İçindekiler
Aşura ve İmam Hüseyin başlıklı 3. dersimiz:
Geçen iki dersimizde dilimiz döndüğünce ve kapasitemiz elverdiğince Aşura ve Hz. Eba Ebdillah Hüseyin (a.s)’ın varlık alemi içerisindeki, Allah katındaki azim makamını ve onun azametinden dolayı Allahu Tebareke ve Teala’nın alemlere neyi bahşettiğini dallara ve bentlere (bölümlere) girmeden ana hatlarıyla huzurlarınıza arz etmeye çalışıyorduk.
Ana hatlarıyla, ana başlık olarak arz ettik:
1- Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurası, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaat vesilesidir.
Eğer Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurası olmasaydı; eğer Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) bu aşurayı kabul edip içerisine girmemiş olsaydı Allah Tebareke ve Teala’nın mutlak şefaat diye bir kuramı, kuralı ve ilkesi olmayacaktı ve bu da olmayacağı için Allahu Tebareke ve Teala hiçbir peygamberine ve yanında makam ve değer sahibi olan hiçbir kimseye de mutlak şefaat vermeyecekti. Aşura olmasaydı bir takım mahlukların ve bir takım şeylerin bu alemde olması mümkündü ancak o boyutta (ki bir şefaat vesilesine sahip olan) mahlukatın olması mümkün değildi! Hz. Eba Ebdillah Hüseyin (a.s)’ın aşurasının azameti o kadar büyüktür ki Allahu Tebareke ve Teala Eba Ebdillah El Hüseyin (a.s)’ın aşurasından dolayı indinden o aşuranın azametine denk olan bir rahmet yarattı ve o rahmetin adı da “şefaattir” ve bu şefaati de alemlerin serveri, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın nurunun ana nuru olan Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e verdi. Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın dedesine verdi. Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasının Allah katındaki değerlerinden bir tanesi “Şefaat müessesesinin, şefaat sisteminin vücuda gelmesi ve bu şefaat sisteminin vücuda gelmesi ile bütün mahlukatın merhum olması (Allah’ın rahmetine uğraması, Allah’ın rahmetine nail olması, Allah’ın rahmetine ulaşması) vücuda gelmiş ve hayat bulmuştur.
Eğer Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurası olmasaydı önceki iki dersimizde de arz ettiğimiz gibi (Enbiyaullah, Melaiketullah ve Melaiket’ul Mukarrebinde dahil olmak üzere) alemdeki hiçbir kimsenin:
1-Bulunmuş olduğu konuma ulaşabilmeleri,
2-Hayat bulabilmeleri,
3-Sahip oldukları azametlere ulaşabilmeleri mümkün olmayacaktı.
2- Bu alemde kime ne rahmet ve ne feyz verilmişse, veriliyorsa/verilecekse Hz. İmam Huseyn (a.s)’ın aşurasının bereketi ile Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in eli ile verilmiştir/verilecektir
“Bunu, bir lokma ekmek yemekten tutun, bir yudum su içmeye kadar; hayatın bir evresinin içerisinde belasız ve musibetsiz nefes almadan tutun, sağlıklı bir zaman dilimi geçirmeye kadar; hastalığın içerisinde vücudunu i’lam edip devamını sağlama nimetine kadar; düşmanların içerisinde varlığını muhafaza edip o düşmanların karşısında yok olmama nimetine nail olmaya kadar….”
Bütün bu nimetlerden tutun envai aksam nimetlere kadar ki “Hz. İmam-ı Zaman (a.f)’un mukaddes huzuruna müşerref ve nail olmak g.b; “Kişinin, kapasitesi ölçüsünde Esma’ul Husna’nın sırrına ve maarifete nail olması g.b; Allahu Tebareke ve Teala’nın, Esma’ul Hüsna’sından ve Sıfat’ul Ulya’sından bir zerreciğin insanda tezahür etmesi g.b” yani zerreden kemale kadar. Alemin yaratıldığı ilk günden bugüne kadar kime ne verilmişse Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasının bereketi ile Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in eli ile verilmiştir.
“Buradaki maksad dünyanın yaratılması değildir, alemin yaratıldığı gündür ki biz, kaç katrilyon yıl önce olduğunu bilmiyoruz! Çünkü Allahu Tebareke ve Teala’nın zâtı nasıl ezeli ise hilgeti de o şekilde ezelidir ve hiç kimse bunu bilmez!”
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a), ister mana aleminde olsunlar; ister nur aleminde olsunlar; ister mahlukata tezahür ettirilsinler ve mahlukat onların nurunu (melaiketullahın gördüğü gibi) görsünler ki bir önceki dersimizde de arz ettiğimiz gibi gözleri kamaşsın ve şaşırsınlar; isterse de bizim gibi bu dünyadaki mahlukat olsun ve Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in azameti her koşul ve her şartta önünde olsun ama biz ondan hiçbir şeyi anlamayalım…
Böylesine azim bir mahluk bizim önümüzdedir. Öyle bir mahluk ki Allahu Tebareke ve Teala alemleri onunla var etmiştir; alemlere onunla hayat vermiştir ve veriyordur; alemleri onunla çekip çevirmektedir ve bizlerde böyle bir mahlukun yanından öyle bir şekilde geçip gidiyoruz ki sıradan bir arkadaşımızın yanından geçiş tarzımız O Hazret’in (s.a.a) yanından geçişimizden daha mütevazı, daha muteberrik, daha saygın ve daha edeplidir. Bunu bu kadar bilinki! “Alemde kime ne verilmişse, veriliyorsa ve verilecekse Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasının hürmetine verilmiştir. Başka hiçbir şey aramayın çünkü ararsanız yolu kaybedersiniz! Bu, tam ilkedir! Bu, net ilkedir!
