AŞURA: CENNET İLE CEHENNEM’İN YOL AYRIMI 1.DERS

AŞURAYA BAKMAMIZ GEREKEN BAKIŞ AÇILARI

Muharrem ayında vuku bulan Aşura olayı sadece bir savaş olayı değildir. Aşura, belli kimselerin ve grupların çeşitli sebeplerden dolayı, haklı/haksız olarak anlaşamadıkları ve nihayetinde de savaştıkları bir olay değildir.

Aşura’nın zahiri bu olmuş olsa dahi, Aşura’yı sadece bu şekilde görmememiz gerekir.

Aşura olayında zahiri olarak 2 grup vardır ve bu grupların ideolojileri, dünyevi görüşleri birbirilerine tersti; bu sebepten dolayı da birbirileri ile savaştılar.

Eğer ki bizler Aşura vakasına alemler düzeyinde bakmayacak olursak hem Aşura’ya, hem Aşura ehline, hem Aşura’nın kahramanlarına ve hem de Aşura’nın mesajına ihanet etmiş oluruz.

Bizim Aşura vakasına alemler düzeyinde bakmamız gerekir. Alemlerden kastımız bu dünya ve üzerinde var olan 3-5 tane yıldız değildir.

Bizim alemlerden kastımız:

Allahu Tebareke ve Teala’nın yaratmış olduğu bütün alemlerdir. Yaratılmış bütün alemlerde var olan mahlukatın (yaratılmışların) tamamıdır. Bizim Aşura olayına bakmamız gereken açı Allahın yaratmış olduğu bütün mahlukatların nezdinde olan bakış açısıdır. Bunun için hem melâikê alemine hem de hemeletul arş alemine bakmamız gerekir; hem Xilgetin özü bakımından ve hem de bu Xilgetin (yaratılışın) cereyan ettiği olaylar açısından bakmamız lazımdır.

Bütün Alemler açısından baktığımızda Aşura olayı, Allahın xilgeti yaratması dışındaki (yaratıcılığının dışındaki) bütün olaylardan daha Azimdir. Allahın mahlukatı yaratması dışındaki hiç bir olay Aşura vakasından daha üstün değildir. Alemlerdeki hiçbir olay Allah’ın nezdinde ve yaratılmışların nezdine Aşura vakası kadar büyük değildir.

Aşura olayı yalnızca bizim İmamımızın ve yarenlerinin susuz bir şekilde öldürülme olayı değildir!

Aşurâ olayı sadece İmam Hüseyin (a.s) ve 72 yareninin mazlumâne bir şeklide şehid edilme olayı değildir!

Aşura Vakâsı sadece ceberrut bir grubun mazlum bir gruba tahakküm ve taarruz olayı değildir!

Aşura Vakâsı yalın bir şekilde şehitlerin başının kesilme olayı değildir.

Eğer ki bizler Aşura olayına sadece bu şekilde bakacak olursak Aşuraya ihanet edenlerden oluruz.

Eğer Aşura’ya sadece böyle bakacak olursak Aşura’nın münkiri oluruz ve de Aşura’ya iman edenlerden olamayız.

Aşura’ya bakmamız gereken açı:

Aşura olayı alemlerde benzeri olmayan yegane Azim olaydır.

Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in azameti, Allah’ın yanında ne kadar azimdirse Aşura’nın azameti de o kadardır. Nebiyyi Kibriya Hz. Muhammed (s.a.a) alemlerin yaratılışının sırrıdır. Eğer Nebiyyi Kibriya Hz. Muhammed (s.a.a) olmasydı alemler yaratılmazdı. Aşura’nın azamet ve makamı bu kadar azimdir.

AŞURA OLAYI bu kadar büyük bir olaydır.

Bizler Aşuraya sıradan bir olay gibi bakacak olursak sınıfta kalırız.

Eğer Aşura’ya sıradan bir olaymış gibi bakacak olursak bu nimet gemisinden ve nimet olayından nasiplenemeyiz.

MUSİBETİN ÖZÜ RAHMETTİR.

Aşurâ; öyle bir musibet, öyle bir ölüm ve öyle bir kandır ki ihya ediyor.

Aşura kimleri ihya eder?

Aşura iman edenleri ihya eder.

Eğer Aşura’yı bu şekilde görmeyecek olursak elimiz boş geri döneriz.

Bizler Muharrem ayı girdiğinde matem tutuyoruz; eğer ki bizler Aşura’yı bu şekilde görmeyecek olursak matem tutmayanlar ile hiçbir farkımız olmayacaktır; hatta o kişiler ki icabında Velayetin düşmanlarının hattında ve safında duruyorlar onlardan dahi hiç bir farkımız olmayacaktır.

Bizler Aşura olayını idrak etmek ile mükellefiz. Bizi yaratan Allahu Tebareke ve Teala, İlahlığına sadakat ve samimiyyet içerisinde iman etmeyi bizim üzerimize nasıl farz kılmışsa aynı şekilde Aşura olayını idrak etmeyi ve algılamayı da bizim üzerimize farz kılmıştır.

Bu farz öyle bir farzdır ki namaz ve oruçtan bile daha önemlidir çünkü bizim namaz ve oruçlarımız ancak Aşura’nın maarifetine ulaştığımız zaman makbul olacaktır.

Bizler Aşura’nın maarifetine sahip olmayacak olursak namazlarımız (eğilip kalkmaktan) oruçlarımız (aç ve susuz kalmaktan) Zekat ve Humuslarımızda (Birilerinin yanında nâm ve itibar kazanmaktan) öteye geçmeyecektir.

Aslı zaatında namazı namaz eden, orucu oruç eden ve bunları Allahu Tebareke ve Teala’ya ibadet ve itaat haline sokan ve bu ibadetlerin vücud bulduğu kimseyi kulluk (Ebdallah) makamına ulaştıran yegane şey Aşuranın maarifetidir. Aşura olayı bu kadar Azim bir olaydır. Aşurâ vakası hem Azamet ve yüceliği ile ve hemde musibet bakımından alemlerde emsalsizdir.

Aşura Vakası İnsan’ın İnsan olabilmesini sağlayan ve bu şekilde diğer mahlukat türevlerinden ayıran ve Allah’a kulluk makamına ulaştıran yegane iksirdir.

İster Aşura Vakası olsun isterseniz de Aşuranın bir benzeri olan Gadiri Hum olayı olsun, ister Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in can verme anındaki son anları olsun, ister veda Haccı olsun, ister Hz. Zehra (s.a)’in kapının yakılması olayı ve şehadeti olsun ya da diğer azim vakalar olsun, bunların tamamında bizim üzerimize düşen farz: İdrak farzıdır.

İdrak bu kadar önemli bir meseledir.

BİZLER İDRAKA NASIL ULAŞACAĞIZ?

Aşuranın idrakı bizim üzerimize farz kılınmıştır; aynı şekilde Gadiri Hum olayı’nın da idrakı bizim üzerimize farz kılınmıştır. Gadir-i Hum olayı sadece 2kg şekerleme alıp dağıtmak değildir. Gadir-i Hum Bayramı (Velayet Bayramı) kuru kurusuna “ALİ ALİ MEVLA” yada “EŞHEDU ENNE ALİYYEN VELİYYULLAH” nidaları atmak değildir.

Sakıfiyye ihtilalinin azameti yalnızca Sakıfiyye Ehli İmamımız Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın hakkını gasp ettiler! demek değildir. Bu haktır ve hakikatir ama Sakife olayında asıl mesele nedir?

Asıl mesele bu gasb olayının nasıl cinayetler ve zulümler ve de nasıl nimetleri meydana getirdiğini idrak etmektir.

Bu gasp ile birileri helak oldular; helak olanların neden helak olduklarını idrak etmek bizim üzerimize farzdır.

Birileri kurtuldular, kurtulanların nasıl ve niye kurtulduğunu idrak bizim üzerimize farzdır.

Bunların hepsi azim olaylardır ama bunlardan daha azim olan olay ise Aşura olayıdır. Aşura E’zem’dir. Aşurayı idrak etmemiz farzdır.

İmam Ali (a.s)’ın boynuna ip geçirilme olayı E’zemdir ama Aşura daha E’zem’dir.

