri, dördüncü İmam Hz. Zeynelabidin’den (a.s) kalan Sahife-i Seccadiye’dir ki, dualar arasında güneş gibi parlamaktadır.
Tefsirü’l-Cevahir’in yazarı olan Ehl-i Sünnet âlimine Kum ilmî havzasından bir adet Sahife-i Seccadiye gönderildiğinde o zat bu kitap hakkında şöyle yazdı:
Kitabı büyük bir saygıyla aldım ve onu eşsiz bir kitap olarak buldum. Onda olan ilim, maarif ve hikmeti hiçbir yerde bulamadım. Gerçekten nübüvvet ve Ehlibeyt’ten kalan böylesi değerli bir mirası şimdiye dek tanımamamız büyük bir bahtsızlıktır.
Ben onu dikkatle okudukça görüyorum ki, o, mahlûkun kelamından yüksek ve halikın kelamından da aşağıdadır. Gerçekten de ne kerim bir kitaptır. Allah sizi bu hediyeye karşılık ödüllendirsin ve sizleri başarılı kılsın.1
Bu kitabı daha iyi tanımak için içinde bulunan duaların fihristini sıralayacak ve daha sonra da bunlardan bazılarını tercüme edeceğiz:
1- Allah’a Hamd ve Sena İle İlgili Duası
2- Bu Hamd ve Senadan Sonra Resulullah’a Salât ve Selâm İle İlgili Duası
3- Arş’ı Taşıyan ve Tüm Mukarrep Meleklere Salât İle İlgili Duası
4- Peygamberlere Tâbi Olan ve Onları Tasdik Edenlere Salâtını İçeren Duası
5- Kendisi ve Velâyetine İnanan Dostları Hakkındaki Duası
6- Sabah ve Akşam Vakitlerinde Okuduğu Dua
7- Zor Bir İşle Karşılaştığında veya Başına Üzücü Bir Hadise Geldiğinde ve Musibet Zamanlarında Okuduğu Dua
8- Sevilmeyen Şeyler, Kötü Ahlâk ve Çirkin İşlerden Allah’a Sığınmakla İlgili Duası
9- Yüce Allah’tan Bağışlanma Dilemeye Müştak Olma Hakkındaki Duası
10- Yüce Allah’a Sığınmakla İlgili Duası
11- Güzel Akıbet İstemiyle İlgili Duası
12- Günahları İtiraf ve Yüce Allah’a Dönüş (Tövbe) İstemi Hakkındaki Duası
13- Hacetleri Yüce Allah’tan İsteme Hakkındaki Duası
14- Haksızlığa Uğradığı veya Zalimlerden Hoşlanmadığı Bir Davranış Gördüğü Zaman Okuduğu Dua
15- Hastalandığı veya Bir Musibet ve Belâyla Karşılaştığı Zaman Okuduğu Dua
16- Günahlarının Bağışlanması ve Kusurlarının Affedilmesi İçin Yalvardığı Zaman Okuduğu Dua
17- Şeytan’dan Söz Edildiğinde Ondan, Onun Düşmanlığından ve Tuzaklarından Allah’a Sığınınca Okuduğu Dua
18- Korktuğu Bir Durum Kendisinden Uzaklaştığı veya İstediği Şeye Çabuk Ulaştığı Zaman Okuduğu Dua
19- Kuraklıktan Sonra Yağmur Talebiyle İlgili Duası
20- Yüce Erdemler ve Beğenilen Davranışlarla İlgili Duası
21- Bir Şey İçin Üzüldüğü ve Günahlardan Dolayı Tasalandığı Zaman Okuduğu Dua
22- Sıkıntılı, Meşakkatli ve İşlerin Zorlaştığı Zamanlarda Okuduğu Dua
23- Allah’tan Afiyet ve Şükrünü İstediği Zaman Okuduğu Dua
24- Anne ve Babası Hakkındaki Duası
25- Çocukları Hakkındaki Duası
26- Komşuları ve Dostlarını Andığında Okuduğu Dua
27- Sınır Bekçileri (İslam beldelerinin sınırlarını koruyanlar) Hakkındaki Duası
28- Yüce Allah’a İltica Ederek Okuduğu Dua
29- Geçim Sıkıntısı Çektiğinde Okuduğu Dua
30- Borcu Ödemekte Allah’tan Yardım İsteme Hakkındaki Duası
31- Tövbe ve Tövbe İstemiyle İlgili Duası
32- Gece Namazının Ardından Günahları İtiraf Hususunda Kendisi İçin Duası
33- Allah’tan Hayırlı Olanı İsteme Hakkındaki Duası