Diğer yollar, Aşura’ya götüren yollar vardır ama Aşura değildir, aşuraya çıkaran yollardır. O yolların (ibadetlerin, duaların, zikirlerin, ihsanların, fedakarlıkların, cömertliklerin, dürüstlüklerin, mücadelelerin, mübarezelerin) tamamı mukaddestir ama bu yolların sonu Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasına çıkacak olursa hidayetin vesilesine giden yol oluyor. Bakın, hidayetin özü olmuyor! Hidayetin özü olması mümkün de değildir! Bu yol oraya gidecek, Aşura’da Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın rengi ile renklenecek ve hidayet vesilesi olacak. Mübareze artık dönüşüme uğrayacak ve mübareze olmayacak, Aşura olacak. İlim tedrisi, artık talebelik olmayacak, Aşura olacak. Aşurayı, yalnızca Kerbela’da 72 kişi ile onbinlerce kişinin belli bir konjonktürde silahlarla, kılıçlarla, oklarla savaşması; atların ayaklarının altında veya başka şekillerle ezmesi şeklinde özetlemeyin! Aşura’yı bu tanıma sıkıştırmayın! Küfür mutlak hali ile, tağut mutlak hali ile Aşura vakasında vardır ve İlahiyyette mutlak hali ile Aşurada vardır. Hem Allahu Tebareke ve Teala hem de İblis mutlak gücü ile Aşuradadır.
Dünyada ne kadar şer varsa Aşura’nın bir cephesini teşkil etmiştir ve dünyada var olan iyilik ve ihsanında tamamı Aşura’nın bir cephesini teşkil etmiştir ve:
1- Bunun dışında, Aşura’yı vücuda getiren hiçbir şey yoktur. 2- Kıyamete kadarda Aşura’ya sonradan ilave edilecek hiçbir şey yoktur.
Yani o gün (Aşura günü) orada (Kerbela meydanında) ne iyilik adına ve nede şer adına Kerbela’da olmayan (gerçekleşmeyen) hiçbir şey yoktur ki Aşura’ya, sonradan (1.000, 2.000 yıl sonra) eklenebilecek olsun!
Kime ne verilmişse, veriliyorsa ve verilecekse Aşura’nın hürmetine verilmiştir. Sizler bunu yayın: “Amele yayın, fikre yayın, zikre yayın, itaate yayın, ibadete yayın…” Kim ne ibadet edebiliyorsa Aşura’nın hürmetine edebiliyordur. Kim ne ihsanda bulunabiliyorsa Aşura’nın hürmetine bulunabiliyordur. Kim fakire ne kadar yardım edebiliyorsa Aşura’nın hürmetine edebiliyordur çünkü hepsi Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın o sisteminde var ve o gün (Aşura Günü) hepsi uygulandı. İhsandan tutun mücadeleye kadar; fedakarlıktan tutun doğruluğa kadar; izzetten tutun namusperverliğe kadar; bugün dillerden düşmeyen ama meçhul, ama şaibeli bir kavram olan vatanperverliğe kadar hepsi… Vatancılık kavramı Aşura günü ne kadar hakiki anlamıyla tezahür etmişti; hiçkimse bilemez! Yani şuan günümüzde vatanperverlikten ki dem vuruluyor şirkten başka bir şey değildir.
1- Aşura vadisine girmemiz bizlere emredilmiştir.
Allahu Tebareke ve Teala bunları açıklamıştır; Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) bunları açıklamıştır; Eimme-i Ethar (a.s), bizi oraya doğru yönlendirebilmek için bu sırları bizim önümüze koyup, bizlere beyan buyurmuşlardır. Yani buyurmuşlardır ki: Ey insanoğlu! Senin önünde delaletine sebep olacak hiçbir neden yoktur ama hidayetine ise sebep olacak her şey var! Hidayet’in gölgesine girmeyecek olursanız delalete girersiniz yoksa hidayet olmadığı için delalet ve sapıklığa düşürecek hiçbir neden yoktur! İnsan, hidayeti kenara attığı zaman önünde yalnızca delalet kalıyor ve gideceği başka bir yol da kalmıyor. İtaatsizlik de böyledir! İbadetsizlik de böyledir! Samimiyetsizlik de böyledir! Her şey böyledir! Bizler itaat ehli olmak istiyorsak, samimiyyet ehli olmak istiyorsak, sadakat ehli olmak istiyorsak; bizlere, Aşura Vadisi’ne girmemiz emredilmiştir!
2- Aşura vadisine girebilmemiz için bizim önümüze bir kural konulmuştur ve bu kuralın dışında da Aşura Vadisine girebilmemiz mümkün değildir!
Aşura Vadisi’ne girebilmemiz için İmam’ın huzuruna çıkmamız gerekir. (Ziyaret meselesi) İmamın huzuruna çıkmamız gerekir; ziyaret ayrıdır, huzura çıkmamız ayrıdır. Bizim, İmam’ın huzuruna gitmemiz gerekir. Bizim, her halükarda İmamı heyy ve nazır görmemiz gerekir çünkü böyledir. Biz imamı görmeyebiliriz (ki görmüyoruz, ve böyle olmaya da devam edersek görmeyeceğiz.) İmam (a.s), her halükarda heyydir, hazırdır ve nazırdır. Bizim her halükarda eğer imkanımız varsa onlara mahsus olan mekanlara giderek huzurlarına çıkmamız gerekir ama eğer bu imkanımız yoksa her dem kendimizi uzaktan onların huzuruna yönlendirmemiz gerekir ve en azından günde birkaç defa da olsa özel olarak onların huzuruna çıkmamız gerekir ve bu bir emirdir! Eğer sen, bir Şia isen belli periyotlar içerisinde hem İmam’a (a.s) murakkib olacaksın ve hem de İmam’ın huzurunda olduğuna çok dikkat edeceksin.
Bileceksin ki: “Sen, İmam’ı görmesen dahi İmam (a.s) seni görüyor!”
Benim elde ettiğim verilere göre her Şia’nın günde en az 2-3 defa kendini İmamlara arz etmesi gerekir. En azından günde 5 defa, namaz vakitlerinde kendini İmam’a (a.s) arz edeceksin ve diyeceksin ki: “Ağam! Ben, emrindeyim. Ben, buyum. Ben, senin emrini almaya geldim.”