Hz. Fatime-i Zehra (s.a)’in kaburgasının kırılarak şehid edilmesi ve daha doğmamış olan Muhsin adlı bebeğinin karnında şehid edilmesi E’zemdir ama Aşura daha E’zemdir.

Bunları idrak etmek bizim üzerimize farzdır.

Peki bunu nasıl idrak edeceğiz?

Kelimeler ile idrak mümkün değildir. Kelimeler size sadece teorileri verir. Teoriler ise sizi bir yere kadar götürür. Sözler (kelimeler) size sadece teoriyi verir size sadece olayları anlatır.

Bu olayların hakikatinin içine dalabilmek için ne yapmamız gerekir?

Bu hakikatlerin ortasına dalabilirsek Aşura’nın azametine erişebiliriz.

Aşura’da ulaşmamız gereken azamet Allah’ın katındaki Azamet boyutu’dur.

AŞURA’NIN ALLAH KATINDAKİ AZAMETE ULAŞMAK İÇİN YAPMAMIZ GEREKİR?

Bu konu çok çetin ve çok azimdir ama ilacı da çok basittir. Bu çetinliğin tedavisi çok basittir.

TEDAVİSİ:

HAYAL ETMEKTİR.

HAYAL ETMEN GEREKİR.

OLAYIN İÇİNE DALMANIZ GEREKİR.

OLAYIN İÇİNE NASIL DALACAĞIZ?

BİZİM AŞURAYI HAYAL ETMEMİZ GEREKİR!

AŞURA OLAYININ İÇİNE DALMAMIZ GEREKİR!

Aşura’nın içine dalmamız gerekir. Aşurayı hem aklımızda ve hem de fikrimizde canlandırmamız gerekir.

Çok enteresan bir olaydır. Yani eğer ki bizler bu güne kadar Aşura’dan bihaber isek bunun sebebi budur. Bugüne kadar afyon niteliğindeki bir takım mersiye ve sözler ile buraya gelmişsek sebebi budur ki biz bugüne kadar Aşura vakasını hayal etmemiş ve kendimizde canlandırmamışız.

Yani İmam Hüseyin (a.s)’ın evladı 41 yıldır bir inkılap yapmış ve İslam’ı dünyanın dört bir yanına ulaştırmış ise ama bizim memleketimizde, bizlerde bir kıl veya tüy dahi kıpırdamamış ise bunun sebebi biz meclise gitmişiz, dilimiz bir takım zikirleri söylemiş, ellerimizi kaldırıp sinemize ve başımıza da vurmuşuz, elimizi cebimize atıp ihsan ve infakta da bulunmuşuz ama bizler bir şeyi yapmamışız!

Aşura’yı, Kerbela Vakasını kafamızda canlandırmamış, hayal etmemişiz!

Eğer ki bizler hayal etmiş olsaydık o ibtidai aşama bizlere verilmiş olacaktı ama biz hayal etmemiş ve kafamızda canlandırmamışız. Bu sebepten dolayıda o ibtidaisinden mahrumuz ve bu halimiz ile de Ziyaret-i Aşura okuyarak o nihayi marifetin beklentisi içinde bekliyoruz ama biz o ibtidaisini yapmadığımız için mahrumuz.

Evet doğrudur. Ziyaret-i Aşura, Allah’ın dininin ve Allah’ın ilahlığının ansiklopedisidir ama biz oradan evimize hiçbir şey koymamışız ve sonra da hayal ettiğimiz bir ansiklopediden bize marifet verilmesini bekliyoruz. Her şeyden önce bizim Aşura’ya karşı olan vazifemiz, Aşura’yı aklımızda canlandırmamızdır.

Aşura’yı aklımızda canlandırdığımız zaman Aşura günü kimin galib ve kimin mağlub olduğunu göreceğiz. Bakın bizler şu anda GALİBİ TANIMIYORUZ. Hanginize sorsam diyeceksiniz ki: İmam Hüseyin (a.s) galiptir. Ama nasıl diye sorunca cevap veremiyeceksiniz!

Bugün herkes diyor ki:

“Yezid (l.a) ve ordusu, İbn-i Ziyad ve ordusu kıyamete kadar her zaman mağluptur.”

Ama hiç kimse bu mağlubiyyetin delilini ortaya koyamıyor. Hatta bu kişiler öz başımıza kaldığımız zaman kendimize dahi telkin edemiyoruz değil mi?

Yezid (l.a) nasıl mağluptur? Eğer Yezid mağlup ise bu mektep neden bu kadar mazlumdur? Bu mektebin adamları neden bu kadar cahildir? Bu mektebin adamları neden bu kadar sahipsizdir? Neden bu kadar aklen özürlüdürler? Bu insanlar neden bu kadar amelen özürlüdürler? Bu insanlar neden böyle fikri özürlüdürler?

Yani Yezid ordusu (İblis ordusu) Kerbela’da mağlup iseler ki mağlupturlar! Onların mağlubiyyeti haktır ve bizler ise bu hakikatin sadece kelimesini biliyoruz.

Peki bu Müslümanların, Şiaların, Alevilerin içinde bulunduğu durum neyin alametidir?

Biz söz ile diyoruz ama galip ile mağlubu gerçekten tanımıyoruz. Galip ile mağlubu gerçekten tanıyabilmemiz için bizim her şeyden önce Aşura’yı canlandırmamız lazım ki Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın nasıl galib, Yezid ve ordusunun ise nasıl mağlup olduğunu görebilelim.

Elbette bizler direkt olarak Kerbela’yı canlandırıp içine dalamayız.

Ben burada anlatırken, sizlerde hemen kalkın kendinizi kerbela çölüne götürün, İmam Hüseyin (a.s)’ın ordusunu canlandırın böyle bir şey yoktur. Eğer direkt olarak buraya balıklama atlamaya çalışırsanız size hiçbir şey verilmez.

Öncelikle bir antreman yapmanız lazım. Dikkatlice bakın bizler 1 Muharremden itibaren ilk 10 gün matem tutuyoruz. Hatta Aşuradan bile daha şiddetli matem tutuyoruz. Bizler genellikle Aşura günü konuşma yapmıyoruz. İmamın 2. günü konuşma yapmıyoruz. Kısmen İmam’ın şehadetinin 3. günü konuşma oluyor. Genellikle 7. günü konuşma yapılıyor.

Ama 1 Muharremden 10 Muharrem’e (Aşura’ya) kadar yeri göğe çıkarıyoruz, göğü yere indiriyoruz. Her türlü şeyi anlatmaya çalışıyoruz. Bu her yerde de böyledir.

NİYE?

Çünkü Aşura’yı hayal edip Aşura’ya dahil olabilmenin ön aşamasını yapabilmek için…


Bizler eğer ki Din kardeşlerimizin durumunu aklımızda canlandırmayacak olursak Aşura’yı da canlandıramıyacağız.

Burada hiç kimse benim Ahmed ile Mehmed ile işim yok benim direkt Eba Ebdillah (a.s) ile işim var diyemez; böyle bir şey yoktur!

Bir Şiî/Caferî/Alevî, din kardeşinin, mektep kardeşinin özlliklede bunların içinde muhtaç olanların (ihtiyaç sahibi olanların) ihtiyacını karşılamak durumundadır.

Bizler çoğu zaman ihtiyaç sahibi insanların kendi ihmalkârlıklarından dolayı muhtaç olduklarını düşünüyoruz.

Bu Muhtaciyyet;

İlmi Muhtaciyyet, maddi muhtaciyyet, nasihat bakımından muhtaciyyet, çevre bakımından muhtaciyyet ve diğer muhtaciyyetler olabilir.

Bir adamın malı mülkü olabilir ama çevresi (doğru arkadaşı) olmayabilir. Bu adam muhtaçtır senin bu adama el uzatman lazım.

Ya da bir adamın herşeyi olabilir ama bu adamın belağati olmayabilir; konuşmayı bilmiyordur, konuşma üslubunu bilmiyordur.

Veya bunun gibi ihtiyaçları sayın gitsin…

Biz sanıyoruz ki bu insanlar kendi kusurlarından dolayı muhtaçtırlar. Bizler sanıyoruz ki bir adam maddi sıkıntı çekiyorsa bu o adamın çalışmamasından dolayı veya doğru ve iyi işi bulup o işi yapmamasından dolayıdır. Bizler genelde böyle yargılıyoruz ama bu hakikat değildir!