34- Musibete Uğradığı veya Günah Sebebiyle Kötü Duruma Düşen Birini Gördüğü Zaman Okuduğu Dua
35-Dünya Ehline Bakınca Okuduğu Kaza ve Kadere Rıza Hakkındaki Duası
36- Bulutlara ve Şimşeğe Baktığı ve Gök Gürültüsünü Duyduğu Zaman Okuduğu Dua
37- Allah’ın Şükrünü Yerine Getirmekten Âciz Olduğunu İtiraf Ettiğinde Okuduğu Dua
38- Kulların Haklarından Dolayı Allah’tan Özür Dileme ve Ateşten Kurtuluş İsteme Hakkındaki Duası
39- Allah’tan Af ve Rahmet Dileme Hakkındaki Duası
40- Birinin Ölüm Haberini Aldığı veya Ölümü Hatırladığı Zaman Okuduğu Dua
41- Ayıpların Örtülmesi ve Günahlardan Korunma İstemiyle İlgili Duası
42-Kur’an’ı Hatmettiğinde Okuduğu Dua
43- Hilâle Baktığı Zaman Okuduğu Dua
44- Ramazan Ayı Girdiğinde Okuduğu Dua
45- Ramazan Ayıyla Vedalaştığında Okuduğu Dua
46- Ramazan Bayramı Günü Bayram Namazını Kıldıktan Sonra Ayağa Kalkıp Kıbleye Yönelerek ve Cuma Günü Okuduğu Dua
47- Arefe Günü Okuduğu Dua
48- Kurban Bayramı Günü ve Cuma Günü Okuduğu Dua
49- Düşmanların Hilelerinin Def’i ve Şerlerinin Geri Çevrilmesi Hakkındaki Duası
50- Allah’tan Korkma Hakkındaki Duası
51- Allah’a Yalvarıp Yakarma ve Düşkünlüğünü Dile Getirme Hakkındaki Duası
52- Yüce Allah’a Yalvarırken Israrcı Olma Hakkındaki Duası
53- Rabbu’l-Âlemin’in Karşısında Alçakgönüllülük ve Acizlik hissi duymak
54- Üzüntülerin Giderilmesini İsteme Hakkındaki Duası
Sahife-i Seccadiye’ye Arapça ve Farsça birçok şerhler yazılmıştır. Merhum Allame Şeyh Ağa Bozorg-ı Tehranî değerli ez-Zeria kitabında2 Sahife-i Seccadiye’ye yazılan yaklaşık yetmiş şerhin adını zikretmiştir.
Bu şerhlerin arasından, Seyyid Alihan-ı Kebir’in3 şerhi ve onun kısaltılmış özeti “Telhis er-Riyaz” adıyla basılmıştır. Yine geçmişte birçok Şiî âlimi Sahife-i Seccadiye’nin birden fazla tercümesini gerçekleştirmiştir.
Son zamanlarda çağdaş yazarlardan bazıları Sahife-i Seccadiye’yi Farsçaya tercüme etmişlerdir ki, biz aşağıda bu tercümelerden basılmış olanlarını sizlere sıralayacağız:
1- Merhum Hacı Şeyh Ebu’l-Hasan Şe’ranî’nin tercümesi
2- Merhum Hacı Şeyh Mehdi İlahi Gumşeî
3- Feyzü’l-İslâm’ın tercümesi
4- Cevad Fazıl’ın tercümesi.
5- Sadr-ı Belağî’nin tercümesi.
Burada, Sahife-i Seccadiye’deki dualardan bazılarını aktarmamızın yararlı olacağını düşünüyoruz:
- Sahife-i Seccadiye, Farsça tercümesi, Ahundî baskısı, son kısım.
- ez-Zeria, 13/345 ve sonrası.
- H. 11. yy. Şia bilginlerinden.
Sekizinci duada şöyle geçer:
Allah’ım! Hırsın kabarmasından, öfkenin sersemliğinden, hasedin galebesinden, sabrın zayıflığından, kanaatin azlığından, huyun kötülüğünden, şehvetin azmasından, bağnazlığın sultasından, nefsin tutkusuna uymaktan, hidayete karşı çıkmaktan, gaflet uykusundan, zorluklara düşmekten, batılı hakka yeğlemekten, günahlara ısrarla devam etmekten, günahı küçümsemekten, itaati büyük görmekten, zenginlerin övünmesinden, fakirleri hor görmekten, elimizin altındakilere kötü davranmaktan, bize iyilik yapanlara teşekkürü terk etmekten, zalime yardımcı olmaktan, mazlumu yalnız bırakmaktan, hakkımız olmayan bir şeyi istemekten ve bilgiyi gerektiren konularda bilgisiz konuşmaktan sana sığınırım.