Elbette bunun da algılanması farklıdır ben bu yalın cümlelerle arz ediyorum ama siz içini doldurun çünkü herkesin İmam’ın (a.s) huzuruna varma şekli farklıdır.
3- İmam’ın huzuruna çıkabilmemiz için bizde olması gereken, bizim yapmamız gereken bir iş vardır; gitmemiz gereken bir yol vardır; bu yol:
“İmam’ı (a.s) ziyaret etmemiz gerekir.”
Huzura çıkmak ile ziyaret etmek ayrı bir şeydir. Hadislerde de buyurulmuştur ve ziyaretin adaplarından da birisi budur ki:
İmam’ın huzuruna özellikle de özel ziyaretlerde: Mesela Aşura ziyaretinde, Erbain ziyaretinde, Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın şehadetinde, Sıddeke-i Tahire Hz. Fatime-i Zehra (s.a)’nın şehadetinde, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şehadetinde v.b ziyaretlerde… Burada, bunlar özel ziyaretlerdir bu ziyaretlerde İmam’ın (a.s) huzuruna çıktığın zaman:
• Yeni elbiseler arama!
• Ziyaret guslü peşinde koşma!
• Kendini tozlu ve topraklı olarak İmam’ın (a.s) huzuruna yetiştir ve kendini arz et, ziyaretnameyi daha sonra oku.
Bizimle Erbain ziyaretine gelenler görüyorlar ki biz bunu orada yapıyoruz. Her ne halde olurlarsa olsunlar, biz öncelikle onları İmam’ın huzuruna götürmeye çalışıyoruz ve ziyaretnameyi daha sonra okuyoruz. (O günün şeraitine göre) eğer çok yorgun ve bitap iseler ziyaretnameyi bir gün sonra okuyoruz ama imkan varsa hemen orada okuyoruz. Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın vadisine girmenin yolu, İmam’ın (a.s) huzuruna çıkmaktır. İmam’ın (a.s) huzuruna çıkmanın yolu, ziyaret etmektir ve ziyaret edebilmenin de bir şartı vardır.
Görüyorsunuz değil mi nasıl birbirine zincirlidir?
Bu din, sahipsiz değildir! Bu din, kendi başına değildir!
Bu şart da az önce arz ettiğim gibi İmam’ı (a.s) hazır ve nazır görmektir ama İmam’ı hazır ve nazır görebilmenin de bir şartı vardır.
İmam’ın (a.s) hazır ve nazır olduğunu kalbine nasıl telkin edeceksin; nasıl ispat edeceksin?
-İmam’a (a.s), selam vererek.
Enteresan bir şeydir, sakın yabana atmayın! Sakın, “bizim, selamımızdır” demeyin! Sizlere, Kerbela da ki bir alim ile mutaalim arasındaki bir meseleyi anlatayım:
“Talebe derse sürekli geç geliyor ve üstadına: “Üstadım, derse biraz geç başlayalım, siz sabah namazından hemen sonra ders veriyorsunuz ve ben yetişemiyorum.” diyor. Bunun üzerine o alim bir kağıda bir şey yazıyor ve katlayıp talebesine veriyor, daha sonra talebesine buyuruyor ki: Al bunu cebine koy sabahleyin Fırat’ın kenarına gel eğer kayık varsa kayığa bin eğer kayık yoksa ayağını suyun üstüne koy ve gel.” Talebe Fırat’ın kenarına geliyor ve her zamanki gibi kayık yok; zaten kayık olsa kayığa binip gelecek ama yok. Bu talebe birkaç yıldır ağanın huzurunda ders okuyor ve ağa derslerini sürekli sabah namazından sonra veriyor. Talebe, Fırat’ın kenarına geldiği zaman her zamanki gibi kayığın olmadığını görüyor ve ayağını suyun üzerine koyup 1, 2, 3,4, 5.. adım atıyor ve İblis bu talebeye vesvese ediyor: “Bu kağıt ki ufacık bir kağıt o Alim sana nasıl bir tılsım yazdı? Kağıdı aç ve bak ne yazmış?” Alim, bu kağıdı talebesine verdiği vakit bu kağıdı açma demiş ama talebe iblisin vesvesesine kapılıyor ve sonunda kağıdı açıyor ve kağıtta yalnızca: “Bismillahirrahmanirrahim” yazıldığını görüyor. Talebe, kağıtta “Bismillahirrahmanirrahim” yazıldığını görünce bu, “Bismillahirrahmanirrahim” bizim “Bismillahirrahmanirrahim’dir” diyor. Bu bizim günde 1000 defa söylemiş olduğumuz “Bismillahirrahmanirrahim” zikridir, diyor ve kağıdı cebine koyuyor bir adım daha atıyor ki Fırat’ın suyuna gömülüyor. Bilahare gidemiyor. Gün Doğuyor, kayıklar geliyor bu kayıklardan birine biniyor. Gün ağrıyor ve derse girdiğinde sırılsıklam bir halde derse giriyor ve o Alim de dersi bitirip çıkarken, alim ile talebe kapıda karşılaştıkları zaman Alim buna diyor ki: “Bu, “Bismillahirrahmanirrahim” sizin “Bismillahirrahmanirrahim” değil!” Sizlerde bu selam, “bizim, selamımızdır” demeyin! Sizlerde bu selamı her gün oturunca kalkınca, birbirinizi görünce vermiş olduğunuz “selam” zannetmeyin! Eğer sizin selamınız bu derste açıklayacağım şartları taşıyorsa sizin selamınızda, bu selamdır ama bu şartları taşımıyorsa bu selam, sizin selamınız değildir! Selam vermek, esastır! İşlerimizi temizlik iksirine büründürecek şey selamdır.
O halde bu selam nedir?