Elbette böyle olanda vardır ama istisnalar kaideyi bozmaz.

Peki Ana İlke Nedir?

Ana ilke:

Bir toplumda, bir cemaatin içerisinde hakikaten muhtaç birisi vardır ise muhtaç olanın malı muhtaç olmayan kişidedir ve o vermiyordur. Allah götürüp sahibine versin diye ona emanet vermiştir ama o sahibine vermiyordur. Götürüp üst üste yığmıştır.

Yoksa Alim toplumda görevine yapacak olursa, toplumda ilmî bakımdan fakirin, muhtacın olması mümkün değildir. Dinlemeyen olabilir, dinlemeyen kişi enit’tir (inatçıdır). Bizimde onunla işimiz yoktur; onunla kimsenin işi yoktur.

Bir adam cami ehlidir ise ders ehlidir ise söz ehlidir ise bu adamlar bir alim gördükleri zaman (hatta çocukları yaşında dahi olsa eline eğiliyor, elini öpüyorsa) sen bu adama ne vereceksin de bu adamlar onu reddedecek.

Demek ki Allah onun ihtiyacını bizlere vermiştir ama bizler onlara vermemişiz.

Malda böyledir, ahlakî boyutta böyledir, diğer bütün yönlerde böyledir.

Bakın İmam Hüseyin (a.s)’ın aşurasına dahil olabilmek ve onu canlandırabilmek için önce bizim kendi dindaşlarımızın, inançdaşlarımızın, mektepdaşlarımızın özellikle de muhtaç olanların, ihtiyaç sahibi olanların durumunu canlandırmamız lazım.

Aşura Vakasının hakkaniyyeti bizlere denildiği zaman o hakkaniyyete teslim olabilelimiz için bu hakkaniyyete teslim olmamız lazım.

Bir diğer yol ise:

İmam Hüseyin (a.s)’ın azameti, Yezid ordusuna karşı okuduğu o hutbeler, o ubuheti, o kişiliği ki bizler: melekler fovc fovc geldi, cinler fovc fovc geldi diyoruz ve bundan da en ufak bir şüphemiz dahi yoktur.

İmam Hüseyin (a.s)’ın bu azametini canlandırıp ona teslimiyyet yolunu bulmamız için önce İmam Hüseyin (a.s)’ın mektebinin bir aliminin ubuhetini ve azametini düşüneceksin. Veliyyi Fakihi düşüneceksin. Veliyy-i Fakihe ne kadar bağlısın? Veliyyi Fakihe ne kadar teslimsin? Bir müçtehide ne kadar teslimsin? Bir müçtehidi, bir alimi canlandıracaksın! Veliyyi Fakihi canlandıracaksın!

Benim bir tabirim var; adam sadece slogan ehidir: Makamı Muazzemi Rehberi Hz. Ayetullah El Uzma Seyyid Ali Huseyni Hamanei (s.a)’in adı geldiğinde bağırıyor: SALAVAT

Yav bu iş salavat ile olmuyor da yani; Tamam iyidir hoştur güzeldir ama olmuyor da yani…

İmam Humeyni (s.a)’in ve İmam Hamanei (s.a)’in adı geldiğinde salavat getirmek ona tebaiyyettir.

Salavat getirmek, onun gerçektende Veliyyi Emir İmam Hamaney olduğu sende hüküm olsun. Ağa’nın Velliyyi Emr oluşu senin işinde, fiilinde hayat bulsun.

Bakın buraya girmeyen kişinin Aşura olayına girebilmesi, Aşurayı canlandırabilmesi ve Aşuranın gereğini yapabilmesi mümkün değildir.

Aşura Vakasına öncelikle bu seviyeden girmemiz lazımdır.

BAKIN MUHARREM BİZLERE NELER ÖĞRETİYOR.

BAKIN, ALLAHU TEBAREKE VE TEALA NASIL BİR DÜZEN KURMUŞTUR???

Dönün ve bir bakın, ALLAHU TEBAREKE VE TEALA İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN AŞURASI İLE NASIL BİR DÜZEN KURMUŞTUR?

Aşura Olayı, başlı başına, yalnızca 72 kişinin, binlerce kişi tarafından 3 saat içerisinde şehid edilmesi olayı değildir. Aşurâ Olayı yalnızca şehitlerin bedenin atların ayakları altında ezilmesi ve parçalara ayrılma olayı değildir. Aşura vakası şehidlerden geriye kalan kadın ve çocukların tamamının (yani Allah’ın namuslarının) esir edilerek şehir şehir dolaştırılmaları olayı değildir.

Evet; bu musibetlerin tamamı Aşura Günü vâkı oldu (yaşandı). Evet bunların hepsi Aşura’nın içinde var ama Aşura’nın tamamı bundan ibaret değildir. Bunlar Aşura Vakası’nın zahiri boyutlarıdır. Bu olaylar vardır ama bu olayların içerisinde ne cereyan etti? Aşura öyle bir görevdir ki hâlen devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir. Peki bu görev ne veriyor?

Aşura’nın maarifeti aleme hakim olmadığı müddetçe kıyamet kopmayacaktır!

Aşura’nın marifeti= Velayeti Emirel Müminin Ali b. Ebu Talib (a.s)’dır. Yani sır dolu sırdır. Yani Aşura olayı kuru kurusuna YA ALİ, YA ALİ! YA HUSEYN, YA HUSEYN! zikrini tekrar etmek demek değilidir.

Elbette ki bu zikirler Aşura’nın parçalarıdır. YA ALİ! YA HUSEYN! zikirleri öyle bir ibadettir ki, bu dünyadaki hiç kimse bu zikirlerin azametini ölçüp tartamaz, hâd ve sınır biçemez ama kuru kurusuna sadece zikir etmek Aşura’nın marifetine ulaşabilmek için yeterli değildir.

Bu sebepten dolayı da Aşura’yı hayal etmeye, bu büyük olayların altındaki olaylara, dinî boyutta girmemiz lazım.

Muharremin ilk 10 günü bunun için var çünkü Aşura günü o gemi açılıyor. Aşura günü Aşuraî olanların hepsini o gemiye alıyorlar. Bu 10 gün, hazırlık yapabilmemiz için var ve altyapıları da bunlardır.

Artık Aşura’yı canlandırmaya başlayalım; şimdi bakın Aşura gününde nasıl bir kıyamet var!

AŞURANIN KAHRAMANLARI (TARAFLARI)

Aşura olayında taraf olanların hepsi aynı düzeyde, aynı fikir ve görüş yapılarına sahip kimseler değillerdi. Hepsinin görüşleri, davranışları ve tutumları aynı değildi. Aşura Vakasının kahramanları (tarafları) 4 farklı gruptan oluşmaktadır. Bunlar;

1- AÇIKÇA SAVAŞ İLAN EDENLER

Bir grup İnsan vardı ki bunlar alenen İmam’a karşı koydular ve İmam ile harb ettiler. Bu adamlar zaten bellidirler. Bunların davranış ve tutumunu söylememize veya analiz etmemize dahi gerek yoktur. Çünkü Bu grup Allah’ın yeryüzündeki Temsilcisine, Allah’ın eline, Allah’ın diline, Allah’ın kelamına, karşı harb ilan ettiler. Yani Allah’a karşı harb ilan ettiler. Bu grup Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın kanını akıtmak ve o Hazreti öldürmek için and içtiler.

Eğer bu gruptan eğer bizlere de miras kalmış ise ne tür bir miras kaldığını açıklayacağız. Burada Namaz kılıp kılmamak mevzu bahis dahi bile değildir çünkü İblis de namaz kılıyordu.

Bizlerin (Şiaların, Alevîlerin, Caferîlerin) öyle bir namaz kılması gerekir ki o namazı bizzat İmam Hüseyin (a.s) öğretiyor. Bu namaz ile İblisin namazı birbirinden çok farklıdır….

Bir kısım İnsan vardı ki İmam ile savaşmayı azim ile bilinçli olarak seçmişlerdi.

AMA NİYE SEÇTİLER? İŞTE ASIL SORU BUDUR.