Birini aldatma düşüncesini taşımaktan, amellerimiz den dolayı kendimizi beğenmişlikten, uzun arzular la kendimizi avutmaktan sana sığınırız.
İçimizin kötülüğünden, küçük günahı önemseme mekten, Şeytan’ın bizi kuşatmasından, zamanın ba şımıza dert açmasından ve sultanın bizi ezmesinden sana sığınırız.
Saçıp savurmaktan ve yetecek kadar rızkı bulama maktan sana sığınırız.
Düşmanları sevindirecek bir durumdan, denklerimize muhtaç olmaktan, sıkıntılı geçimden ve (ahirete götürecek bir) azık olmaksızın ölmekten sana sığınırız.
En büyük teessüften (kıyamette duyulacak pişmanlıktan), en büyük musibetten (din hususunda duyar sız olmaktan), en acı bedbahtlıktan (ahireti dünyaya satmaktan), dönülecek yerin kötülüğünden (cehen neme varmaktan), sevaptan mahrum kalmaktan ve azaba duçar olmaktan sana sığınırız.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve rahmetinle beni ve kadın erkek tüm müminleri bütün bunlardan koru. Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Yirminci duada da şöyle okumaktayız:
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve benim imanımı en kâmil iman, yakinimi en üstün yakin kıl; niyetimi niyetlerin, amelimi amellerin en güzeline ulaştır.
Allah’ım! Lütfunla niyetimi halis kıl; katındakine (rahmetine) yakinimi doğrult; kudretinle bozulan durumumu düzelt.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve beni meşgul edecek sorunların çözümünde bana yet. Yarın hesabını soracağın şeylerle uğraştır beni. Günlerimi yaratılışımın amacı olan ibadetle geçirmemi sağla. Beni zenginleştir; rızkımı bol eyle. Rızkı beklemekle beni imtihan etme. Beni aziz kıl; kibre duçar eyleme; sana kul olmaya muvaffak eyle. Kulluğumu, ibadetimi kendini beğenmişlikle fasit etme. Benim elimle insanlara hayır ulaştır; başa kakarak onu batıl etmeme engel ol. Yüce huyları bana ihsan et ve övünmekten beni koru.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve beni in sanların gözünde bir derece yükselttiğinde kendi gö zümde bir derece düşür. Bana insanlar arasında açık bir izzet verdiğinde kendi yanımda aynı ölçüde gizli bir zillet ver.
Allah’ım! Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salât eyle ve beni (başka hiçbir şeyle) değiştirmeyeceğim güzel bir hidayet, asla vazgeçmeyeceğim hak bir yöntem ve şüphe etmeyeceğim doğru bir niyet ile faydalandır. Ömrüm sana itaatle geçtiği sürece beni yaşat. Ömrüm Şeytan’ın otlağı olduğunda, öfkene yakalanmadan, gazabın kesinleşmeden ruhumu al. Allah’ım! Ayıplandığım kötü hasletimi ıslah et; kınandığım çirkin huyumu güzelleştir ve eksik olan güzel sıfatımı tamamla.
Allah’ım! Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salât eyle ve düşmanların bana olan buğzunu muhabbete, zulüm ehlinin hasedini sevgiye, iyilerin kötü zanlarını güvene, yakınların düşmanlığını dostluğa, akrabaların kötü davranışlarını iyiliğe, dostların ilgisizliğini yardıma, müdara edenlerin zahirî dostluklarını gerçek dostluğa, muaşeret edenlerin yüz ekşitmelerini güler yüzlülüğe ve zalimlerden korkmanın acılığını emniyet tatlılığına dönüştür.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve bana zulmedene karşı kendimi müdafaa edecek bir el, bana husumet edene karşı kendimi saunacak bir dil, bana inat edene karşı bir zafer, bana hile yapana karşı bir hile, beni ezene karşı bir güç, beni yerene karşı yalanlama cesareti, beni tehdit edene karşı bir esenlik ver bana. Ve beni doğru yola davet edene itaat etmeye, gerçeği gösterene uymaya muvaffak eyle.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve beni, beni aldatana karşı dürüst ve samimî davranmaya; beni terk edene iyilikle karşılık vermeye; benden esirgeyeni, bağışla ödüllendirmeye; benimle ilişkisini keseni, ilişkide bulunmakla mükâfatlandırmaya; gıybetimi edene, güzellikle anmakla muhalefet etmeye ve iyiliğe teşekkür edip kötülüğe göz yummamaya muvaffak eyle.