Bizim selamın ne olduğunu bilmemiz gerekmektedir. İmam’a selam vermek ne demektir?
14 Masum (a.s)’a selam vermek ne demektir? Bu selam ne türev bir şeydir ki Allah’ın Enbiyası dahi onlara selam veriyorlar?
Biz de Enbiyaullah’a selam veriyoruz ama bu selam “14 Masum (a.s)’a verilen selam” ne tür bir selamdır ki, Allah’ın zatı akdesi (bizzat kendisi), Melekleri ve Enbiyası bizzat onlara selam veriyorlar?
Bu selamın içerisinde ne vardır?
Elbette Halig’in (yaratıcının) verdiği selam ile mahlukun verdiği selam farklıdır!
Allahu Tebareke ve Teala’nın, Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’e ve evlatlarına (13 Masum (a.s)’a) vermiş olduğu selam çok farklıdır.
14 Masum (a.s)’ın dışında bütün mahlukatın (hatta Enbiyaullah’ın ve Melaiketullah’ın) vermiş oldukları selam açıklayacağımız bu 4 kategoriye birden giriyor; tek tek değil dördüne birden girmektedir.
14 Masum (a.s)’a verilen selamın manası nedir?
1. Mana:
Selamın anlamlarından birincisi budur ki:
Selam, Allah’ın adıdır.
Selam, hayat demektir.
Heyyliğin içinde Allah’ın selamlığı vardır.
Allah muhyidir (diriltendir) ve muhyinin içinde selam vardır.
Yani Allah Tebareke ve Teala’nın Muhyi adı, Selam adıyla birlikte iş yapıyor.
Selamın, Allahu Tebareke ve Teala’nın katında olan bu manası (ki hayat vermek bu manalardan biridir ve) 14 Masum (a.s)’a vermiştir. Yani Selam’ın manası Allahu Tebareke ve Teala katında kulli manada ne ise 14 Masum (a.s)’a verilmiştir; İmam’a verilmiştir (ki heylik, hayat vermek bunlardan biridir.) Allah’ın yanında selamın manası ne ise Allah, 14 Masum (a.s)’a vermiştir ve o verdiğinin devamını dileme kalıbı içerisinde Allahu Tebareke ve Teala’ya diyoruz ki:
“Ya Rabbel Alemin! Bu selam ki “…” manaları kapsıyor ve sen bunu 14 Masum (a.s)’a vermişsin; bunu onlara devam ettir! Yani devam ettirme kalıbı içerisinde o Selam’ın hakikatine nail olmayı İmam’dan talep etmektir.”
Acayip bir şeydir İmam’da (a.s) vücut bulan selamın devamının İmam da olmasını Allahu Tebareke ve Teala’dan temenni etmek kalıbı içerisinde, bu hakikate hem teslim olmayı ve hem de bu hakikate nail olmayı Masum İmam’dan istemektir. İmam, hürmetine Allah’tan istemektir. İmam’ın (a.s) kendisinden istemek de Allah’tan istemektir.
2. Mana:
Bizim, 14 Masum (a.s)’a verdiğimiz selamın ya da “Allahumme selli ela Muhammed ve Â-li Muhammed” diyerek Ehlibeyt (a.s)’a gönderdiğimiz salavatın ikinci manası: “Teslim olmaktır. İmam’a teslim olmaktır.”
Selamın ikinci manası da Ehlibeyt (a.s)’a selam verince diyorsun ki:
“Ey Resul-i Kibriya ve Mutahhar Ehlibeyti! Ben, Allah’ı şahit tutarak size arz ediyorum ki: “Ben, sizin emirlerinizin tamamına teslimim ve yasaklarınızında tamamından uzak duracağımı size taahhüt ediyorum. Bu konuda benden bir ikilem görmeyeceksiniz.”
Burada soruyu size ben sormayayım; soruyu, herkes kendi kendisine sorsun:
“Acaba salavatlarımız bu şekilde midir?” Ben, bunları açıklamayacağım çünkü daha önce açıkladık ve Elhamdulillah sizler de mefhumunu biliyorsunuz.
3. Mana:
14 masum (a.s)’a gönderilen selam ve salavatın üçüncü manası:
Selam vermek, kalp hastalıklarından kurtulma ve tedavi etme yoluna gitmek demektir.
Bizlerin toplu olarak Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’e ve Ehlibeytine (a.s), bireysel olarak ise Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a (çünkü mevzumuz Aşura ve Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’dır) selam verme maksadımız:
“Müptela olduğumuz (özellikle de deruni) hastalıklardan mualice bulup, tedavi olup, İmamın eli ile kurtulmayı İmam’dan (a.s) dilememizdir.” Selam’ın üçüncü mefhumu da budur!
Masum’a selam vermek:
Allah’ın Selam adı Masum İmamda tecelli etmiştir ve de İmamda tecelli ettiği için müptelası olduğumuz derunî hastalıkların (ki bu hastalıklar Allah’ın emirlerinin bizim için o olması gerektiği derecede önemli olmaması gibi derunî hastalıklardır) şifasını İmamdan istemekteyiz. Bunu bilin ki veba ve kanser hastalığı gibi hastalıklar bu derunî hastalıklardan daha iyidir. Ben dünyadaki en tehlikeli hastalığın ne hastalığı olduğunu bilmiyorum ama dünyadaki en tehlikeli hastalık, Allahu Tebareke ve Teala’nın emirlerinin bizim için olması gerektiği derecede önemli olmaması hastalığından daha iyidir!
Deruni hastalık en basitinden nedir?
Masum İmam’ın (a.s) kişi için sıradan ve basit olmasıdır.
İmam’ın, emrinin kişi için o kadar önemli olmaması ama karısının, kocasının veya oğlunun isteğinin önemli olmasıdır veya tipinin, cildinin güzelliği’nin önemli olmasıdır; midesinin doluluk veya boşluk oranının, İmam’ın emrinden daha önemli olmasıdır. İmam’ın, emrinin rahatlıkla kenara itilebilmesidir. Bu hastalıktır ve bu hastalık tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Bu hastalığın tedavisinin yegane ilacı, bu hastalığın yegane tedavi merkezi, Ehlibeyt’tir; Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’dır!
