İçindekiler
Aşura ve İmam Hüseyin konulu 1. dersimiz:
Allahu Tebareke ve Tealaya hamd ve senalar ediyoruz ki bizlere dergahında/katında hidayetin yegane sembolü olan Aşura vakasının sene-i devriyesini idrak etmeyi inayet etti.
Allah Tebareke ve Teala, eğer bizleri aşura ile Muharrem ile aşina etmeyecek olsaydı; eğer bizim elimizden tutup, önümüzdeki engelleri kaldırıp Aşuraya ve Aşuranın kahramanı Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a gitmeyi inayet buyurmayacak olsaydı (yalnızca biz değil) alemdeki hiçbir kimse hidayetin yolunu bulamazdı.
Allahu Tebareke ve Teala, bizim bu kadar taksir ve kusurumuza rağmen bu vadiye giden yolu bizim önümüze koyduğu için ve bizim bu kadar taksir ve kusurumuza rağmen bizi Aşuranın vadisine yönlendirdiği için Allahu Tebareke ve Teâlâ’ya sonsuz hamd ve senalar ediyoruz.
Aşura vadisi (sadece bu dünyada değil) varlık aleminin içerisinde emsali olmayan yegane kurtuluş vadisidir.
Eğer bizim önümüze bir takım kurtuluş yolları (ibadet, dua, zikir v.b) koyulmuşsa bunların da kurtuluş vesilesi ve kurtuluş yolu olmuş olmalarının hikmeti Aşuranın nesimine mazhar olmuş olmalarından dolayıdır.
Eğer aşura olmayacak olsaydı hiçbir kimse “Allah” dahi diyemeyecekti.
Bizler bunu kabul etsek de etmesek de hakikat bu şekildedir.
Allahu Tebareke ve Teala bizim bu kadar taksir ve kusurumuza rağmen bizi, Aşuranın vadisine giden yola (Muharrem’in ilk 10 gününe) hidayet etmişse Hz. Nebiyyi Kibriya’nın hürmetine hidayet etmiştir.
Bu 10 gün çok azim günlerdir. Bu 10 gün emsali olmayan günlerdir.
Büyük alimlerimiz derler ki: “Biz Muharrem ayının hilalini diğer hilallerden daha çok önemsiyoruz.”
Allahu Tebareke ve Teala bizleri Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in hürmetine buraya hidayet etmiştir. Eğer Allah, bizi bu 10 güne hidayet etmemiş olsaydı bizim hiçbir şeyimiz yoktu; hatta bizim bu kuru, soyut ve manasız ibadetlerimiz dahi olmayacaktı.
Bizler bu zikirleri ve sözleri ki diyoruz, bunların dahi hiçbirine sahip olamayacaktık.
Her şeyden önce huzurlarınıza arz ediyorum:
Aşura matemi geleneksel bir matem metodu değildir!
Aşura öyle bir cereyan, öyle bir hadise ve öyle bir vakadır ki indellah da:
1- Musibet olduğu kadar rahmettir.
2- Rahmet olduğu kadar da azim musibettir.
3- Aşura hem musibetiyle kurtarıcıdır hem de rahmetiyle kurtarıcıdır.
4- Ne bu musibetten uzak olan kişi kurtulabilir! Ne de bu rahmetin nesiminde olmayan kişi kurtulabilir!
Bu kurtuluş hem dünyevi kurtuluştur ki o kadar da ehemmiyeti yoktur; hem de uhrevi kurtuluştur ki ahirete inanan kişiler için çok önemli bir meseledir.
Ne yaparsanız yapın ama aşurayı önemsiz ve hikmetsiz görmeyin/değerlendirmeyin.
Aşura matemini sıradan bir müstehap amel olarak görmeyin.
Ben bu işin içine o kadar ki girdim ve girdiğim kadarıyla da gördüm ki:
AŞURA EVCEBUL VACİBATTANDIR!
Eğer aşura farizesinin hakkı, eda edilmeyecek olursa Allahu Tebareke ve Teala’nın koymuş olduğu hiçbir farzın ve emretmiş olduğu hiçbir emrin hakkını eda edebilmek mümkün değildir.
Ben Muharrem’in ilk 10 günü için diyebilirim:
Bu İlk 10 gün fırsatların en basit ve en çok açıldığı günlerdir.
Bu 10 günden istifade edin.
Eğer bir ömür boyunca Kadir Gecesini hakkı ile idrak edebilecek olursak ancak bu 10 günde kat edebileceğimiz kadar yol kat edebiliriz.
Eğer Allahu Tebareke ve Teala sonsuz rahmetini, Kadir Gecesi’nde Nebiyyi Kibriyanın eliyle bütün alemlere veriyorsa aşuranın hürmetine veriyordur.
Yani Kadir Gecesi’ni Kadir Gecesi yapan şey aşuradır.
Kadir gecesini Kadir Gecesi yapan şey Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşura kıyamı ve mücadelesidir.
Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) mübarek bir hadislerinde buyuruyorlar:
“Allahu Tebareke ve Teala, sizin hayatınızın içerisinde belli dönemlerde belli fırsatları sizin önünüze çıkarır; o fırsatlardan kaçmayın! Kendinizi o fırsatların nesimine teslim edin!”