Allah’ım! Muhammed ve Âline salât eyle ve adaleti yaymada, öfkeyi yutmada, kin ve adaveti söndürmede, ayrılıkçıları birleştirmede, kırgınların arasını bulmada, iyilikleri ortaya çıkarmada, kötülükleri gizlemede, yumuşak huylulukta, alçakgönüllülükte, güzel muaşerette, ağırbaşlılıkta, insanlarla iyi geçinmede, erdemlere doğru koşmada, (her hâlükârda) iyilik etmeyi yeğlemede, insanların kabahatini yüzlerine vurmamakta, müstahak olmayana bağışta bulunmamakta, güç de olsa hakkı söylemede, çok da olsa iyi söz ve fiillerimi az bulmada, az da olsa kötü söz ve işlerimi çok bulmada salihler gibi olmaya, onların süsüyle süslenmeye, muttakilerin ziynetini kuşanmaya muvaffak eyle beni…
EŞSİZ BİR HUKUK RİSALESİ!
İmam Seccad’dan (a.s) yadigâr kalan fevkalâde kıymetli eserlerden biri de, dünyada bir başka benzeri bulunmayan ünlü “Hukuk Risalesi” veya “Hak-hukuk manifestosu”dur. Büyük Şia âlimlerinin eski kaynak eserlerinde kayıtlı bulunan bu risalenin tamamı bugün “Tuhefu’l-Ukul” adlı bir kitapta toplanmış, özet hali de “Men Lâ Yehzuruhu’l-Fakih” “Hisâl” ve “Emâli” adlı eserlerde derlenmiştir. Bu eşsiz eserden bazı bölümleri aşağıya aktarıyoruz:
Yüce Allah’ın hakkı: Yüce Yaratıcının senin üzerindeki hakkı, O’na ibadette bulunup kulluk etmen, şirk koşmamandır. İhlâs ve samimiyetle bunu yaparsan, Yüce Allah da senin dünya ve ahiret işlerinin hepsini düzene koyar.
Nefsinin hakkı: Nefsinin senin üzerindeki hakkı, onu Yüce Allah’a itaat yolunda kullanmandır.
Dilinin hakkı: Kötü söz söylemeyip onu güzel söz söylemeye alıştırman, yararsız sözler söylememen, insanlara iyilik ve onların iyi yönlerini söylemen.
Kulağının hakkı: Onu gıybet dinlemekten alıkoyman ve ona -haram konuşma, müzikler vb. gibi- helal olmayan şeyler dinletmemen.
Gözünün hakkı: Helal olmayan şeylere (namahreme ve bazı filmlere) bakmaman ve baktığın şeylerden ibret alman.
Elinin hakkı: Helal olmayan şeylerde kullanmaman.
Ayağının hakkı: Helal olmayan yerlere gitmemen. Bil ki, bu iki ayakla sırat köprüsü üzerinde duracaksın. Orada ayağını titretip seni cehenneme düşürecek şey yapma.
Midenin hakkı: Onu haram kabına dönüştürmemen ve doyduktan sonra yememen.
Avret hakkı: Onu örtmen ve zinayla kötü işlerden koruman.
Namazın hakkı: Namazın, Allah’ın huzuruna çıkış olduğunu ve namaz kılarken O’nun huzurunda bulunduğunu bilmen. Bunu bilecek olursan zavallı bir kul gibi durursun O’nun karşısında ve O’na kalbinle yönelirsin; böylece namazını gereğince kılmış olursun.
Haccın hakkı: Onun, Allah’ın dergâhına gidiş ve günahlardan Allah’a kaçış olduğunu bilip, tövbenin kabul yolu ve Yüce Allah’ın sana farz kıldığı bir vazife olduğunun bilincinde olman.
Orucun hakkı: Onun, Yüce Allah’ın seni ateşten korumak için diline, kulağına, gözüne, midene ve avretine çektiği bir perde olduğunu, onu terk etmen halinde kendinle Allah arasındaki bu perdeyi yırtacağını bilmen.