Çünkü Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s) ile birlikte olmak onların dünyasına zararlı idi/zararlıdır. Huseyn ile birlikte olmak onların zevk ve sefalarına zararlıdır. Çünkü İmam’ın vücudu ile onların at koşturdukları o meydanlar toplanıyor ve kapatılıyor ve onlar artık o meydanda at koşturamıyorlar.

ONLARIN BU MEYDANLARI NASIL BİR MEYDANDIR?

Hem mâli, hem siyasî, hem söz söyleme, hem eğlenme ve hem de yeme içme bakımından olmak üzere her türlü açıdan onların rahatlıkları ellerinden gidiyordu. Onlar da bu rahatlıkları ellerinden gitmesin diye İmam ile savaşmaya karar veren kimselerdir.

Bakın Kerbela Vakası böyle canlandırılır. Aşura böyle hayal edilir.

İmam’ın gelişinin sebebi insanı insanlıktan çıkaran herşeyi ortadan kaldırmaktır. Yani zevk, sefa, lezzet, şehvet, mal, mülk v.b Bunların hepsi kardeşi kardeşe öldürtüyor. Kardeşi kardeşe düşman ediyor. Bakınız hepiniz az ama çok şahit olmuşsunuzdur, denk gelmişsinizdir ki aile içinde kardeş kardeşi ile para için kavgalıdır. Hatta baba ile oğul bile para için kavgalıdır.

İmam gelmiştir ki insanı insanlıktan çıkaran bütün her şeyi ortadan kaldırsın. İnsanların hepsini birbirileri ile hemvücud etsin. Öyle bir şekilde tek vücud, hem vücud olsunlar ki ona ikram olunduğu vakit kabul etmesin ve desin ki yok önce kardeşim yesin.

Rivayetler de deniyor ki:

Hendek savaşında her 40 kişiye yalnızca 1 Hurma tanesi düşüyordu. Bir ısırık alayım sonra diğerine vereyim yok. 40 kişiden İkinci 40 kişiye gelene kadar sadece ağızlarına koyup çıkarmak ile çekirdek eriyordu. 40 kişinin başına git ve ilk kişiye tekrar geri dönene kadar çekirdek eriyordu. O diyordu ki: (“Ben yemem o yesin.”) Öbürüne veriyorlardı, o da diyordu ki: (“Ben yemem o yesin.”)

O yaralılar ki, susuzluğun içinde su içmiyorlardı ve diyorlardı ki: (“Ben içmeyeceğim, VERİN ONLARA”) O yaralılar eğer su içecek olsalardı ayağa kalkacaklardı ama içmiyorlardı ve müslüman kardeşlerine verilmesini istiyorlardı.

İmamlarımızın hepsi böyle bir ortam yaratmak istiyordu/istiyorlar! İmamlar böyle bir ortamı yaratmak için gönderilmiştir. Ama bu enit grup bu ortamı şanlarına, makamlarına, sultalarına, lezzetlerine ve şehvetlerine ters gördükleri için İmam ile harb ettiler/halen de ediyorlar.

Şimdi bunu canlandırın. Kendinizi tartın. Bakın sizlerde ve bizlerde bu hasletlerden ne kadar var? Hayatınıza bir bakın! Hayatınızın neresinde kaç defa ne sıklıkla lezzetiniz, şehvetiniz ve rahatınız için İmam ile harb ettiniz?

Bakın bunu bilin ki! Kerbela’da İmam ile savaşanların tamamı lezzetleri için, şehvetleri için, rahatlıkları için ve yorulmamak için İmam ile savaştılar. İmam ile savaşanların tamamı daha iyi yemek, daha lezzetli yemek, daha yağlı yemek yiyebilmek için İmam ile savaştılar. Hepsi daha iyi bir dünya hayatı yaşayabilmek için İmam ile harb ettiler.

Yoksa onların bizim namaz kılıp kılmamamız ile hiç bir sorunları yoktu. Onların İmamın kıldığı 1000 rekat namaz ile sorunları yoktu. Eğilip eğilip kalkmak ile hiçbir sorunları yoktu.

Bunlar birinci gruptur. Bunları canlandırın ve kendinize de pay çıkarın.

Bakın eğer ki bizler bu sıfatlara sahip isek bizim ile onlar arasında yalnızca bir fark vardır. O fark da şudur:

Onlar bu özelliklerini alenen ortaya koyuyorlardı. Ama biz ise münafıklık yapıyoruz. Onlar gibi olmamıza rağmen “HAŞA HAŞA! BİZ HUSEYN İÇİN CANIMIZI VERİRİZ. HUSEYN İÇİN BAŞIMIZI VERİRİZ.” deyip duruyoruz. Yani İki yüzlülük yapıyoruz. Ama onlar ise alenen bunu ilan ediyorlardı. Düşmanın da yiğidi iyidir; biliyorsun ki düşmandır. En azından düşmanlığı bellidir; bizler gibi münafıklık yapmıyor. (Tabi eğer ki saymış oluğumuz sıfatlar sizlerde veya bizlerde var ise…)

2-VURDUMDUYMAZLAR

Bunlar da öyle bir grupturlar ki bunlar ne İmam’ın yanındaydılar ve ne de İmam’a karşıydılar. Hiçkimse ile işleri yoktu. Bunlar sadece o kısır döngü lezzet ve şehvetlerinin peşinde olan kimselerdi. Hükümette Allah’ın olması ile şeytanın olması onlar için hiç bir fark teşkil etmiyordu.

Bunlar böyle bir gruptur.

Maalesef ki bugünde toplumumuzda bir grup böyledir. Bakıyorsun adamların hiç umurunda bile değil! Veliyyi Emir mi hüküm etmiş ya da Diyanet İşleri Bakanlığı Şia camisine fetva vermiş.

Enteresan bir şeydir; sadece bir cümledir ama yabana atmayın. Veliyyi Emr fetva yayınlamış demiş ki bugün Hilal görünmedi! Ama diğer taraftan Suudilerin rasathanesi (ki Amerika’nın Deniz kuvvetlerinin elindedir kendi ölçüm ve biçimleri ile tarih veriyorlar.) Diyiyorlar ki bugün sizin bayramınızdır. Sadece bir örnek veriyoruz, yoksa bizim kimse ile bir işimiz yok. Bilahare bunlar birer musibettir ve biz yaşıyoruz.

Adamın umurunda bile değil. Ramazan mıdır? Ramazandır. O zaman bende aç kalırım biter gider. Ezan vakti mi? Yahu, ihtilaf doğurmaya gerek yok ki! Gün batımı kardeşlerin ile birlikte iftarını aç gitsin. Adamların kabul olup olmaması ile işleri bile yok. Bu şekilde olanların hepsi vurdumduymaz olan kimseler için birer örnektirler. Bu adamlar zevk, sefa, lezzet ve şehvetlerinin atmosferi çerçevesinde bir hayat yaşıyorlar.

Hayal edin ve bakın, bu gruplardan bizler de ne kadar var. Düşünün ve bakın Allah’ın Hükümeti ile İblisin Hükümeti arasında bize ne kadar ne miras kalmış? Bakın bunu çok iyi bilin! Eğer ki sen bugün Huseyn’in adını diyor isen bu sana Huseyn’den miras kalmıştır. Ama eğer ki sizlerde veya bizlerde bu amellerden biri var ise o zaman bunlar size İblis’den, Yezid’den, İbn-i Ziyad’dan, Ömer b. Sad’dan ve Şimr’den miras kalmıştır.

Bakın bu budur ve böyledir sebepsiz hiç bir şey yoktur.

Adamın biri bir gün Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in huzuruna gittiler. Karısının kolundan tutmuş bir şekilde karısını sürükleye sürükleye getirdi ve huzura çıktılar.

Bu adam geldi ve Peygamber (s.a.a)’e dedi ki:

Ya Resulallah! Bu kadın Zinay-i Muhsine etmiştir ve bu çocuk doğmuştur; bu çocuk benden değildir. Bu kadına had uygulaman lazım. Bu kadını recm etmen lazım.

Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:

“Sen nereden biliyorsun ki bu çocuk sana ait değildir?”

Adam dedi ki:

“Ya Resulullah! Ben babamı, dedemi ve dedemin dedesini hepsini gördüm. Hepsi beyaz tenli idi ama bu çocuk siyah ise tenlidir.”