Ben o kadar ki biliyorum bu nesim Muharrem’in ilk 10 günüdür.
Hz. Nebiyyi Kibriya bu hadis-i şerifi “nefehatun” tabiri ile beyan buyuruyorlar.
Nefehatun: Bazen, çok nadiren
Sizin önünüze, Allah tarafından bazen, çok nadiren fırsatlar koyulur; bu fırsatlardan uzak durmayın; bu fırsatlardan kaçmayın.
Arzu ve isteklerinizin peşine takılarak kendinizi bu fırsatlardan soyutlamayın. Kendinizi ona teslim edin!
Ben o kadar ki gördüm ve o kadar ki anladım; bu fırsatlar Muharrem ayının ilk 10 gününün fırsatlarıdır.
Böyle bir ayın ve böyle günlerin içindeyiz ve bu sebepten dolayı Allahu Tebareke ve Teala’ya ne kadar hamd ve şükür etsek azdır çünkü biz Allah’ın meclisinde oturmuşuz.
Aşura’nın sahibi Allah’tır!
Aşura’nın kahramanının sahibi Allah’tır!
Aşura meclisleri, Allahın meclisleridir!
Allahu Tebareke ve Teala Enbiyasını, Evsiyasını ve Meleklerini bu meclislere gönderiyor.
Hz. Sahib’ez-Zaman (a.s-a.f) buyuruyorlar:
“Her nerede bizim ceddimiz Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a bir meclis olacak olursa biz oraya uğrarız (başvururuz)”
Eimme-i Ethar (a.s)’dan da duymuşuz:
“Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Hz. Aliyyel Murteza (a.s), Hz. Fatime-i Zehra (s.a) ve Hz. Huccet b. Hasan El Askerî (a.s) bu meclislere başvuruyorlar.”
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Allah’a ait olmayan bir meclise başvurmaz!
Masum İmamlar, Allah’a ait olmayan bir meclise başvurmazlar, uğramazlar!
Diğer İmamlarımız da bu şekildedir; eğer dedenin (Hz. Nebiyyi Kibriya’nın), annenin (Hz. Fatime-i Zehra’nın), babanın (Hz. Emirelmüminin İmam Ali (a.s)’ın) ve Hz. Huccet b. Hesen El Esgeri (a.s)’ın adı zikir olunmuşsa diğer İmamlarımızda haliyle başvuruyorlar.
Hz. İmam Rıza (a.s) kesinlikle başvuruyor.
Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) kesinlikle başvuruyor.
Hz. Kamerî Beni Haşim Ebelfezl Abbas (a.s) kesinlikle başvuruyor.
Eğer baba var ise kesinlikle evlat da vardır.
Bizler böyle bir ayın ve günlerin içerisindeyiz. Bizler böyle bir vakaya şehadet ediyoruz.
Allahu Tebareke ve Teala bizlerin önünü açtı ve “Gelin ve görün” buyurdular.
Dersimize böyle bir ön mukaddime ile başladım çünkü bunlardan haberdar olun istedim.
Bu konular çok ağır konulardır ama bu konular, aynı zamanda da bizim bilmemiz gereken konulardır.
Bu konular bizim için olmazsa olmazdır.
Dersimize böyle bir ön mukaddime ile başlamamın sebebi:
Hem fikirlerinizi amade etmek hem de kalplerinizi bu işin ehemmiyetine doğru yönlendirmek istediğim içindir.
Bu konu çok ağır ve irfani bir konudur ama aynı zamanda da bizlerin bilmesi gereken bir konudur.
Biz bu konuları bilmezsek bizim hiçbir şeyimiz yoktur.
Bu konuyu (İnşallah) hafif bir seviyede ve basit bir şekilde huzurlarınıza arz edeceğiz.
Geçen yıl Muharrem derslerinde işlediğimiz derslerde de Allahu Tebareke ve Teala gerçekten bize inayet etti ve biz 11 dersten oluşan bir Ehlibeyt doktrini ortaya koyduk ve sayfamızda da yayınladık.
İnşallah o dersleri okumuşsunuzdur çünkü geçen yıl yayınlamış olduğumuz dersler doktrindir; o dersleri yabana atmayın eğer yabana atarsanız helak olursunuz!
O dersler kıssa değildir ve unutmaya hakkınız yoktur.
Bu dersler birer müstehap amel değildir ki bir kenara bırakabilesiniz.
Eğer geçen yılki dersleri okuduysanız ve tekrar ettiyseniz bu derslerin geçen yılki derslerle bağlantılı olduğunu ve bu derslerin geçen yılki derslerin hikmeti olduğunu göreceksiniz.
Bu yılki dersimiz dersimizin ana meselesi:
1- BİZİM AŞURADAN ALMAMIZ GEREKEN VAZİFE NEDİR?
2- BİZİM AŞURAYA KARŞI YAKLAŞIM TARZIMIZ NASIL OLMALIDIR?