Sadakanın hakkı: Senin Allah indinde dar gün için biriktirdiğin şey olduğunu, şahit gerektirmeyen bir yatırım sayıldığını bilmendir. Bunu bilecek olursan Allah yolunda gizlice verdiğin sadakaya, açıkça emanet verdiğin şeyden daha fazla güvenirsin. Ve bil ki, sadaka bu dünyada bela ve hastalıklardan, ahirette de cehennem ateşinden korur seni.
Kurbanın hakkı: Kurban kesip insanlara verirken insanların değil, Rabbinin rızasını düşünmen ve onun vasıtasıyla Allah’ın rahmetine ve kıyamette kurtuluşa ermekten başka şey dilememendir.
Öğretmen hakkı: Ona saygıda kusur etmemen, onun yanında terbiyeli davranman, onu dikkatle dinlemen, ona dönüp yönelmek ve ona karşı sesini yükseltmemendir. Ona bir soru sorulduğunda sen cevap verme, onun cevap vermesini bekle. Onun dersinde başkasıyla konuşma, onun yanında kimsenin gıybetini yapma, senin yanında onu kötüleyecek olurlarsa onu savun. Onun kötü taraflarını gizle, iyi taraflarını göster, düşmanıyla dost, dostuyla düşman olma! Bil ki, bunları yapacak olursan melekler Allah’ın huzurunda senin insanlar için değil, Allah rızası için ona yöneldiğine ve ondan ders alıp ilim öğrendiğine şahadet edeceklerdir.
Öğrenci hakkı: Senden ilim öğrenenlerin senin üzerindeki hakkı; Yüce Allah’ın sana verdiği ilim ve önüne açtığı hazinelerle seni onlara baş ve veli kıldığını bilmendir. O halde öğrencilerine iyi öğretir, onlara sinirlenip çıkışmazsan Allah Teala sana olan lütfünü artırır; öğrencilerine iyi öğretmez, ilmini onlardan saklar veya onlara büyüklük taslayıp diklenirsen Yüce Allah ilmin ışığını senden alır ve seni gözlerden düşürür.
Eşinin hakkı: Eşlerin birbiri üzerindeki hakkı, Yüce Allah’ın onları yekdiğeri için huzur ve ünsiyet kaynağı kıldığını bilmeleridir. Bunun, Allah’ın bir nimeti olduğu bilinmelidir. Bu nedenle, eşinin kıymetini bil ve onunla iyi geçin. Senin onun üzerindeki hakkın daha fazla olsa da, ona sevgi göstermen ve onunla iyi geçinmen gerekir.
Ana hakkı: Seni, ondan başka kimsenin taşıyamayacağı bir yerde (karnında) taşıdığını, ondan gayrı kimsenin kimseye vermeyeceği kendi kalbinin meyvesiyle -kanıyla ve sütüyle- seni beslediğini, bütün uzuvlarıyla seni büyütüp baktığını, seni doyurmak uğruna kendi aç ve susuz kalmaktan hiçbir zaman çekinmediğini, kendisi çıplak kalsa da seni giydirdiğini, sana gölge yapabilmek için güneşte kaldığını, senin için nice geceler uykusuzluk çektiğini, soğuğa ve sıcağa karşı seni koruduğunu, seni yaşatabilmek için elinden gelen her şeyi yaptığını bilmendir. O halde bilesin ki, Allah’ın özel lütfü ve yardımı olmaksızın ana hakkını eda edebilecek güç ve imkânı bulabilmen mümkün değildir.
Baba hakkı: Onun, senin kökün ve temelin olduğunu bilmendir. O halde kendinde müspet bir özellik gördüğünde bil ki, bu senin babandandır. O halde Allah’a şükret ve babana da müteşekkir ol.
Evlât hakkı: Onun senden ve dünyanın iyisinde ve kötüsünde sana bağlı olduğunu bilmendir. Sen ona Rabbini tanıtıp Allah’ın emirlerini dinlemesi hususunda ona kılavuzluk edip eğitmekle yükümlüsün. O halde ona yaptığın iyiliklerin mükâfatını göreceğini ve ona kötü davranman halinde de bundan hesaba çekileceğini unutma.
Kardeş hakkı: Onun senin elin, izzetin ve kuvvetin olduğunu bilmendir. Onu, Allah’a itaatsizlik yolunda bir silah ve kullara zulmetme yolunda bir araç olarak kullanma sakın. Düşmanına karşı yardım et ona ve onun iyiliğini iste. Allah’tan başkasının yoluna adım atarsa, Allah’ı ona tercih et.