Tedavisi: O Hazrete selam ve salavat göndermektir.
Bu hastalığı başka bir yol ile tedavi edebilmek mümkün değildir! Biz Ziyaret-i Aşura’ya bakıyoruz; ki bu ziyaretnameyi bizzat Allahu Tebareke ve Teala’nın zatı inşa etmiştir. Bakıyoruz: Allahu Tebareke ve Teala bu metni inşa edip biz kullarına gönderdiğinde Allahu Tebareke ve Teala Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a çeşitli tabirlerle, cümlelerle, şekillerle, selam göndermiştir.
Allahu Tebareke ve Teala, Ziyaret-i Aşura’da neden Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a farklı şekillerde selam vermiştir?
Mesela: “Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!”
Bir yerde ise buyuruluyor: “Esselamu aleyke Yebne Resulullah!”
Yada buyuruluyor: “Esselamu aleyke Yebne Emirelmüminin vebne Seyyid’il Vesiyyin!” (Hem Emirelmuminin’in oğlu ve hemde Seyyid’il Vesiyyin’in oğlu buyuruyor.) Bunun akabinde: “Esselamu aleyke Yebne Fatimete Seyyideti Nisa’il Alemin!”
Ve emsali zalik.. Bu şekilde selam veriyor. Neden bu şekilde selam veriyor?
Yani, Allahu Tebareke ve Teala sadece tek bir şekilde: “Esselamu aleyke Ya Hüseyin!” deseydi olmaz mıydı?
Ya da tek bir şekilde: “Esselamu aleyke Yebne Resulullah!” deseydi olmaz mıydı?
Ya da tek bir şekilde “Esselamu aleyke Yebne Zehra!” deseydi olmaz mıydı?
Allahu Tebareke ve Teala’nın, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı, muhtelif şekillerde selamlamasında bir felsefe ve bir hikmet vardır.
Yada Allahu Tebareke ve Teala yine buyuruyor: “Esselamu Aleyke Ya Sarellah vebne Sarihi vel vitrel mevtur!”
Her selamladığında mana ve mefhum değişiyor ve ihtişam da aynı oranda değişmektedir. Allahu Tebareke ve Teala’nın Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a vermiş olduğu selamların farklı olmasının bir tek hikmeti vardır. O da budur ki: Allahu Tebareke ve Teala her bir muhtelif selam ile Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a ayrı bir nimet nazil etmektedir ve her selamda aynı şeyin kastolunduğunu zannetmeyin! Her selamda tek bir şey kastedilmemektedir!
Allahu Tebareke ve Teala’nın, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a “Eba Ebdillah” demesi ile Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın vücudu mukaddesine bir nimet nazil oluyor ki o nimetin başka hiçbir şekilde inmesi mümkün değildir; o nimet ancak o isimle nazil olabilir.
“Esselamu aleyke Yebne Resulullah!” demesi ile bir nimet nazil oluyor ki alemde “Yebne Resulullah” tabiri dışında o nimeti indirebilecek başka hiçbir şey yoktur; o nimet, yalnızca “Yebne Resulullah” denilerek nazil olabilir.
Kezalik “Yebne Emirelmüminin vebne Seyyid’il Vesiyyin”, “Yebne Fatimete Seyyideti Nisa’il Alemin” ve “Ya Sarellahi vebne sarihi vel vitrel mevtur” tabirleri de bu şekildedir.
Başka hadislerde de buyrulmuştur, ki İmam’ın sözüdür ve İmam’ın sözü de Allah’ın sözüdür; buyuruluyor: “Eş Şehid ibnu’ş Şehid!” Bunların hepsi bu şekildedir ki bunların her biri İmam’a ayrı bir rahmeti nazil ediyor ve bizlere de (insanlara da) İmam’ı bu şekilde selamlayarak o nimete ulaşmamız emredilmiştir.
Bunu bilin ki! Allah, bizim gibi stokçu değildir! Bizim gibi değildir! Bizler stokçuyuz. Bizler 10 lira kazanıyoruz, 2-3 lirasını stok yapıyoruz. Bizler ilim öğreniyoruz; bir kısmını stok yapıyoruz, vermiyoruz, başkalarına öğretmiyoruz! Bizler selam vermeyi öğrenmişiz ama güzel bir şekilde selam vermeye acıyoruz; burnumuzun ucuyla: “Selamunaleykum” diyoruz; adam gibi selam versenize! Niye stokçuluk yapıyorsunuz! Bizler buyuz ama Allah’da stokçuluk yoktur! Allah stokçu değildir! Bunu bu şekilde söylememizin sebebi dikkatlerinizi çekmektir! Allah stokçu değildir! Allah o has nimetlerin tamamını Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a veriyor. (Ben, “bu nimetler nedir?” bilmiyorum! Ben ehli değilim İnşallah sizler ehilsinizdir. İnşallah sizler, Eba Ebdillah isminin sırrına ulaşmışsınızdır ve ulaştığınız zaman da Allah’ın orada ne nazil ettiğini görmüşsünüzdür.)
İnşallah sizler Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ile dedesi Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in ilişkisinin ne olduğunu biliyorsunuzdur ve size de orada o nimet için bir yol vermiştir ki o yola giriyorsunuzdur.
Ya da Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ile Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s) arasındaki baba-oğul ilişkisinin ne olduğuna ulaşmışsınızdır da size de o nimetten verilmiştir. Ama bunu bilin ki! Bu isimlerin her biri ile Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın mukaddes vücuduna (başka bir yere değil), Ehlibeyte, 14 Masum (a.s)’a bir nimet nazil olmaktadır ve bize de buna ulaşmak emredilmiştir!
Bu da selamın 3. manasıdır Peki selamın 4. manası nedir?