Biz geçen yılki derslerimizde ağırlıklı olarak doktrin dedik. Allahu Tebareke ve Teala geçen yıl bize, bizim anlayabileceğimiz dil ile aşuranın sırlarını nasip etti; bizler, aşura hakkında kullanılabilecek son kelimeler ve cümleler o kelimeler ve cümlelerdir diyemeyiz!
Bizim kapasitemiz o kadardı ve biz de o kadarını kullanabildik. Eğer akıllı olacak olursanız bu derslerden almanız gereken dersleri fevkalade şekilde alacaksınız ve bu sizin üzerinize farzdır!
Hatta ben diyebilirim ki: Bu farz sizin için namazdan daha önce farzdır. (Elbette bunun manası namaz kılmamanız değildir!)
Bu farz sizin için ibadetten de önce farzdır. (Elbette bunun da manası ibadet etmeyeceksiniz demek değildir!)
Aşura vakıası öyle bir vakıadır ki Allah Tebareke ve Teala’nın varlık alemini var ettiği günden yok edeceği güne kadar vücuda gelmiş olan yegane istisna bir vakıadır.
Allahu Tebareke ve Teala’nın İlahlığının altında, bu alemlerinin yaratmasının ve azametinin içerisinde; Allah’ın yanında, Allah’ın nezdinde ve Allah’ın iradesinin içinde Aşura gibi bir olay daha yoktur!
Aşura tektir, benzersizdir, emsalsizdir ve kıyamete kadar da emsalsiz olacaktır!
Sadece bu dünyayı düşünün, öteki alemleri düşünmeyin!
Melekut aleminde nelerin cereyan ettiğini, ne musibetlerin yaşandığını düşünmeye çalışacak olursak biz bunları tasavvur edemeyiz!
Enbiyaullah’tan herhangi birinin başına herhangi bir musibet geldiği zaman Arşullah da nelerin olduğunu; kürsüde nelerin olduğunu; lehv’de nelerin olduğunu; kalemde nelerin olduğunu düşünmeye çalışacak olursak biz bunları tasavvur edemeyiz!
Melekut aleminde neler olduğunu, onların nasıl halden hale girdiklerini biz tasavvur edemeyiz!
Melaiketül Mukarrebin’in nasıl halden hale girdiklerini biz tasavvur edemeyiz!
Biz bunları tasavvur edemiyoruz ve edemeyiz de!
Bizler ancak bir takım şeyleri hadislerin ucundan hissedebiliyoruz.
Hadislerin çok gizli noktalarına, içine serpiştirmişlerdir ve bizler de sadece şunu hissedebiliyoruz:
“Diğer alemlerde çok daha büyük şeyler oluyor.”
Alemlerde olmuş olaylardan tutun, yeryüzüne gelmiş olan 124.000 Peygamberin, sayısız şekilde yüzbinlerce evsiyanın çekmiş oldukları sorun ve sıkıntıların, yapmış oldukları hareket, kıyam ve mücadelelerin, Allah’a yapılan ibadet ve itaatlerin tamamını düşünün ve üst üste koyun, hepsi Aşura’nın zerresi dahi etmiyor!
Aşura’nın azameti, Allahu Tebareke ve Teala’nın katında budur.
Bu kelimeleri daha önce bu şekilde duyup duymadığınızı bilmiyorum ama bu cümleler Aşura’nın çok azim hikmetleridir ki bizler bunları ancak çok yalın kelimeler ile ifade edebiliyoruz; biz kelimeleri hakkı ile kullanamıyoruz.
AŞURA:
1- Azim ve emsalsiz olan Aşura olayı, öyle bir olaydır ki Allah’ın nezdinde böyle bir olay daha yoktur ve tektir! Yalnızca bir defa vuku bulmuştur.
2- Aşura olayı bütün alemlere şekil vermiştir.
Tekvini ve teşrii kanunların koyulmasından tutun, melaikenin ve diğer mahlukatın yaptığı ve yapacağı işlere kadar; mahlukatın tamamı hakkında verilen kararlardan tutun, onlara verilecek olanlara ve onlardan alınacaklara kadar ve kıyamı kıyamete kadar Ademoğullarına verileceklerin tamamını; yerin altındaki böcekten tutun göğün 7. katındaki toz taneciğinin mukadderatına kadar alemdeki herşeyi etkileyen yegane olay, Aşura olayıdır.
Allah katında aşura gibi bir olay daha yoktur!
Allah katında Aşura’dan başka alemlerin tamamını etkisi altına alan başka bir olay daha yoktur.
Kısacası Aşura Vakası öyle bir vakadır ki:
“Varlık aleminin var edildiği günden son bulacağı güne kadar:
1- Vuku bulabilecek yegane olaydır.
2- Varlık alemini etkisi altına alan yegane olaydır.
Aşura olayı:
1-Varlık bakımından emsalsizdir.
2-Etki bakımından emsalsizdir.