Sana iyilik edenin hakkı: Ona teşekkür etmen ve yaptığı iyiliği unutmamandır. Onun iyiliğini söylemen, Rabbine onun için ihlâs ve samimiyetle dua etmen ve böylece gizlide ve açıkta ona olan teşekkür borcunu yerine getirmendir. İyiliğinin karşılığını verebilecek imkânı bulduğunda bunu hemen yerine getirmendir.
Cemaate namaz kıldıran imamın hakkı: Onun seninle Rabbin arasında elçilik görevi üstlendiğini ve Rabbinle senin adına konuştuğunu, seninse onun adına konuşmadığını, onun sana dua ettiğini, seninse ona dua etmediğini, onun namazında bir kusur olduğunda bundan sadece kendisinin sorumlu tutulduğunu, ama kusursuz olduğunda senin de ona ortak sayıldığını ve ona senden fazla pay düşmediğini bilmendir. Yani senin canını kendi canıyla ve namazını da kendi namazıyla korumaktadır o; binaenaleyh ona bu ölçüde müteşekkir olmalısın.
Yanına oturduğun kimsenin hakkı: Ona yumuşak davranman, sohbet ederken ona hak vermen, ondan izin almadan yerinden kalkmamandır. Ama bil ki o senden izin istemeden kalkabilir; onun kusurlarını unutmalı, iyiliklerini hatırlamalı, ona hayır ve iyilik daışında bir şey söylememelisin.
Komşu hakkı: Onun gıyabında hakkını ve hukukunu gözetmen, huzurunda ona saygılı davranman, zulme uğraması halinde yardımcı olman, kusurlarını aramaman, ondan bir kusur ve kötülük görecek olursan üzerini örtmen, öğüt kabul ederse öğüt vermen, zor anlarında yalnız bırakmaman, hatalarını affetmen, günahlarını bağışlaman ve ona karşı pek sevecen ve saygılı davranmandır.
Arkadaş hakkı: Onunla insaf ve kerem çerçevesinde dostluk kurman, onun sana gösterdiğinden daha fazla saygı ve sevgi göstermen, bu işte seni geride bırakırsa onu ödüllendirmen, ona karşı en az onun kadar şefkatli olman, bir günaha yeltenmesi halinde onu engelleyip vazgeçirmen ve onun için azap değil, rahmet olmandır.
Ortak hakkı: Yokluğunda onu aratmaman, varlığında hakkını eda edip saygı göstermen, ona muhalif yönde karar vermemen, ona danışmadan adım atmaman, onun malını koruman, malında az veya çok, asla ihanet etmemendir. İki ortak, birbirlerine ihanet etmedikleri sürece bil ki, Allah’ın eli onlarladır.
Mal hakkı: Helalden gayrı yolla mal edinmemen, helal yoldan gayrisinde onu kullanmaman, sana müteşekkir olmayanı kendine tercih etmemen, kendi malını Allah’a itaat amacıyla kullanman ve cimrilik etmemendir. Aksi takdirde onun vebaline ilaveten pişmanlık ve hasret de içini yakar.
Borç isteyenin hakkı: Eğer varsa vermen, yoksa tatlı dille gönlünü alman, iyi sözler söyleyip incitmeden göndermendir.
Muaşerette bulunduğun kimsenin hakkı: Onu aldatmaman, ona oyun oynamaman ve bu konuda Allah’tan korkmandır.
Hasmının hakkı: Eğer iddiasında haklıysa onun şahidi bizzat kendin olup ona zulmetmemen ve hakkını vermendir. İddiasında haksızsa ona yumuşak davranıp incitmemen ve onun hakkında Rabbini öfkelendirmemendir.
Senin hasmın üzerindeki hakkın: Eğer sen iddianda haklıysan onunla iyilikle yumuşak konuşman, bu arada onun hakkını da inkâr etmemendir. İddianda haklı değilsen Allah’tan korkup tövbe etmen ve iddiandan hemen vazgeçmendir.
Sana akıl danışanın hakkı: Biliyorsan, ona yol göstermen, bilmiyorsan, bilene göndermendir.
Sana akıl verenin hakkı: Seninle aynı fikirde değilse ona iftira etmemen ve aynı fikirdeyse Allah’a hamd etmendir.
Senden öğüt isteyenin hakkı: Ona öğüt verip nasihatte bulunman, yumuşak ve iyi davranmandır.