Çok enteresandır! Gerçekten de ben burada, bu sözlerin ne kadar müşterisi var bilmiyorum ama bilahare Yusuf’tur ki satışa çıkarılmıştır; kimin müşteri olup kimin müşteri olmadığı bizim umurumuzda bile değildir! Bizim umurumuzda olan şey: Burada bir Yusuf var ve satışa çıkarılmıştır; müşterisi de Allah’tır ve Allah da kullarını davet etmiş ve buyuruyor: “Gelin, benimle rekabet yapın! Ben tek başıma kendime alsam dahi size de ondan bir şeyler vereceğim!”
Selam’ın 4. Manası:
Selamın bir başka manası ise şu şekildedir:
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’e ve Ehlibeytine (a.s) verilen selam’ın 4. Manası:
Biz, “Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah El Huseyn!” dediğimizde bunun manası:
1- “Ey Allah’ın Hucceti! Ey Eba Ebdillah El Huseyn! Ey İmam! Benim öyle bir hayatım var ki; ben, öyle bir hayat yaşıyorum ki benim bu hayatımın içinde sizi zerre kadar dahi olsa tehdit edecek hiçbir unsur yoktur! Benim bu hayatımın içerisinde sizin emirlerinize ters düşen hiçbir şey yoktur! Benim bu hayatımda, sizin yasaklarınıza irtikab etmiş olduğum, mübtela olduğum zerre kadar bir şey yoktur!”
Böyle bir yiğit var mıdır?
“Esselamu aleyke” dediğimizde doğru konuşacağız!
2- “Hiçbir şekilde benden, size zarar gelmeyecektir!”
Ne benim vurdumduymazlığımdan, ne benim şehvetperestliğimden, ne benim dünyaperestliğimden ve nede egomdan, kibrimden, bencilliğimden, edepsizliğimden, hiçbir şeyimden hiçbir zaman size zerre kadar dahi olacak olsa zarar gelmeyecektir.”
“Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah El Huseyn’in” manası budur!”
3- “Şartlar ne olursa olsun ben asla ve kat’a sizin emirlerinizi terk etmeyeceğim!” Ehlibeyt (a.s)’ın emirlerini terk etmemek, herhalde bizim yaşadığımız bu hayatlar değildir değil mi‽ Ben bu bentte olan şıkları kendimize uyarlayabilirim ve uyarlayacakda olsam kimseye “kusura bakmayın’ demem; burada herkese bir zahmet kusura baksın! Kusurumuza bakmamız gerekiyor!
Hangimiz “Ya Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), benden sana hiçbir zarar gelmiyor/ gelmeyecektir!” diyebilir?
Burada Masum İmam’a (a.s) taahhüd edilmektedir; biz nasıl böyle bir iddiada bulunabiliriz?
Bizler baştan aşağı onlara zarar veriyoruz! Her gün belki de onlarca, yüzlerce defa (El Euzubillah) belki de bin tane ok bizden taraf Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a, Hz. Fatime-i Zehra (s.a)’ya gidiyor ve sonra adları gelince de: “Allahumme selli ela Muhammed ve Â-li Muhammed ve eccil ferecehum” diyoruz.
4- “Hiçbir konuda düşmanlarına benzemiyeceğim!”
Velev elbise giymemde, velev adım atmamda, velev konuşmamda, velev muamelemde, velev buğz etmemde, velev ki birisi küfür etmiştir ona haddini bildirmemde, velev ki birini kısas ederken tokat vurman gerektiğinde senin düşmanlarının vurduğu gibi vurmuyacağım, senin vurduğun gibi vuracağım. En küçük konudan en büyüğüne kadar, hiçbir konuda hiçbir surette senin düşmanlarına benzemiyeceğimi taahhüd ederim! Hiçbir zaman, hiçbir şekilde bir ân dahi olsa senin düşmanlarının yanında yer almayacağım! Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’e ve Ehlibeytine (a.s) verilen selamın ve gönderilen salavatın manası budur! Varlık aleminin tamamında tek bir selam vardır; tek bir hayat, tek bir bereket, tek bir meymenet, tek bir nur, tek bir hidayet, tek bir asayiş, tek bir huzur vardır ve bunlarında toplamının da adı saadet ve selamettir ki bunların tamamını toplayacak olursak “Selam’a” eşittir ve bu selamda HZ. HUSEYN B. ALİ B. EBU TALİB (A.S)’DIR!!!
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı bu makama çıkaran şey nedir?
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın bu makama çıkmasına sebep olan şey nedir?
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı Sırrullah eden şey nedir?
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı bu makama ulaştıran yegane şey:
Allahu Tebareke ve Teala’nın, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı Ziyaret-i Aşura’da ve diğer yerlerde bizzat kendisinin selamlamasıdır. Allahu Tebareke ve Teala bizzat kendisi buyuruyor ki:
“Esselamu aleyke Ya Huseyn!”
Allahu Tebareke ve Teala’nın bizzat kendisi Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a bu selamı verince Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) bu makama ulaşıyor.
Allahu Tebareke ve Teala bunu neden Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a veriyor?
-Aşura’dan dolayı veriyor.
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), Aşura’da bir iş yapıyor ve Allahu Tebareke ve Teala’nın bizzat kendisi Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a dönüp diyor ki:
“Selam olsun sana Ey Huseyn!” ve Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), selam’ın mutlak hali oluyor.
Allah’ın, Selam adı Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’da tecelli buluyor ve bu Selam, Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in şefaati oluyor!
Yani Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) Rahmeten lil Alemin oluyor.
Allahu Tebareke ve Teala’nın, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a selam vermesi, Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’i Rahmeten lil Alemin yapıyor!
Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a selam vermiştir ve buyurmuştur ki:
“Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!”
Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a neden “Eba Ebdillah” yani “Allah’ın kullarının babası” diyor?
Bazıları: “Hz. Eba Ebdillah El Huseyn oğlu olan Hz. Ali Esger (a.s)’ın lakaplarından biriside “Abdullah” idi ve bundan dolayıdır” diyorlar.