Alemde Aşura’nın etkisi altında kalmayan hiçbir olay cereyan etmemiştir. Alemde vücuda gelen ne var ise aşuradan dolayı meydana gelmiştir. Kâfir olanların tamamı aşuradan dolayı kafir olmuştur; mümin olanların tamamı aşuradan dolayı mümin olmuşlardır. Aşura’dan bağımsız bir şekilde şegiy olan (bedbaht olan) veya saadetmend olan (saadete ulaşan) hiçbir mahluk yoktur. Aşura vakası, bütün alemleri (yer, gök, melekut, insanlar, cinler, nebatat ve hayvanat alemi için, kısacası bütün canlıları) etkisi altına almış ve alemlerin seyrini değiştirmiştir.
Aşura vakası böyle bir vakadır!
Aşura budur!
O halde biz Aşura’nın neresindeyiz?
Bizler nasıl kurtuluş temenni edeceğiz?
Bizler Aşura’nın hakkaniyetini bir zerre dahi olsa en basit cümleler ile en basit malzeme ile tarif etmeye çalışıyoruz. Bizim elimizdeki en basit malzemeler bu cümlelerdir. Bizim elimizde başka bir malzeme yoktur; olmadığı için de bu kadar tarif edebiliyoruz. Zaten başka bir tarifi de yoktur çünkü biz Aşurayı dünyevi kelimeler ile tarif edemeyiz.
Herkesin kendisine sorması gereken soru:
Biz Aşura’nın neresindeyiz?
Acaba bizler bugüne kadar Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın kıyamına (Aşurasına) bu şekilde yaklaştık mı?
Eimme-i Ethar (a.s) buyurmuşlardır:
“Yer, gök kan ağladı!”
Bu hadisi anlamıyorsunuz, belkide hiçbirinize inandırıcı dahi gelmiyor ama Masum İmam’ın beyanı olduğu için susuyor ve sessiz kalıyorsunuz.
Niye, kan ağlıyor? Hiç düşündünüz mü?
Bizler neden ağlamıyoruz? Kan ağlamayı bırakın gözyaşı dahi dökmüyoruz!
Hz. İmam Hüseyin (a.s), aşurası ile alemi ne kadar etkisi altına almıştır?
Alemin, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasının vücudu ile nasıl var olduğunu görüyor musunuz?
Alem, varlığını Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasının vücudu ile korumuştur/korumaktadır/koruyacaktır!
Hz. Eba Ebdillah El Hüseyin (a.s)’ın aşurası budur!
1- Aşura’ya bu mananın altında yaklaşan bir kimse;
2-Bu mananın altında olacak şekilde Aşura’ya karşı vazifesini yapmaya çalışan bir kimse;
AŞURAYA İHANET ETMİŞTİR!!!
Aşuraya ihanet edenlerin de erbabı:
1- Gaypta: İblistir.
2- Yerde ise: Ebu lehep’tir, Ebu Cehil’dir, Ebu Süfyan’dır, Muaviyedir, Yezit’tir, Şimir’dir, İbn-i Ziyat’tır…..
Ben bunu hiç kimseyi yermek için söylemiyorum. Ben bu konunun ehemmiyetini size belirtmek istiyorum. Bu konu bu kadar ehemmiyetlidir.
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşura’sı budur.
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), bütün varlık aleminin tek rahmet (feyz) kaynağıdır. Alemde, Hz. Resul-i Kibriya’nın (s.a.a) dışında alemlerin tamamına rahmet verebilecek hiçbir kimse yoktur.
1- Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın kıyamına (aşurasına) bakın!
2- Hz. Resul-i Kibriya’nın mukaddes vücuduna, makamına bakın!
Allahu Tebareke ve Teala haligi rahmet’tir (rahmeti,feyzi yaratandır) ve rahmetini alemlere ulaştırabilmek için Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in vücudu dışında kullandığı hiçbir vücud, yol ve vesile yoktur! Sadece dünyayı düşünmeyin! Bu bütün alemler için geçerlidir. Bu, yerdeki Enbiyaullah için de geçerlidir; gökteki melaiketullah için de geçerlidir. Bu bütün mahlukat için geçerlidir. Rahmete nail olan herkes Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in mukaddes vücudu ile rahmete nail olmuştur. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) rahmetin, feyzin ve bereketin yegane kaynağıdır. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’den başka bir kaynak yoktur ve olamaz da! Varlık aleminin neresinde olursa olsun; nasıl olursa olsun; Enbiyaullah da dahil olmak üzere, (Masivallah’ın) Allah’ın dışında kim olursa olsun, hangi makam ve konumda olursa olsun, hangi kapasitede olursa olsun, eğer ki varlık aleminin içerisinde birisine bir şey verilmişse (bir rahmet, bir saadet, bir feyz veya bir bereket verilmişse)
1- Hz. Resul-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in mukaddes vücudunun bereketi hürmetine verilmiştir.
2-Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in mukaddes eliyle verilmiştir.
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), şefaat etmezse alemdeki hiç kimseye rahmet verilmez. Masivallah, herkes buna dahildir. Bir kişiye feyz verilecekse o kişiye Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaat etmesi gerekir. Bu rahmet Allah’ındır ama Allah, sahip olduğu bu rahmeti yalnızca Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in eli ve şefaati ile veriyor. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) öyle bir azamete sahiptir ki eğer aleme şefaat etmeyecek olursa hiç kimseye feyz ve bereket verilmiyor.