Resul-i Kibriya (s.a.a) buyurdu ki:

“Bu kadın zina etmemiştir. Senin filan kökteki bir deden zenci idi ve onun DNA’sı da sende kalmıştır.”…..

Şimdi sizler de demeyin ki DNA kalmıyor. Kalıyor! Kalıyor ve bir yerden, bir şekilde çıkıyor.

3-GEÇ KALANLAR

Bu geç kalanlar maalesef o günde vardılar ve bu günde vardırlar. Saydığımız bu gruplar sadece o gün var olan kişiler için değildir. Bu gruplar Aşura günü oldukları gibi aynı şekilde bu günde varlar. O günden bugüne kadar geçen her gün insanların tamamı bu 4 grubun birinin içindedirler.

İyi olanlar için elbette ki Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında olan 72 yarenini kast ediyoruz. Ama kötüler için sadece Yezidin safında olan binlerce askerini yada susarak Kerbelaya razı olan onbinlerce kişiyi kast etmiyoruz.

Bu 4 grup o günden bugüne kadar gelen ve gelecek olan milyarlarca insandır ve hepsi de aynı derecede sorumludurlar.

İmam Hüseyin sadece o zaman o gün tezahür ettiğinde bizler mesuliyet sahibi değildik/değiliz. Çünkü İmam Hüseyin (a.s) Her gün Her yerde tezahür ediyor. Bunun için biz her zaman her yerde Hz. İmam Hüseyin (a.s)’a karşı sorumluyuz.

Kerbelada ki 3. grup geç kalanlardır ve bu geç kalanlar geç kalmalarının ne kadar azim bir günah olduğun farkında dahi değillerdir. Çünkü bunlar dinlerini umursamıyorlardı, bunlar dinlerini öğrenmemişlerdi. Onlar dinlerini öğrenmedikleri için İmam’ın davetine geç kalmanın İmam’ın mübarek başını kesmeye eş değer olduğunu bilmiyorlardı.

Bunların içinde de bir grup var ki bunlar da maslahat gözetiyorlardı. Bu maslahat gözetenler aslı zatında İmam Hüseyin (a.s)’ın safındaydılar, İmam (a.s)’ın yanındaydılar ama menfaatleri, İmamın davetine Lebbeyk demeye ağır bastığı için geç kaldılar.

Bu geç kalanların geneli din bilgisine sahip değillerdi. Bakın eğer ki biz sizlere dininizi öğrenin diyorsak sebebi budur.

Bakın ben size demiyorum, çocuklarınıza ev, araba v.s almayın. Böyle bir şey demek benim haddimde değildir. Çocuğa ev almak en büyük ihsandır. Eve erzak götürmek en makbul sadakadır. Ama ben diyorum ki: Sizler çocuklarınızın Rabbi değilsiniz. Siz çocuklarınızın Rezzakı değilsin. Çocuklarınız ev sahibi olacak diye siz dinsiz olamazsın. Dinsizliğin boynuzu yoktur!

Dini bir konu ile karşı karşıya geldiğin zaman dinin hükmünü bilmiyorsan, fellik fellik hoca arıyorsan, Hoca senin yerine namaz kılacak değildir…

Dinden haberi olmayan kişi dinsizdir!

Eğer ben: “Benim dolardan haberim yok, ben duymadım ve bilmiyorum diyorsam bunun manası benim dolarım yok” demektir.

Adam dini bir konu ile karşılaşıyor ve haram iş görüyor “yaptığın iş dinen haramdır” diyorsan; o da “Vallahi bilmiyordum, duymamıştım, öğrenmemiştim” diyorsa bunun manası nedir?

Bunun manası: Benim dinden haberim yok, ben dine uzağım ve dini bilmiyorum demektir.

Sen din ile alâkan olsaydı öğrenirdin. Din gibi bir derdin olsaydı dinini öğrenirdin.

Siz önce görevinizi yapın ve dininizi öğrenin.

Dininizi öğrendiğiniz zaman evladınıza ev almanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu göreceksiniz. Siz evlada ev almanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu bilmiyorsunuz/bilemezsiniz. Siz: “Ben olmazsam bu acından ölecek (yani Allah yoktur, Alah benim) diyorsunuz. Sizin bu tefekkürünüzün manası: “ben de bir Allah’ım ve bir gün sonra bende öleceğim”; manası budur. Kendisinden sonra çocuğunun aç kalacağını düşünenler, çocuklarının rızkını kendilerinin verdiklerini düşünüyorlardır. Bunun manası budur. Başkada bir manası yoktur.

Bir grup vardı böyle düşünüyorlardı ve geç kaldılar. Bir grupta vardı hakikaten dini bilmiyorlardı ve geç kaldılar. Dini bilmedikleri için bir şeyden habersizlerdi, o şey: “Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın davetine, çağrısına, feryadına cevapsız kalmanın ve geç kalmanın en büyük günah olduğudur” bunu bilmiyorlardı.

Bakın Zinay-i Muhsine’nin hükmü idamdır (Recm etmek, ateşte yakmak veya dağdan atmaktır). Bu ceza çoğu zaman kişiyi cennetlik ediyor. Allah’ın bu adamı ahiret günü Cehenneme göndermemesi hakkıdır ama Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın davetine geç kalan kişi İmamın öldürülmesine sebep olduğu için bu kişi İmamın öldürülmesine ortaktır ve İmamın ölümüne ortak olduğu için Allah’ın bu kişiyi kıyamet günü b affetmesi hakk değilir ve onu affetmeyecektir!

Bizlerde İmamın hükmüne geç kalıyormuyuz?

Hz. İmam Hüseyin (a.s) et ve kemikten ibaret birisi değil; Hz. İmam Hüseyin (a.s) Allah’ın nurudur.

Allahın nuru ne zaman sönmüştür?

Hepiniz Kuran okuyorsunuz? Kuranda buyuruyor ki:

“Allahın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar.”

Ağızları ile yani bir takım sözler ile Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar.

Mesela, bu hükmün zamanı geçti; şartlarım uygun değil, hangi çağda yaşıyoruz g.b sözler ile Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar.

Allah bunlar hakkında ne buyuruyor:

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ 

Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla (kuru laf kalabalığıyla) söndürmek istemektedirler. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama eriştirecektir;

Yani Allahın nuru ölümsüzdür.

Tamamlayacak, yani Allah’ın nuru ölümsüzdür.

Yani Allah’ın nuru hiç bir zaman yok olmayacaktır/olmuyordur.

Ama dikkat edin; bu geç kalanların hepsi günahkarlar değildi!

Bir takım insanlar vardı ki bunlar dinin şiar boyutunu biliyorlardı ama teslimiyyet boyutunda olmadıkları için geç kaldılar.

Bu geç kalanlardan birisi de Tırımmah’tır.

TIRIMMAH KİMDİR? TIRIMMAHIN OLAYI NEDİR?

TIRIMMAH:

Hepiniz Tırımmah’ın adını duymuşsunuzdur. Tırımmah Gadir-i Hum gününde de hazır bulunan, İmam Ali (a.s)’ın aşkıyla yanıp tutuşan, Ali düşmanları ile çatışan Yemenlidir.

Bakın, bir düşünün! Bizler bugüne kadar Gadir-i Hum ile ilgili ne diyebilmişiz ve ne yapabilmişiz? Bizler bir ömür boyunca kitapta yazsak dahi Tırımmah’ın şiirinin bir mısrası etmez çünkü Tırımmah’ın şiiri Velayeti Emirel Müminin İmam Ali (a.s)’a edebiyyat bakımından delildir. Tırımmah’ın şiiri, şiir bakımından delilidir. Tırımmah’ın şiiri edebiyat bakımından delilidir. Tırımmah o gün yaşıyordu ve Gadir-i Hum günü ayağa kalkıp o şiirleri okudu. O şiiri okumasından dolayı Nebiyyi Kibriya (s.a.a) onu tahsin etti, övdü ve ona dua etti. Ehlibeyt kendisine dua etti.

İmam’ın davetine sadece alenen günah işleyenlerin geç kalmadılarını söyledik ve Tırımmah’ı örnek verdik; Tırımmah İmamet inancını kabul eden birisi idi.