Evet, böyle bir rivayette vardır ama sebebi bu değildir. Çünkü İlahî konjonktüre baktığımız zaman:
“Allahu Tebareke ve Teala, İlahî konjonktürde Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a hiçbir eklenti yapmadan, direkt olarak hitap etmiştir. Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Hüseyin (a.s)’a özü ile hitap etmiştir. Allahu Tebareke ve Teala Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a lakabı ile, çocuğundan dolayı veya başka bir şeyden dolayı hitap etmiyor.”
Eimme-i Ethar (a.s)’ın hitaplarına baktığımız zaman Eimme-i Ethar (a.s)’da böyledirler: “Eimme-i Ethar (a.s)’da, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a yalın bir şekilde (özü ile) hitap etmişlerdir. Eimme-i Ethar (a.s)’da, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın özünü muhattap almışlardır.”
Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a neden “Eba Ebdillah” yani “Allah’ın kullarının babası” diyor?
1-) Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) buyuruyor:
“Ben ve Ali, bu ümmetin iki babasıyız.”
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in şefaat vesilesidir. Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a), bir ümmetin babası ise; Hz. Emirelmüminin Ali b. Ebu Talib (a.s) bir ümmetin babası ise; Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’da haliyle babasıdır! Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ümmetin babasıdır! Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) müslüman olanların babasıdır! Yoksa Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Hz. Aliyyel Murteza (a.s), Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s); Yahudi, Zerdüşt, münafık, murted, bir gün orada bir gün burada, burada salavat orada halay, orada laiklik burada Huseynî’lik yapanların babası değildir!
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), muvahhidin babasıdır!
2-) İnsanlarda doğum iki çeşittir; her insan iki şekilde doğar.
1- Fiziki Doğum:
Anne ve babaları bellidir ve bu anne ve babadan çocuklar meydana gelir.
2-Dinî ve Ruhî Doğum:
Ana doğum, esas doğum, temel doğum bu doğumdur çünkü eğer fiziki doğum esas doğum olsaydı: “Fiziki bedenlerimiz, eğer ahiret günü için hifz olunacaktı” ama Kur’an-i Kerim: “Şubbihe” buyuruyor; “Biz, bunun benzerini yaratacağız” buyuruyor. Yani “dünyadaki bedenin özü değildir”. Herkes ahirette haşr olunduğunda (hatta berzahta bile) ana doğum üzerine muammele görecektir.
Ana doğum: Dinî ve Ruhî doğumdur.
Her insan, ruh yapısı ve sahip olduğu din inancı ile doğar. Bu doğum, bu dünyada gerçekleşiyor. Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın şialarının (taraftarlarının), Eimme-i Ethar (a.s)’ın şialarının ruhlarını bu dünyadan önce, mana aleminde yaratmayı irade edecek olsaydı irade edemezdi! Çünkü bu, Allahın hilgetine ters idi. Allahu Tebareke ve Teala’nın, münafıkların ve küffarların ruhlarını çok ezelde de yaratmış olması mümkündür; Allahu Tebareke ve Teala’nın o keferetu’ul fecereler’in ruhunu çok önceden yaratmış olması mümkündür, ki bunu hiç kimse reddedemez çünkü hiç kimsenin elinde ilmî bir delil yoktur; birilerinin aklına ters gelebilir ama reddedemez çünkü elinde delil yoktur ama Allahu Tebareke ve Teala Şia’nın din ruhunu, Nebiyyi Kibriya’nın (s.a.a) ruhunu ve Aliyyel Murtaza’nın Vilayetini yaratmadan yaratmış olması mümkün değildir! Çünkü Şiaların ruhunun Onların Velayeti’nin gölgesi altında yaratılması gerekmektedir! Din ve ruh doğumları gerçekleşen şiaların ve muvahhidlerin hiçbirinin din ve ruh doğumu, Hz. Nebiyyi Kibriya ve Aliyyel Murteza’nın nurunun yaratılışından önce gerçekleşmemiştir.
İnsan, ya din ve ruh doğumu ile doğmuştur yada doğmamıştır; bir adamın dini varsa ruhu vardır; ruhu varsa dini vardır; bir adamın dini yoksa ruhu olamaz; bir adamın ruhu vardır ama dini yoktur gibi bir şey mümkün değildir! Kanunlara, ilkelere, Felsefeye ve hikmete aykırıdır!
Bir insan, dini ve ruhu ile mutevellid olacaksa Hz. Nebiyyi Kibriya ve Hz. Aliyyel Murteza’nın Velayeti altında dünyaya gelmesi gerekmektedir ve bunların hiçbirisi de Hz. Nebiyyi Kibriya’nın ve Hz. Aliyyel Murteza’nın mukaddes ruhları yaratılmadan önce dünyaya gelmemişlerdir; onların gölgesi altında dünyaya gelmişlerdir.
Neden böyledir? Bunun gerekçesi nedir? Çünkü eğer Hz. Nebiyyi Kibriya ve Aliyyel Murteza’nın Velayeti’nin gölgesi altında doğmayacak olurlarsa insan şeklindeki o mahlukta insanlık olmaz!
İnsanlık: Bu dünyada kullanılan (sövdüğünüz, tükürdüğünüz, hakaret ettiğiniz, tokatladığınız) insanlık değildir!
İnsanlık: Seni Allah’tan başka hiçbir şeyin önünde eğmeyen şeyin adıdır. İnsan, budur. Başkasının önünde eğilen kimse insan değildir; Allahu Tebareke ve Teala, ona “Hayvan” diyor.
Bir insan, Nebiyyi Kibriya ve Aliyyel Murteza’nın Velayeti’nin gölgesinin altında doğmayacak olursa o kişide insanlık doğmaz; o kimse insan şeklinde bir mahluktur ama onda insanlık denen bir şey yoktur! Bunların misalini altın görünümlü bir bardak olarak hayal edin, altın görünümlüdür ancak altın ile hiçbir alakası yoktur.