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in bu şefaati nedir? Bu şefaat nasıl bir isimdir? Bu şefaat Esmaullah’ta nasıl bir isimdir? Bu şefaat Sıfatullah’ta nasıl bir sıfattır, hangi sıfattır? Ya da bu şefaat nasıl bir boyuttur ki Allahu Tebareke ve Teala Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’de bu boyutu karar kılmıştır ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’de bu boyutu ile böyle bir güce, böyle bir azamete ulaşmış ve alemlere şefaat ediyordur? Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatinin tek bir vesilesi vardır; bu vesile nedir?
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’i bu azamete getiren tek bir şey vardır:
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in özü olan ama İlahi irade gereği Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’den ayrılıp Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in cüz’i olan Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşurası’dır.
Eğer Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşurası, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e verilmeyecek olsaydı ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) Aşura’nın sahibi olmayacak olsaydı Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) Rahmeten lil Alemin olamazdı! Bu kanundur!
Aşura, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatinin vesilesidir. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Aşura ile şefaat ediyor. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Aşura ile rahmet ediyor. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), kime ne feyzi ihsan buyurmuşsa Aşura ile ihsan buyurmuştur. Aşura meselesi, böyle bir meseledir! Aşura sıradan bir vakıa değildir! Aşura olmazsa, rahmet olmaz; rahmet olmazsa hayat olmaz! Hatta Aşura olmasaydı Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) olmazdı. Aşura olmasaydı, Allah’ın iradesi başka bir şekilde tecelli eder ve alem bu şekilde yaratılmazdı. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), İlahi doktrinde, İlahi takdiratta aşura var olduğu için yaratıldı.
“Sen olmasaydın, sen olmasaydın ben alemi yaratmazdım!” Hadis-i kudsisi’nin sırrı budur.
Bunlar öyle bir giriftir ki bunlar öyle bir şekilde iç içe girmiştir ki:
“Ne Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ı Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’den ayırabilirsiniz ne de Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’i Hz. İmam Hüseyin (a.s)’dan ayırabilirsiniz!”
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Aşura ile şefaat ediyor. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Aşura ile lütfediyor. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurası ile ihsanda bulunuyor. Allahu Tebareke ve Teâlâ, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’e Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi bir hakikati verdi ve Nebiyyi Kibriya (s.a.a) Rahmeten lil Alemin oldu çünkü İmam Hüseyin’in (a.s)’ın Aşurası vardı.
Rahmeten Lil Alemin olmak ne demek?
Rahmeten lil Alemin olmak, hayat kaynağı olmak demektir. Rahmet olmazsa hayat yoktur.
Eğer mukadderat-ı İlahi bu şekilde olmasaydı alemler bu şekilde yaratılmazdı. Allahu Tebareke ve Teala alemlerin vücudunun bu şekilde olmasını irade etmiştir:
“7 kat yer, 7 kat Gök, Arşullah, İndallah, Melaiketullah, secde melekleri, rüku melekleri…”
Düşünün! Yalnızca bir buğday tanesine onlarca yüzlerce melek müvekkil ise; bir ağacın yalnızca bir tane yeşil yaprağını muhafaza etmek için 20, 30, 40 tane melek görevliyse… Düşünün, alemde bu kadar çok melek var; alemde akla, rakama, sayıya girmeyecek derecede mahluk var ve bu mahlukatın tamamı da bir şekilde çekilip çevriliyor; bu mahlukların tamamı idare ediliyor ve bu mahlukatın tamamı rahmet ile idare ediliyorlar.
Eğer rahmet olmazsa mahlukatın hiçbiri hayat bulamaz. Rahmet yani hayat sahibi olmak. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in rahmeti olmazsa hayat olmaz ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in rahmeti Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşurasıdır. Yani Aşura olması hayat olmaz! Hangi gerekçe ile aşurayı zora düştüğümüz/dara düştüğümüz güne bırakmışız? Hangi gerekçeyle bırakabiliriz?
Benim tabirimle İmam Hüseyin’e 50 dolar nezir ver, bir çocuk al; İmam Hüseyin’e 100 dolar nezir ver, bir ev al; 200 dolar nezir ver, başka bir şey al…
Eğer sizlerde böyleyseniz bunu bilin ki! Sizlerin Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a yapmış olduğu bu zulümler Yezid’in zulmünün kat ve kat fazlasıdır. Siz bu tutum ve davranışlarınız ile Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın ubuhetine ve azametine dost görünüp de ihanet ediyorsunuz ama Yezid ise Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın kişiliğini/zatını/vücud-u mukaddesini ortadan kaldırmaya çalışıyordu.
Yezid, yalnızca İmam Hüseyin (a.s)’ın fiziğine darbe vurabildi; Yezid, İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamına darbe vuramadı!
Yezid, İmam Hüseyin’in (a.s) ideolojisine darbe vuramadı!
Eğer Yezid, İmam Hüseyin’in (a.s) ideolojisine darbe vurabilseydi 3 yaşındaki bir kız çocuğu (Hz. Rugeyye (s.a)) Yezid’in Şam’daki tacını ve tahtını 20 günde yerle bir edebilir miydi?