Tırımmah sadece bir örnektir.

İmam’ın davetine ve feryadına geç kalanların niye geç kaldıklarını düşünün!

İmam Hüseyin (a.s), Kerbela yolunda iken, Tırımmah ile karşılaştı.

Tırımmah, İmam Hüseyin (a.s)’a nasihat etme cesaretinde bulundu.

İmam Hüseyin (a.s) Hüccetullahtır, yani Allahu Tebareke ve Teala Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ı göndermiş ve diyor ki: “Bu Hüseyin’dir; bunun sözü benim sözümdür; işi benim işimdir; emri benim emrimdir.

(El Euzu billah, El Euzu billah, Haşa ve kella summe haşa) Allah diyor ki: “Ben bir bedene girecek olsaydım Huseyn olurdum. (Haşa ve kella) Ben bir bedene girmem ama girecek olsaydım Huseyn olurdum. Yani ben bir bedene girecek olsaydım ve yeryüzüne inecek olsaydım Huseyn’in yaptığı işin aynısını yapardım. Aliyyel Murtaza’nın yaptığının aynısını yapardım.” Temsilciliğin (Huccetullah olmanın) manası budur. Elbette ki Xalig (yaratan), mahlukunun (yarattığının) içine sığmaz.

Hüccetullahlık makamı: Allahu Tebareke ve Teala’nın bütün isim ve sıfatlarına mücehhez olmaktır. Yani İmam’ın kendisinden hiçbir şeyi yoktur; İmam’ın benliği ve iradesi yoktur. Yani Huseyn’de Huseyn diye bir şey yoktur. İmam Hüseyin (a.s)’da ki her şey Allah’ın iradesidir.

Tırımmah, İmam Hüseyin (a.s)’a nasihatte bulundu.

İmam Hüseyin (a.s)’a nasihat etmek, Allah’a nasihat etmek ile aynı şeydir.

İnsanın şaşırdığı zaman nereye gittiğini görüyorsunuz değil mi? İnsan şaşırdığı zaman Allaha nasihat etmeye kalkışıyor.

İnsan şaşırdığı zaman, Allah’a: “Ey Rabbim! Bunu böyle yapma; yaparsan yanlış yaparsın” diyor:

Masum İmam’a nasihatte bulunmanın anlamı budur.

Sizler bazen: “İmam bunu niye böyle demiş” diyorsunuz; bunun manası: “Allah bunu nasıl böyle demiş” demektir.

Bunun da anlamı: “Ey Allah’ım bana bak! Sen bilmiyorsun! Burada bir realite var.” demektir. Sizler bazen: “Ben Allah’ın bu emrini daha sonra yaparım” yada “Ben daha gencim, yaşlanınca yaparım” diorsunuz ya işte sizin bu sözlerinizin tamamının anlamı: “Allah benim yaşadığım çağda enflasyonun, kiranın, savaşların, işsizliğin, yokluğun ve Covid salgının v.b sorun ve sıkıntıların var olacağını bilmiyordu ama biz bunları biliyor ve yaşıyoruz bu sebepten dolayı da Allah’ın bu kanunlarını bir kenara koyduk, demektir. Allah’ın emrini erteleyen ve öteleyenlerin yaptıkları işin manası: “Allah bunların hiçbirinin olacağını bilmiyordu ve bunun içinde bize bu emirlerini emretti eğer ki Allah bunların olacağını bilseydi bu emirleri bize göndermezdi. Allah bilmediği ve anlamadığı için emretti.” şeklindedir. Bu işleri yapmak Allah’a nasihat etmektir.

Allah’a nasihat etmek: Ben bunu sonra yapacağım, demektir. Ey Allahım! Sen gönderdin ama sen bilmiyordun, bilmiyorsun onun için ben sonra yapacağım, demektir.

Elbette Tırımmah’ın nasihat etmesinde ki maksadı bu değildi ama nasihat etmenin manası bizde budur.

İmam otur dediğinde oturacaksınız!

İmam ayağa kalk dediğinde kalkacaksınız!

Neden? Niçin? Nasıl? Niye? diyerek sorgulama hakkın yoktur!

İmamı Zaman (a.f)’da gelecek ve bazı kimselerin nikahını hiç sormadan boşayacak. Hiç kimse: Ey İmam! Bizi niye boşadın? diyemez. Sizin şu hiçbir şeye saymadığınız Veliyyi Emir İmam Hamaney (s.a) aynı yetki ile donanımlıdır. Onların bu yetkilerini kullanmamalarının sebebi: “Bizim cehalet içerisinde: Aga! Sen bunu niye böyle yaptın demememiz içinidir.”

Elbette Tırımmah’ın böyle bir niyeti yoktu ama İmam’a nasihat etmeye kalkışmanın manası budur. Tırımmah İmam Hüseyin (a.s)’a nasihat etmeye kalkıştı ve nasihat da etti.

Tırımmah, İmam Hüseyin (a.s)’a:

“Ya Eba Ebdillah! Ben kufeden geliyorum. Bütün Kufe şehri size karşıdır. Bu işi yapmayın. Eğer ki sen bu işi yapacak olursan hepsi filan yerin etrafında toplanmışlar ve seni boğacaklar. Ya Eba Ebdillah Huseyn! Savaşırsan mağlup olacaksın. Kesinlikle zafere ulaşamıyacaksın. Ya Eba Ebdillah El Huseyn! Gitme!

Tırımmah burada diyor ki : “GİTME!”

Yani: “Ya Huseyn! Sen İmamsın ama anlamıyorsun! Ben sana söylüyorum: Gitme! Kufe halkı sana karşıdır. Bu savaşı kazanamayacak ve kesinlikle mağlup olacaksın. Ya Huseyn! Benim ile gel; ben sana Yemen de bir ordu hazırlayayım.”

Şimdi bunu hayatınızda canlandırın. Bu bizim günümüzde neye benziyor?

Biz Reel bir hüküm ile karşılaştığımız zaman birileri gelip bize: “Sen nerede yaşıyorsun? Sen bunu nasıl yaparsın? Biraz tolereli ol! Sabırlı ol! Bir gün gelecek, o gün biz o güce ve kudrete ulaşacağız ve işte o zaman biz buna baş kaldıracağız; o zaman itiraz edeceğiz. O zaman onun bu sözünü kabul etmeyeceğiz. Ama bugün SUS!!!” demelerine benziyor.

Hz. İmam Hüseyin (a.s), mutlak rahmettir. Tırımmah’ın bu nasihat teşebbüsüne cevap olarak ona dua ettiler.

Tırımmah Hz. İmam Hüseyin (a.s)’a: Yebne Resulallah! Ben çocuklarıma buğday, yiyecek götürüyorum, b bırakıp hemen dönüyorum, dedi. Tırımmah, İmam Hüseyin (a.s)’ın İmametini kabul ediyordu. Tırımmah, Hz. Emirel Müminin İmam Ali (a.s)’ın velayetini kabul ediyordu. Tırımmah gitti ve geri döndü ama döndüğü zaman İmamın mübarek başı kesilmiş ve mızrak ucuna takılmıştı. İmam’ın mübarek başı mızrak ucunda Kerbela’dan Kufe’ye götürülüyordu. Tırımmah geç kaldı!

Tırımmah geç kaldı ve Hüseyin’i ölüme verdi.

Ne sebep oldu?

Bir karın tokluğu yemek sebep oldu.

Götürdüğü 10 deve yükü buğday yada arpa yada biraz şire (pekmez)…

Tırımmah döndüğünde Allah’ın kanı akıtılmıştı.

Kerbela’da ki 3. grup geç kalanlardır. Hiç kimse geç kalınca kurtardığını zannetmesin! Geç gelenlerin çoğu taammüden harp edenler ile aynıdırlar.

Bu grup niye İmam ile savaşanlarla aynı konumdadırlar?

Çünkü İmamın davetine Lebbeyk demediler! Çünkü İmam’ın davetini reddettiler. Katılmamak reddetmek demektir. İmam buyurdu: Gel ama onlar gelmediler/gitmediler, katılmadılar.

Bunların İmam ile savaşanlar ile ne farkları vardır?

Hiç bir farkları yoktur!