Sana öğüt verenin hakkı: Ona karşı alçakgönüllü olup sözlerine kulak vermen, doğru söylüyorsa Allah’a şükretmen, doğru söylemiyorsa onu incitmemen, sevgi göstermen ve ona iftira atmamandır.
Büyüğün hakkı: Yaşına saygı göstermen, senden önce İslâm’a girdiği için ayrıca hürmet etmen, onunla asla tartışmaman, onun önüne geçmemen, ondan önce yola çıkmamandır.
Küçüğün hakkı: Onu eğitirken sevgi ve şefkat göstermen, onu affetmen, kusurlarını örtmen, iyi geçinmen, mazur görmen, yardım etmendir.
Dilencinin hakkı: İhtiyacı miktarınca bağışta bulunmaktır.
Bir istekte bulunduğun kimsenin hakkı: Kendisinden bir istekte bulunduğun kimsenin senin üzerindeki hakkı, istediğini vermesi halinde teşekkür ederek kabul etmen, vermemesi halinde özrünü kabul etmendir.
Seni sevindirenin senin üzerindeki hakkı: Allah rızası için seni mutlu edenin hakkı önce Allah’a hamd etmen, sonra da ona teşekkürde bulunmandır.
Sana kötülükte bulunanın hakkı: Onu affetmendir. Ancak onu affetmenin ona daha fazla zarar vereceğini ve başka kötülüklerde bulunmasına bir nevi teşvik sayılacağını bilirsen hak ettiği cezayı vermelisin. Nitekim Yüce Allah “Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa öylelerinin aleyhine bir yol yoktur (onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar).”1 buyurmaktadır.
Dindaşının hakkı: Din kardeşinin senin üzerindeki hakkı onun için kalben iyilik ve rahmet istemen, kötülerine müsamahakâr davranman ve güzellikle düzelmelerine yardımcı olman, iyilerine müteşekkir olman ve onlara zarar vermemen, kendin için istediğini onlar için de istemen, kendine istemediğini onlara da istememen, yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin, yaşlı kadınlarını annen ve çocuklarını da kendi çocukların bilmendir.
İslâm’ın koruması altındaki kâfirlerin hakkı: Yüce Allah’ın onlardan kabul ettiğini senin de kabullenmen ve ahitlerine sadık kaldıkları sürece onlara dokunmamandır.
İmam Zeynelabidin (a.s) h. 95. yılı Muharremi’nin 25. günü 57 yaşındayken, baştanbaşa mücadele, acı, dert, çile ve görülmemiş bir direnç ve azimle geçen hayatına veda etmiş ve zalim Emevî sultanı halife! Velid b. Abdulmelik’in emri ve Hişam b. Abdulmelik’in eliyle zehirlenerek şehit edilmiştir.2
Mübarek türbesi Medine’deki Cennetü’l-Bâki mezarlığında, İmam Hasan Müçteba’nın (a.s) yanı başında olup Medine’ye giden Ehlibeyt-i Resulullah (s.a.a) âşıklarının her gün akınına uğramaktadır.
- Şûrâ Suresi, 41.
- Menakıb, İbn Şehraşub, 3/311.
Ferazdak Kasidesinin Türkçesi:
Ey büyüklük ve cömertliğin kimde olduğunu soran! Sorununun cevabı bendedir, bana gelirse arayan. Öyle biridir ki, herkes onun ayak izlerini tanır; Kâbe, Harem, hatta harem dışındaki topraklar. Bu, Allah'ın en hayırlı kullarının; tümünün evladıdır; Takva, kötülüklerden uzaklığın, paklığın sancağıdır! Seçilmiş peygamber "Ahmed" babasıdır onun; Allah'ın salât-u selamı daima ona olsun. Kendisini öpmeye geleni tanısa rükün, Yere atılır hemen ayağını öper onun. Bu Ali'dir. Babasıdır onun Allah Resulü; Ümmetlere yol gösterir hidayetinin nuru. Bir amcası Cafer-i Tayyar, diğeri Hamza; Katledilmiş aslan ve yemin edilen dostluğuna. Kadınların efendisi Fatıma'nın evladıdır bu; Vasinin; kılıcıyla ölüm yağdıranın oğludur bu. Kureyş onu gördüğünde itiraf eder dostluğunu, Yüceliğini ve kerametlerinin sonsuzluğunu. Ulaşmıştır o, öyle bir onur ve izzete, Müslüman Arap da ulaşamaz acem de. (Ey Hişam!) Zarar vermez ona "Kim bu?" demen, İnkâr ettiğin bu adamı hem Arap tanır, hem acem! Bakışları hayâ dolu, heybetinden gözüne bakılmaz, Konuşurken yüzünden tebessüm hiç eksik olmaz. Yayılan nuruyla yırtılır gider cehaletin perdesi; Işıyınca karanlıkları aydınlatan bir güneş gibi. Cömertliğinden "yoktur" demez teşehhüt dışında, Şahadet farz olmasa, "var" diyecek onda da. Kökü Allah Resulü'ne dayanır, onun tenindendir, Temiz, yetişme tarzı âlâ , huyu güzel mi güzeldir. Değerli yükler takatten düşürünce insanları, omuzlar o yükleri, Suretleri tatlıdır, nimetler onların yanında olur daha da tatlı. Söz söylese herkes kabul eder gönülden, Sözü onun süsüdür, süsler onu her dem. Onu tanımıyorsan bil ki, Fatıma'nın oğludur! Ceddiyle peygamberler silsilesi son bulmuştur. Allah, ezelden beri büyük ve izzetli kılmıştır onu, Allah'ın kalemi, "Levh"e böylece yazmıştır bunu! O, ceddi faziletli olandır tüm peygamberlerden! Ceddinin ümmeti de, üstündür tüm ümmetlerden. Onun bağış ve cömertliği tüm mahlûkatı sarar hep; Nuruyla dağılır gider gaflet, sapma, açlık, cehalet. Elleri yardımcıdır, tüm insanlara yarar; Yokluk yoktur onda, daima lütuf yağar. Öfkeye yabancıdır; yumuşak huyludur; Sabır ve bağışlayıcılıkla kişiliği süslüdür. Vaadine sadıktır; mübarek ve kutludur pek, Evinin kapısı yardım isteyene açıktır hep. Onları sevmek dinin kendisi, düşmanlık küfür. Onlara yakın olanlar temizlenir ve kurtulur. Kötülük ve belalar, onların sevgisiyle giderilir, İyilik ve nimetler onunla çoğalıp bereketlenir. Onları zikretmek Allah'ın zikrinden sonra gelir; Her sözün başında ve sonunda onların adı gelir. Takvalıları saymak istersen, onların imamlarıdırlar, Yeryüzünün en iyileri sorulursa, cevap yine "onlar". Cömertliklerinden sonra cömertliğe güç yetmez, Yiğitlikte hiçbir kavim onlarla boy ölçüşemez. Kıtlık geldiğinde bereketli yağmurdur onlar, Savaş olduğunda meydanların aslanıdırlar. Hataları bulunmaz; kınanacak bir şeyleri yoktur; Ahlaklıdırlar, yağdırır elleri ihsan; sanki yağmur. Bağış yapmalarını engellemez asla yokluk! Onlar için aynıdır zenginlik ve yoksulluk. Onun kendisinden veya atalarından İyilik görmemiş bir kabile var mıdır? Allah'ı tanıyan onun atalarını da tanır, İnsanlar dini bu zatın evinden almıştır. Kureyş evlerinden sadece onlardan yardım istenir, Hüküm verdiklerinde ancak onların hükmü dinlenir. Ceddi Kureyş'ten Muhammed'dir, babası Ali; Peygamberden sonra ümmetin hidayet güneşi. Bedir ona şahittir; Uhud vadisi ve Hendek, Fetih günü, bildi herkes bunu; apaçık gerçek. Hayber ile Huneyn de iki şahittir ona; Çetin gün olan Benî Kurayza savaşı da.
Evet, Ferazdak’ın bu muazzam ve akıcı şiiri, son derece tehlikeli ve kritik şartlar altında, büyük bir cesaret ve fedakârlık göstererek okuduğunu ve böylece büyük bir cihat örneği sergileyerek hakkı ve hakikati yiğitçe müdafaa ettiğini belirtmeden geçemeyeceğiz. Ancak gerçekte Ferazdak’ın bu müstesna şiirindeki ifadelerin bile, İmam Seccad’la (a.s) onun kutlu soyunun faziletlerinin sadece bir kısmını yansıttığını da hemen belirtelim. Nitekim gökleri adımlayarak aşmak, okyanusları testiye sığdırmak elbette ki mümkün değildir. Dolayısıyla Ferazdak, bu ummandan sadece bir katre sunmaktadır bizlere…