Hz. Rugeyye (s.a), binlerce ceberrut askerden oluşan ve dişinden tırnağa kadar günün en modern silahlarına mücehhez olan o orduyu ve komutanları esir almıştı ve onları zelil etmişti.
Yezid (l.a), onlara:
“Siz, zafer kazandınız. Siz dünyanın en güçlü ordususunuz. Sizin bu haliniz de nedir böyle? Siz bunları ip ile bağlayıp zincire vurmuşsunuz, sizin bu haliniz nedir? Neden böyle perişansınız? Benim başımı yere eğdiniz! beni rezil kepaze ettiniz!” dedi.
Yezid’in (l.a) komutanları dediler:
“Yezid (l.a)! Halife! Sen bilmiyorsun! Sen bu 3 yaşındaki kızların bizlere neler yaptığını bilmiyorsun! Bunlar bizi zelil ettiler. Bunlar bizi perişan ettiler. Belimizi kırdılar.”
Günlerce aç ve susuz kalmış, tokat yemiş, yerden yere vurulmuş 3 ila 5 yaşındaki çocuklar…
Aşura’nın hakikati budur! Peki bizim Aşura’ya karşı yaklaşım tarzımız nedir? “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyindenim!” hadisini hepiniz duydunuz, yazdınız ve söylediniz. Peki bu hadisin manasını hiç düşündünüz mü?
Alemlerin serveri Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) buyuruyor:
“Hüseyin bendendir, bende Hüseyindenim!”
Yani Hüseyin olmasaydı aşurası olmayacaktı; Hüseyin’in aşurası olmasaydı ben olmayacaktım; Ben olmasaydım alemde hayat olmayacaktı ve yine ben olmasaydım Hüseyin’in Aşurası’nın rahmetini alemlere verecek kişi olmayacaktı!” Ne kadar da birbirine girift olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Bu hadisin manası budur!
Herkesin Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’dan, bizim gibi bir şeyler istifade etmesi mümkündür.
Hepimiz, İmam Hüseyin (a.s)’ın haremine gidiyoruz ve bir şeyler istifade ediyoruz. Adını zikrediyoruz bir şeyler istifade ediyoruz, en az haliyle o mübarek adı ile ağzımız tatlanıyor v.s ama Hüseyin’in hakikati bu değildir!
Bunun ile yetinenler İmam Hüseyin (a.s) ihanet ederler.
Bunun ile yetinenler öyle bilsinler ki Kerbela’daki o on binlerce kişiden oluşan ordunun bir ferdidir ve İmam Hüseyin (a.s)’ın mukaddes vücuduna ok ve mızraklar fırlatıyor; hatta belki de oku da bitmiştir, taş atıyordur!
Hüseyin bir hakikattir! Hüseyin’in bir özü vardır! Hüseyin’in bir realitesi vardır! Hüseyin’in bir gerçek hali vardır ve bizim Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in eli olmadan o öze ulaşabilmemiz mümkün değildir!
Nebiyyi Kibriya’nın eli ile o öze ulaşmanın ne demek olduğunu biliyorsunuz değil mi?
Allah’ın amiriyle alay edemezsiniz! edemezsiniz!
Yezid (l.a), o katliamı yaptı; o katliamı yaparak ne yapabildi ki, siz alay ederek ne yapabilesiniz‽
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın bir özü vardır ve bize o özden yararlanmamız emredilmiştir. Biz o özden yararlanmak için yaratılmışız. Bizim yaratılışımızın başka bir sebebi yoktur. Biz ancak o öz ile İndallah’a ulaşabiliriz; başka bir yolu yoktur! O öze ve o rahmete de ancak Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a)’in şefaati ile ulaşabiliriz.
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurası budur!
Hz. İmam Hüseyin (a.s), Hz. Nebiyyi Kibriya’nın şefaat vesilesidir ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) de varlık aleminin tamamının hayat kaynağıdır ve Hz. Peygamber (s.a.a) varlık alemine hayatı İmam Hüseyin (a.s)’ın aşurası ile veriyor.
İmam Hüseyin rahmetin özüdür ve Nebiyyi Kibriya alemlere hayatı, İmam Hüseyin ile veriyor.
Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s), rahmetin özüdür. Allah’ın rahmet ismi Hüseyin’dir! Allah’ın mağfiret ismi Hüseyin’dir! Allah’ın Esmaül Hüsnası’nın tamamı Hüseyin’dir çünkü Hüseyin İsmullahil E’zem’dir. (Geçen yıl işlemiş olduğumuz Muharrem derslerinde de hadisini okuyup tefsirini yapmıştık.) Bunu böyle bilin ki eğer Hz. Peygamber (s.a.a) olmamış olsaydı, Allah’ın bu İsmullahı ile rahmeti hiçbir kimseye ulaşamazdı. Dine karşı yaklaşımınızı buna göre dizayn edin! Ahlakınızı buna göre dizayn edin! Herkes Huseynî ahlaka sahip olmaya mecburdur. Ahlak, Hüseyin’den sirayet ediyor. Ahlakın Hüseynî olması demek yani ahlakımızı Hüseyin’den almak mecburiyetimiz var demektir ve bunu da Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) veriyor!