KERBELAYI CANLANDIRIYORMUSUNUZ?

CANLANDIRIN!

İmam Hüseyin (a.s) ile Tırımmah yolda karşılaştılar.

Artık canlandırman için Tırımmah yok. Tırımmah’ın yerine ben ile sen yani bizler varız. Tırımmah’ın yerine kendinizi koyunuz çünkü bugün bizlerde aynısını yapıyoruz. Tırımmah’ı suçlamayın; Tırımmah bir kahramandır; Bugün Tırımmah gibi 600.000.000 kahraman Caferî/Alevî/Şiî var.

Abdullah b. Hurri Cufi:

Abdullah b. Hurri Cufî de geç kalanlardan birisidir.

Hz. İmam Hüseyin (a.s), Hz. Fatimet’ez-Zehra’nın oğlu, Allah’ın Kanı çocukları ile Hz. Ali Ekber ile Hz. Kasım ile Hz. Ebelfezl Abbas (a.s) ile Cufi’nin çadırına gitti.

İmam Cufi’ye:

Gel! Bize yardım et, dedi.

Cufi, İmam’a ne dedi biliyormusunuz?

Dedi ki: Ya Huseyn! Benim çok güçlü bir atım var. Ben, o atın sırtına bindiğim zaman düşmanlarım beni yakalayamıyor. Ya Eba Ebdillah! Bu atı sana vereyim; ona bin ve kaç. Seni kimse yakalayamaz.

Abdullah b. Hurri Cufî de gelmedi!

Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın, Kerbela’dan şehadet haberi gelince Abdullah b. Hurri Cufî ömrünün sonuna kadar şöyle tekrar ediyordu:

“Huseyn’in mübarek ayakları ile çadırıma gelmesi ve Sarellahın (Allah’ın kanının) çocuklarının o mahzun bakışları beni her gün 1000 defa öldürüyor.”

Hiç Kimse Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’a Lebbeyk demiyerek lezzet alabileceğini zannetmesin!

ABDULLAH B. ABBAS:

Abdullah b. Abbas, Hz. Nebiyyi Kibriya (s.a.a)’in amcasının oğluydu; Hz. İmam Ali (a.s)’ın amcasının oğluydu. O da İmam’a nasihat verdi.

Abdullah b. Abbas İmam’a:

“Gitme! Öleceksin!” dedi.

İmam (a.s): “Amcaoğlu bize yardım et” dedi.

Abdullah b. Abbas ise:

“Amcaoğlu ben gelemem!” dedi.

Kerbela’dan İmam’ın şehadet haberi İbn-i Abbas’a ulaştığı zaman ise İbn-i Abbas ağlıyordu.

Ama Kerbela’da İmam Hüseyin (a.s)’ın boğazına atılan oku (mânâ aleminde) İbn-i Abbas atmıştı.

Abdullah b. Abbas sıradan bir adam değildi!

Bunlar İmam’a geç katıldılar.

Bunlar gibi bir çok kişi İmam’a geç katıldı.

Bugünde çok kişi İmam’a geç katılıyor.

Ama geç katılmaları mâna ifade etmiyor; fayda vermiyor.

Doğrudur! Hadislerde de var: Allah son nefeste dahi tövbeyi kabul ediyor ama kişi tövbe edebilirse. Evvela kişi gerçekten tövbe edebilecek mi? O kişi tövbenin şartları ile tövbe edebilecek mi? Sonra Allah edilen tövbeyi kabul edecek mi?

Son nefeste dahi tövbe kabul edilir, doğrudur.

Haşa ve kella Peygamber yalan söz buyurmamıştır ama o kişi tövbe edebilecek mi? ve tövbesi kabul edilecek mi?

Geri dönüp tövbe ettiğin zaman artık Huseyn yoksa; artık Ali b. Ebu Talib (a.s) yoksa neyin tövbesini edeceksin? Neyin tövbesini edeceğiz?

4- İmam’a Aşık Olanlar

Kerbela kıyamının, kıyamı kıyamete kadar olan ve olacak 4 grubu bunlardır.

Bu aşık olanlar grubu öyle kimselerdir ki bunların varı yoku Huseyn’dir. Nefesleri Huseyn’dir. Bakışları Huseyn’dir. Ekmekleri Huseyn’dir. Aşları Huseyn’dir. Bunlar Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın bir işi gözünün ucu ile bunlara işaret etmesini bekliyorlar.

Bunlar öyle bir gruptur ki, bunlar Hz. Eba Ebdillah El Huseyn (a.s)’ın bedeninin parçaları olmuşlardır. Bunların çoğunun Hz. İmam Hüseyin (a.s) ile herhangi bir nesep bağı yoktur ama Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın bedeninin parçaları olmuşlardır.

Hadislere bakıyoruz Hz. İmam Hüseyin (a.s): “Benim bedenimin bir parçası … yerdedir. Benim canım … yerde defindir. Benim ruhum … yerde defindir.”

Ama o mekanlara baktığımız zaman ise sadece ama sadece gözleri İmam Hüseyin (a.s)’ın gözünde, kulakları İmam Hüseyin (a.s)’ın ağzından çıkacak sözde olan kişiler var.

Bu 4 grubun hepsini canlandırın! Canlandırdınız mı?

Bunlardan kendinizede pay çıkarın. Kendinizi değerlendirin ve bakın siz hangisinin içindesiniz.

Onların hepsi o gün yaşadılar ve yapacaklarını yaptılar. Her biri kendisinden sorumludur. Asıl mesele: “Bizler İmam Hüseyin (a.s)’a ihanet edenlerden nefret ediyoruz.” Bu, bu kadardır. Biz onları bugün yargılıyamıyoruz; biz onların bedenlerini çıkarıp onları ateşe veremeyiz çünkü biz onların bedenini çıkarsak ve bütün dünyayı ateşe verip onları içine atsak bile onların şu an içinde oldukları ateşin zerresi dahi etmez.

Bizim bugün bunları burada anlatmamızın sebebi: “Bizim hangi grubun içimde olduğumuzu anlayabilmemiz içindir.”

Bugün 1 Muharrem bizim hangi grubun içerisinde yer aldığımızı bilmemiz gerekir.

Acaba bizler, şartlar ne olursa olsun İmam’a katılmak için can atan grubun mu içindeyiz? Yoksa bahane ve mazeret peşinde koşanlardan mıyız?

Önce bunu yapayım! Sonra da şunu da yapayım! İnşaallah! Maşallah! Allah Affeder!

Doğrudur, Allah affeder ama Allah bağışlanacak şeyi affeder. Allah kendi kanının akıtılmasını affetmez! Huseyn, Sarellah’tır.

Biz hangi cephedeyiz? Huseyn b. Ali’nin mi cephesindeyiz yoksa; Huseynin karşısındaki mi cephedeyiz? İnsanların o gün İmam’a katılmamasının sebeplerinin bazılarını söyledim. Siz bunları alın kat ve kat arttırın ve sonra canlandırın ve bir bakın bu sebeplerin hangileri, bizlerde ne kadar var?

CANLANDIRMAK BUDUR!

Canlandırmaktan maksadımız: “Kerbela meydanında herkes eline kılıcını almış sallıyorlar ve İmam’a taraf saldırıyorlar….” Ben size böyle bir ortamı hayal edip, canlandırın demiyorum. Elbette ki bu olayları da canlandırın. Canlandırırsanız hakikatleri göreceksiniz. Hakikatleri gördüğünüz zaman rahat bir şekilde yargılayabilirsiniz. Eğer kendimizi yargılayacak olursak çok rahat bir şekilde karar verebiliriz. Eğer ki bizler bu güne kadar kendimizi yargılıyamadı isek sebebi:” Bu hayal etmeyi ve canlandırmayı yapmadığımız içindir”; “Bugüne kadar bunları dengi dengine yan yana koyamadığımız içindir.”

Biz bugüne kadar sadece: “Yezid pistir” dedik. Evet, Yezid pistir. Yezide bin defa lanet olsun! Milyon defa lanet olsun! Milyar defa lanet olsun! Ama peki bizlerde bu özelliklerimiz ile Yezide denk isek o zaman bizlerde Yezid oluyoruz.