Bu kişiler, Aşura’nın evladlarıdırlar; bu kişiler Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşura Vadisi’nin içerisine giren kişilerdir. Hz. Nebiyyi Kibriya ve Aliyyel Murteza’nın Velayeti’nin gölgesinin altında doğanlar, Aşura’nın Vadisine girerler; bahane aramazlar; bu kişiler hesap-kitap ehli değillerdir; bunlar murakabe peşinde değillerdir; bunlar, üzerilerine vazife olmayan yarını düşünmezler; bunlar vazife adamıdırlar! Bunlarda, insanlık vardır! Huseyn (a.s), insandır; Huseyn’i (a.s) ancak insan tefekkür eder; Huseyn’in (a.s) emirlerine, insan olanlar uyar! Sizler, “Kerbela’daki kahramanlardan herhangi birini düşünün”; ve bir de, “bu dünyada yaşayan başka adamların kahramanlarını düşünün” ve bakın bunların hangisi 4 ayaklı vampirlere, hayvanlara daha çok benziyorlar: Birisi hiç benzemiyor!
O, 72 kişinin hangisi yeme içme peşindeydi?
Hangisi çocuğunu düşünüyordu?
Hangisi yarınını düşünüyordu?
Hangisinde lezzet diye bir şey vardı?
Hangisinin uyku gibi bir derdi vardı?
Hangisinin ölmeme gibi bir derdi vardı?
Hangisinin gam gibi bir derdi vardı?
Hangisinin tatile gitme gibi bir derdi vardı?
Hangisinin zevk ve sefa peşinde olmak gibi bir derdi vardı?
İşin garibi de budur ki: O genç yaşta olan bir kaç şehid hariç hepsinin (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) ortak noktası budur ki: “Hepsinin en az 3-5 tane çocuğu vardı.” Ama bir de öbür tarafa bakalım ve günümüze endeksliyelim.
Kimde vampirlik vardır?
Hangisi vampirdir?
Hangisi bir lokma ekmek için yalan konuşuyor?
Hangisi bedenini bir gece daha şok dinlendirebilmek için Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın, Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in emrini, kafasına göre yorumlama cesaretine, cüretine girip toplumdaki sözde konumunu zedelememeye çalışıyor?
Eğer kişi Velayetin gölgesi altında doğmayacak olur ise Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in ve Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın velayetinin gölgesinin altında doğmayacak olursa, insanlıktan beri olur. Şekli ve şemali, insan şekli ve şemali olur ama insanlıktan beridir! Onu insan edecek o iksirden mahrumdur! Bedeni vardır ama ruhu yoktur! Ölülere bakacak olursanız elleri, gözleri, kulakları, ayakları, bacakları, her şeyleri vardır ama ruhları yoktur ve onların bedenlerinin varoluşu hiçbir şeye değmiyor! Bu ölüler, ruhu olmadan nasıl kokuyorsa, ruhsuz insanlarda (insanlıktan mahrum olan kişiler de): O kadar zararlıdırlar, kokuyorlardır ve ortalığı zehirliyorlardır. Ölü (meyyit) guslü suyuna el vurmak çok tehlikelidir. Bu sebepten dolayıdır ki: Meyyite tenha yerlerde gusül verilmesi emredilmiştir. Ölünün bedeni zahiri manada dahi ortalığa o kadar büyük bir mikrop saçıyor ki o mikrop insanı rahatlıkla öldürebiliyor ama öbür taraftan bakacak olursak murdar olmuş olan bir leşi yiyecek olursanız o boyutta bir zehirlenme yaşanmıyor; zehirleniliyor ama o boyutta değildir! Eğer Velayetin gölgesinin altında doğmak mümkün olmasaydı yeryüzündeki hiçbir kimse insan olamazdı! Ya insan şeklinde bir hayvan olurlardı ya da hayvandan daha alçak bir mahluk olurlardı. Zaten Kur’an-i Kerim’deki şu ayette bu konu hakkında nazil olmuştur ki Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor: (Biz, bu ayeti zahiri olarak her konuda kullanabiliyoruz ama bu ayetin sırrı budur!)
Ulaike kel’en’ami bel hum edellu:
“Onlar hayvanlar gibidir hayvanlardan daha alçaktırlar!”
Araf Suresi 179. Ayet
Bu ayet bu konuda nazil olmuştur!
Allahu Tebareke ve Teala buyuruyor ki:
Nebiyyi Kibriya ve Aliyyel Murteza’nın (a.s) velayetinin altında doğmayan kişi; eğer Nebiyyi Kibriya (s.a.a) ve Aliyyel Murteza’nın (a.s) velayeti olmasaydı: Doğacak kişiler ya hayvan olurlardı ya da hayvandan daha da alçak kişiler olurlardı!
Yani:
• İnsan olabilmek için,
• Müslüman olabilmek için,
• İslam dinine girip kul olabilmek için,
• İbadet ve itaat edebilmen için, kesinlikle Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) ve Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın velayetinin gölgesinin altında doğman gerekir ki, Dinî ve Ruhî doğum size nasip olsun. Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), Allah’ın kullarının tamamının babasıdır çünkü bunu doğuran kişi Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’dır.
İnsanı bu şekilde vilayetin gölgesinin altında doğuran şey, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşurası’dır ve bu sebepten dolayıdır ki Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) “Eba Ebdillah’tır” ve Allahu Tebareke ve Teala’da bu sebepten dolayı Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a: “Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!” buyurmuştur.
Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!
Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!
Esselamu aleyke Ya Eba Ebdillah!
Ve elel ervahilleti hellet bi finaik aleyke minni selamullahi ebeden ma begitu ve begiyel leylu ven nehar.
Esselamu elel Huseyn!
Ve ela Ali b. Huseyn!
Ve ela evladil Huseyn!
Ve ela eshabil Huseyn!
Ellezine bezelu muhecehum dunel Huseyn Aleyhisselam!