Hz. İmam Hüseyin (a.s) İsmullahil E’zemdir ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’de alemlerde ne iş yapıyorlarsa İsmullah ile yapıyorlar; Eimme-i Ethar (a.s) alemlerde ne iş yapıyorlarsa İsmullah ile yapıyorlar. Allahu Tebareke ve Teala, Esma’ul Hüsnasını ve Sıfat’ul Ulyasını onlara musahhar kılmıştır ve onlar da bu isimlerle alemleri idare ediyorlar.
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Allah’ın rahmet sıfatının (ki bütün Esma-ul Hüsna ve Sıfat’ul Ulya, ramet sıfatının içerisine giriyor bunların) tamamını Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ile alemlere veriyor. Eğer Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) olmasaydı bunların hiçbirisi olmayacaktı.
Allahu Tebareke ve Teala, Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı Hz. Nebiyyi Ekrem (s.a.a)’e şefaat vesilesi yaptı. Eğer İmam Hüseyin (a.s) olmasaydı Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaati olamazdı ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) alemlere hayat veremezdi!
Bu ne demektir? Hüseyin olmasaydı şefaat olmazdının manası nedir?
Yani alemde 14 masumun dışında (Enbiyaullah da dahil olmak üzere) hiç kimse cennete giremeyecekti.
Ben bunu abartmıyorum! Eğer ki bunlar size ters geliyorsa siz bunları duymamış ve bilmiyorsunuzdur. Ben size çok hafif olanları söylüyorum.
Eğer Hüseyin’in (a.s) aşurası olmasaydı ve Aşurası Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaat vesilesi olmasaydı alemde (Enbiyaullah ve melaiketullah da dahil olmak üzere) hiç kimse cennete gidemezdi çünkü Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatinin onlara nail olması sonucunda onlara verilen o mükafat, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatinin olmaması durumunda onlara verilmeyecekti!
Hz. Resul-i Kibriya (s.a.a), alemlerin hakikatidir ve Hz. Resul-i Kibriya (s.a.a)’in de hakikati rahmet sahibi olmasıdır!
Hz. Resul-i Kibriya’nın hakikati Rahmeten lil Alemin olmasıdır.
Bu sözleri iyice anlayın, ben size bu konuların ağır olduğunu söyledim, bu konular irfanın zirve halidir. Bu konu felsefiktir, hakikattir ve bizim bu hakikatleri bilmemiz gerekiyor. Evet ağırdır ama bu anlattığım şekilden de aşağı hafif bir anlatım da olmaz!
Alemin hakikati, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’dir. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in hakikati Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın aşurasıdır çünkü Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) alemlere İmam Hüseyin (a.s)’ın aşurası ile hayat vermektedir. Eğer İmam Hüseyin (a.s)’ın aşurası olmasaydı Hz. Nebiyyi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) alemlere hayat veremezdi! Ben buna bir örnek verecek olursam şöyle örnek verebilirim; bu örnek aynı zamanda da ayrı bir konudur inşallah istifade de edersiniz.
Konunun net bir şekilde anlaşılması için en mantıklı misal şu şekildedir:
Bu örnek ile Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatini ve şefaatini ve vesilesinin de aşura oluşunu çok iyi bir şekilde anlayacaksınız.
“Bu dünyada (alemde) birileri talebedir, birileri de hocadır. Birileri muallimdir (öğretendir), birileri de talebedir (öğrenendir) ve eğer muallim talebesine şefaat etmezse Allahu Tebareke ve Teala o talebeye ilim vermez.
Çok enteresan bir şeydir! Düzeni İlahiye bakın! Eğer Alim şefaat etmezse, rahmetini ortaya koymazsa, feda etmezse Allah o talebeye ilim vermez. Allah, talebeye/mutallime/ilim öğrenmek isteyene ilim vermek için bir şart ortaya koymuştur! Bu şart alimin şefaatidir.
Bu şefaatte de alimin yanına gidip: “Hacı Ağa! Gel, seninle bir anlaşma yapalım ve sen bu anlaşma çerçevesinde bana öğret ve ben de öğreneyim” değildir! Bu şefaat böyle bir şey değildir! Bu şefaat anlaşma veya sözleşme değildir! Şefaat, bir alimin yanına gidip o alimle anlaşmak değildir!
(El Euzubillah) Sen bana ilim öğret ben de senin için “bu, bu, bu, bu…” işleri yapayım demek değildir! Şefaat bu değildir ve bu şekilde olmaz! Buna teşebbüs edenlerin de hiçbirisi muvaffak olamamışlardır. Buna teşebbüs edildiğinde ne alimin aklına öğretmek istediği şey gelmiştir; ne de öğrenmek isteyen kişiye bir şey denilebilmiştir ki öğrenebilirsin! Ne bir şey öğretilebilmiştir, nede öğrenilebilmiştir, boştur!
O halde ailemin şefaati nasıl bir şeydir?
Alimin şefaati, özünden fedakarlık etmesidir. Alimin şefaati, özünü sermaye yapmasıdır. Alimin şefaati, özünün bir kısmını feda etmesidir. Alim’in özünün bir kısmını feda etmesi gerekir ki Allah, alimin o özünü feda etmesi karşılığında, özünü feda ettiği miktar karşılığında o talebeye ilim nasip etsin.
Bunun da adı şefaattir. Alimin şefaati bu şekildedir. Alim kendisini ne ölçüde feda ederse, Alim kendisini ne ölçüde sermaye yaparak tüketimi açarsa sermaye yaptığı şey artık o alimden çıkar. Alim’in feda ettiği o şey artık o alimde nakis (eksik) olur.
Farz edin feda ettiği bu şey hayatsa hayattır, vakitse vakittir; hafzala ise hafzaladır; zehir yutmak ise zehir yutmaktır!
Benim üstatlarımdan birisi (Allah onun Mukaddes vücuduna hifz etsin) buyuruyorlardı:
“Ben bu dersleri verdiğimde baldıran zehrinin şerbetini içsem daha tatlıdır!”
Ne kadar sermaya koyduğunu görüyor musunuz?
“Baldıran zehrinin şerbetini içsem bu dersleri vermekten daha tatlıdır” buyuruyorlardı çünkü sermaye koyuyor ve şefaat ediyordu.
Alim kendisinden bir şeyi sermaye koyarak feda ettiğinde Allahu Tebareke ve Teala alimin bu işinin hürmetine, azametine o talebeye ilim ihsanda bulunuyor. Eğer o Alim o şefaati yapmazsa hiç kimsenin ilme ulaşması mümkün olmayacak!
Şimdi gelin ve Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in ve Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın olayını anlayın!
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), özünden en azim olan şeyi Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ı feda etmiştir! Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), namusunu feda etmiştir! Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), kızlarını feda etmiştir! Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), Âlullah’ı feda etmiştir. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a), bunları feda etmiştir ve feda ettiği bu şeylerden dolayı hayat buluyoruz! Bizler, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaati sonucunda hayat buluyoruz.
Bizler Aşura’nın neresindeyiz? Kim Hüseyin’den alacaklıdır? Kim mert ise kimin şerefi varsa desin ki:
“Benim bugün işim var ben Hüseyin’e gitmiyorum” desin; Bunu diyen şerefsizdir! Kansızdır!
Kimse hoca agresif kelime kullanıyor demesin!
Allah orada ne kullanıyor? Sen bak, Allah’ın ne kullandığını göreceksin!
Allah, onu öyle bir konuma sokuyor ki bu dünyada itin itibari vardır; onun itibarı yoktur!
Ahirette de ne olacağını o biliyor!
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) sermaye koymuştur, sermaye!
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) canını koymuştur! Özünü koymuştur! Namusunu koymuştur! İffetini koymuştur! İtretini koymuştur! ve bunlar sayesinde bize rahmet yağıyor. Kime ne verilmişse (hatta elini kaldırıp bir sineği kovalama nimeti dahi verilmişse) Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaati ile verilmiştir. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaati de Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın Aşurasıdır. Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaati, aşuranın bütünüdür!
Aşura’da olanların tamamı Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in şefaatidir.
Bir başka tabirle diyecek olursak:
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) de bir iksir var ve o iksirle aleme hayat veriyor; o iksir ile alem yaratılıyor ve bu iksirini adı Huseyn b. Ali (a.s)’dır. Bu Hüseyin (a.s) Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a) de olduğu için Allahu Tebareke ve Teala şu Hadisi Kudsiyi buyurdu:
“Sen olmasaydın, Sen olmasaydın ben alemleri yaratmazdım” “لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْأَفْلَاكَ”
Yani sen Hüseyin’e sahip olmasaydın alemi yaratmam imkansızdı!
Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’de bir iksir vardır; adı Hüseyin’dir! Hüseyin’in bir özü vardır; adı Aşura’dır! Aşura’nın bir özü, bir hakikati, bir realitesi vardır; adı nedir biliyor musunuz?
Hepimiz biliyoruz fakat bu hakikat: Sanki alemler ile irtibatı olmayan meçhul bir kimsenin kıssası gibi geliyor bize.
Hüseyin’in Aşurası’nın özü nedir biliyor musunuz?
Katillagahtır.
O kadar oktan sonra kalbine saplanan o ok ile yere düşünce yaptığı secdedir!
Hüseyin’i (a.s) Hüseyin eden o secdedir.
Aşura’yı aşura yapan o secdedir!
Hakkını verdik mi; hakkını verdik mi?
Ne yiyor isek, ne içiyor isek İmam Hüseyin (a.s)’ın kalbine saplanan ok sayesinde yiyip içebildiğinizi biliyor musunuz?
O oku ne ters çekip çıkarabiliyorsun, ne düz çekip çıkarabiliyorsun; o ok öyle bir oktu ki önden de çeksen parçalıyordu, arkadan da çeksen parçalıyordu!
Ne yiyorsak o okun sayesinde yiyoruz; ne içiyorsak o okun sayesinde içiyoruz çünkü o ok, İmam Hüseyin’e (a.s) o secdeyi yaptırdı.