Aşura vakasını canlandırırken bizim bunları düşünmemiz gerekir. Bizim, hemen şimdi gerçekten kimin tarafında olduğumuzu görebilmemiz için Aşura vakasını bugüne kadar düşündüğümüz Aşuradan çok farklı bir şekilde ele almamız gerekir. Tarafımızı sloganlar ile değil, dilimiz ile söylediklerimiz ile değil, Amellerimiz ile tartmamız gerekir.

Aşura Vakasına bakmamız gereken bakış açısı nasıl bir bakış açısıdır?

Aşura vakasına bakmamız gereken açı vâkâ hâli ile (vücud bulduğu hâl ile) ele almamızdır.

Bu şekilde ele almayacak olursak ne olur?

Aşura ehli olamayız.

Hani bizler: Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın defterine yazılmak diyoruz ya işte o defter Aşura defteridir. Her yıl birilerinin adını Aşura defterine ekliyorlar; o defterde adı olanlara: Aşuraî (Aşuralı) denir.

Bizim adımızı da bu deftere yazmaları için bizim öncelikle İmam Hüseyin (a.s)’ın bu kıyamı niye başlattığını bilmemiz lazım.

Aşuradaki Orduları (kahramanları) önünüze koydum.

Bu orduları canlandırdınız mı?

Şimdi bakın İmam Hüseyin (a.s) bu kıyamı niye başlattı? İmam Hüseyin (a.s) bu kıyamı ne için yaptı? Ya da İmam Hüseyin (a.s)’ın bu kıyamı beşerî tarihin üzerindeki etkisi ne oldu?

Bizim bunları bilmemiz gerekir eğer bizler bunları bilmeyecek olursak, bizler Aşuradan hiçbir şey anlamayız!

İmam Hüseyin (a.s), Aşura günü öyle bir hareket yaptı ki beşeri tarihi alt üst etti. İmam Aşura ile sadece Aşura sonrası tarihi değil, Aşuradan önceki tarihide alt üst edip değiştirdi.

Hz. İbrahim (a.s), o put kıranlığı ile İbrahim idi. Hz. Süleyman (a.s), o Melikliği ve Padişahlığı ile Süleyman idi. Hz. Davud (a.s), o azameti ile Davud idi. Diğer Enbiyaullahlar, o azametleri ile Enbiyaullah idiler ama hiçbirisi o azametlerine rağmen Aşura gününe kadar kendi hakikatlerini Hz. Eba Abdillah El Huseyn (a.s) gibi ortaya koyamamışlardı. İmam Hüseyin (a.s), Aşurası ile İbrahim’in, İsa’nın, Musa’nın, Davud’un ve diğer Peygamberlerin hakikatini ortaya koydu.

Hz. Eba Ebdillah Huseyn (a.s)’ın kendisinden sonraki tarihi değiştirmesini bir tarafa koyun; İmam Hüseyin (a.s) xilgetin ilki olan Hz. Adem (a.s)’ın dahi hakikatini ortaya koydu. Eğer Hz. İmam Hüseyin (a.s)’ın kıyamı olmasaydı, Adem (a.s)’ın azameti anlaşılamazdı!

Aşurayı anlayabilmemiz için bir şeyi daha bilmemiz gerekir. O da şudur: “Bizler Aşurayı niye yaşatıyoruz? Bizler niye her sene matemlere dalıyoruz? Niye eza tutuyoruz? Bizler niye her sene başımızı dövüyoruz?

Yani bizler deli miyiz ki her yıl birilerinin kalbini kırıyoruz ve düşman kazanıyoruz?

Bizim son Meşhed/İmam Rıza (a.s) ziyaretimizde ben birisine çok kızmıştım; birde fırça attım. Ertesi gün sabah birisi geldi ve bana dedi ki:

“Hacı Ağa bunlara niye kızarak ateşlerini üzerinize çekiyorsunuz?”

Bende ilk başta gaflet ettim ve dedim ki:

“Doğru diyorsunuz, benim bunlar ile ne işim var. Alayım hareme götürüp-getireyim. Hiçbir işlerinede karışmayayım. Kendi işlerimi halledeyim.”

Allah şahittir ki aynı gün öğle namazı vakti idi. Namaz için İmam Rıza (a.s)’ın haremine gidiyorduk. Biraz baktım ki bunlar haram iş görüyorlar. Mürted oluyorlar. Kendi kendime dedim ki:

“Hoca, senin daha çok düşmanlık kazanman lazım. Eğer ben bunları uyardığım zaman bunlar bana düşman olucaklarsa benim bunların düşmanlığını kazanmam gerekir. Eğer ki ben bunların bu işlerine karşılık susarsam bunlar bu haram işlerini İmam Rıza (a.s)’ın hareminde bayrak edinecekler.

Yani demem odur ki birileri kalkıp diğerlerinin düşmanlığını kazanıyorsa bunun bir sebebi var.

Bu Sebep Nedir?

Bizlerin İmam Hüseyin (a.s)’ın Aşurasını yaşatarak düşman kazanmamızın sebebi nedir?

Bunun bir sebebi var. Hiç Kimse aptal değildir. Hiç kimse manyak değildir.

Şimdi ilk derste kısaca açıklayacağım ama ilerideki derslerde uzunca bu konuyu işleyeceğiz!

1. Sebep:

Aşurayı yaşatıyoruz çünkü bizler Aşurayı her yıl yaşatmazsak, hergün yaşatmazsak, en asgari her yıl peşpeşe olmak üzere 2 ay boyunca her gün matem tutarak, evimizi karalara bürümezsek, her türlü düğünü ve kutlamayı hayatımızdan çıkarmazsak Aşura’nın maarifet kapısına ulaşamayız.

Bu birinci sebeptir.

2. Sebep:

Aşurayı canlı tutmamızın bir diğer sebebi ise bunu yapmazsak Aşurayı tahayyül etmeyi kabul dahi edemeyiz. Aşuranın içine girebilemmiz için Aşurayı canlı tutmamız ve yaşatmamız gerekir. Aşura’nın içindeki sırrın peşine düşebilelim için Aşurayı yaşatmamız gerekir. Aşuranın içinde var olan azamete aşık olabilmemiz için Aşurayı yaşatmamız gerekir.

Aşurayı yaşatmazsak bunların hiçbirine ulaşamayız.

Ama herşeyden önce bilmemiz gereken:

İmam Hüseyin (a.s)’ın ashabı ve yarenleri niye öyle, o şekilde İmama divanevâr aşıktılar?

Şimdi sizler canlandırdınız; onlar ise yaşıyorlardı. Sizin tek farkınız; o yüce ashap Aşurayı fiziki olarak yaşıyorlardı, siz ise hayal ederek yaşıyorsunuz.

Sizlerde hayal ediyorsunuz:

Hz İmam Hüseyin (a.s) Kerbelaya gelmiş.

İmam (a.s) Savaş meydanında.

İmam ve Ehlibeyti muhasara altına alınmış.

Su yolları kapatılmış.

Ulaşım yolları kapatılmış.

Hiçbir kimse hiçbir şekilde İmam’a taraf gelemiyor.

Siz bu ortamı Allah’ın size vermiş olduğu kemal akıl ile canlandırarak yaşıyorsunuz.

Onlar ile tek farkınız da, onlar bu ortamı fiziki gözleri ile de görüyorlardı ama bizler ise İmam Hüseyin (a.s)’ın azametini ve musibetini aklımız ile canlandırdığımız zaman bile fersah fersah kaçıyoruz.

Ama o ashap ise gözleri ile görüyorlardı ama kaçmıyorlardı. Onların çocukları gözlerinin önünde susuzdu ve onlarda bunu görüyordu. Onlar dişlerini gıcırdatarak, kılıçlarını bileyen ve karşı taraftan savaş naraları atan İblis ordusunun yarın veya öbür gün hepsinin mübarek başını kesecek ve çocukları ile kadınları da esir edeceklerini biliyorlardı.

İmam’ın o eşsiz ashabı bunların hepsini biliyorlardı.

O halde onlarda ne vardı ve bizlerde ne yoktur?

Bunu hiç düşündünüz mü?

Şimdi o fikir ve ruh yapısına sahip olmaya hazırmısınız?

Şimdi o aşka sahip olmaya hazırmısınız?

1.DERSİN SONU.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir